Okuyup bitirdikten sonra epeyce muhafazakâr bir kitap olduğuna karar verdim ama gene de Viktor Mayer-Schonberger'in Sil (Delete) isimli kitabı konusunu iyi anlatan, ilginç şeyler söyleyen, benim de üzerinde düşündüğüm bir meseleyi çok canlı ve iddialı bir biçimde dile getiren bir kitap olarak aklımda yer etti. Princeton'da kitapçıda dolaşırken görüp aldığım bu masum, alçakgönüllü ve çaresizliğini daha baştan kabul etmiş kitap, içinde yaşadığımız elektronik enformasyon çağında hafıza dediğimiz meseleyle nasıl uğraşacağımızı ele alıyor. Kitabın tezine göre eskiden unutmak ucuz bir yoldu. Unutmamak pahalıydı. Hatırlamak için kaleme kâğıda ihtiyaç vardı. Bunlar öyle kolay bulunur şeyler değildi. Yunanlılar kullanılmış parşömenleri yeniden kullanmayı denediler. Eski metinleri silip üstüne yeniden yazdılar. Böylelikle ortaya palimpsest denen katmanlı, tabakalı metinler çıktı. Hafıza, ister istemez, bir zaruret olarak mevcudiyetini korudu.
ŞİMDİ UNUTMAK ÇAĞI
Zamanla her şey hatırlamanın bir aracı haline geldi. Hatırlamak kültürün bir parçası oldu. Modernite geniş anlamda hatırlamanın, hatırlamayı öğrenmenin ve kullanmanın bir değişkeni niteliğini kazandı. Hatırlamaya bağlı olarak yeniden keşifler, yeniden inşalar oluştu. Tarihçilik, tarih yazıcılığı bu sürecin bir uzantısıydı. Hatırlama kimliğin, kimlik kurmanın bir önemli aracı haline geldi. Hatırlamayla birlikte yeni teknikler geliştirildi. Ezberleme, gitgide bir cemaat kimliği oluşturmanın en güvenilir yolu olarak benimsendi. Şimdi ise bambaşka bir çağda yaşıyoruz. Artık hatırlamak bize, insanlara özgü bir gerçeklik değil. Nasıl olabilir ki? İnsansoyunun hafıza kapasitesi, hatırlama sınırları bellidir. Bazıları daha iyi hatırlar ama onların hatırladıkları da bugün bir şey ifade etmiyor. Nedeni basit: Bilgisayarlar artık düşünemeyeceğimiz, hayal bile edemeyeceğimiz ölçüde, derecede hatırlayabiliyor. Milyarlarca (?) bilgi bilgisayarınızın 'belleğinde' duruyor. Dilediğiniz an onları çağırmak mümkün. Buradaki sorun o bilgi birikiminin (!) ne kadar süreyle orada kalacağı. Yazı, kâğıt, kitap biraz bunun içindi. Binlerce yıl önceki bilgiler bugün bize kâğıt ve yazı yoluyla aktarılıyor.
HATIRLAMAK VE KORKMAK
Aynı şeyin bilgisayar belleğindeki bilgi için öngörülmesi yazara göre zor. Yanlış da değil. Bir düğmeye basarak, ışık hızıyla sınırsız denebilecek bilgi yığınını yok etmek mümkün. Ama tersi de doğru. Bir düğmeye basarak milyarlarca bilgiyi bir yerden bir yere aktarmak mümkün. Açıkçası ürkütücü bir durumla karşı karşıyayız. Niye mi? Şundan! Aslında bilgisayarlarda kullanılan hizmet motorlarının hafızları hiçbir şeyi unutmuyor. Google'da örneğin bir kişinin o merkezle ilişkisinin tarihi taş gibi sapasağlam saklanıyor. İlk günden beri adam orada ne yapmış besbelli. İstedikleri an bir düğmeye basarak her şeyi ortaya dökmek mümkün. Size ait bilgiler bir yerde size rağmen, bilginizin dışında mevcut, saklı. O zaman yazar temel önerisini getiriyor ve her bilginin, her işlemin üstüne ne kadar süre için muhafaza edileceği, yani bir manada 'raf ömrü', 'son kullanma tarihi' yazılsın, diyor! İnsanlar adımlarını buna göre atsın. Doğrusu kimse bu tablonun başka bir açıdan bakınca dehşet verici olmadığını söyleyemez. Yukarıda söylediğim gibi bana rağmen benim kişisel tarihim bir yerlerde kayıtlı. İlk bakışta insanı ürperten bu düşünce biraz deşince pek de o kadar rahatsız edici gelmiyor. Her şey gibi o da 'ne olacak' sorusuyla başlıyor. Varsın bir yerlerde o tarih saklansın. Beni niçin rahatsız eder o tarih? Amazon'da kitapla ilgili yorum yazanlardan birisinin söylediği gibi bu işin insanı irkilten yanı 'kötülük'le ilgili boyutu. Eğer yasadışı bir şeyin peşindeyseniz, onun bilgisayardan izlenmesi mümkün. Öte yandan o derecede uzağa gitmeksizin, malum hırsızlama vakaları (hacking) falan dile getirilebilir ama ben bunların zamanla mutlaka aşılacağı kanısındayım. Bugün bilgisayarların mağara devrindeyiz. Yarın öbür gün sistemler gelişince bu dertlerin çaresi de bulunacaktır. Bütün bunlara rağmen şimdi işe tersinden bakalım. Eğer 'özel hayat'ın korunması güvence altına alınırsa bilgisayar belleklerinden kaynaklanan bir sorundan söz açmak bana uzun erimde pek o kadar ciddi bir sorun gibi görünmüyor. Hatta işin beni asıl etkileyen yanı o, demin söylediğim şey, insanın kendi hafızasına gerek duymaması. Düşünün ki, bizi biz yapan en önemli 'organlardan' birisi hafıza diye biliyoruz. Kişiliğimizi, çünkü kişisel tarihimizi, onun içinde/n oluşturuyoruz. Hatırlamak bir temrin, alıştırma meselesi. Peki yarın öbür gün neyi hatırlayacağız? Daha doğmadan önce resimleri çekilen çocuklar çağında yaşamaya başlayalı bir hayli oldu. O çocuklar büyüme dönemlerinde de kendi belleklerine değil ileride çok daha gelişmiş biçimleriyle karşılaşacağımız bilgisayarların belleklerine güvenecekler. Böylelikle hafızalarımızı tamamen kayıp mı edeceğiz? Hayır, bana kalırsa tam tersine, büyüttükçe büyüteceğiz. Yaşanmış hayat kaybolmayacak, sanal da olsa yaşamayı sürdürecek. Hele gün gelip konuştuğumuz her şeyin üstünden 1000 yıl geçtikten sonra kendi sesimizle, bir takım düğmelere bastıktan sonra bulunup bizden sonrakilere dinletilmesi dönemi gelince işler büsbütün karışacak. İnsan ölümsüzlüğü bulur mu bilmem ama o halde zamanın ölümsüzlüğünün yakalanacağı iki iki dört! Bizim hafızalarımızda geçmiş ölü bir şeydi. Bilgisayarların hafızasında yaşayan bir şeye dönüşecek. O nedenle aman diyorum, silmeyelim, saklayalım. Unutmak değil, sonuna kadar, hiç vazgeçmeden, affetmeden hatırlamaktır güzel olan!