Bir süredir Amerika'dayım. İnsanın yirmi beş yıldır gelip gitse de her defasında bu ülkeden etkilenmemesi zor. Sokaklarında dolaşır, trenlerine biner, ofislerine girip çıkarken eğer 20. yüzyıldan herkesin bildiği, anımsadığı, şöyle veya böyle kendisiyle bir biçimde ilişkilendirdiği
10 kadar ikon seçseydik bunların neredeyse tamamı
Amerika'dan çıkardı deyip düşünmeye başladım. Bunda şaşılacak bir şey yok. 20. yüzyıl zaten '
Amerikan çağı' diye anılıyor. Ben bu nedenle şu yukarıda değindiğim yargıyı biraz değiştiriyor ve
Amerika'nın kendisini bir '20. yüzyıl ikonu' olarak nitelendiriyorum. Romanından mimarisine, müziğinden görselliğine kadar neresinden bakılırsa bakılsın Amerika bir 20. yüzyıl ikonudur. Geride bıraktığımız çağ özellikle 1945 sonrasından itibaren her şeyiyle Amerika'nın damgasını taşıyor ve bu gelişme
Serge Gilbaut'nun tabiriyle '
avant-garde' düşüncesini Avrupa'dan çalan Amerika'nın o çaldığı malı ne derecede işleyip yeniden ona 'sattığını' en somut biçimde ortaya koyuyor.
Yeni Dünya'nın bu noktaya erişmesinde rol oynayan en önemli etken hiç kuşku yok ki, görselliğin açılımıdır. Sinemayla başlayarak Amerika kendisini ve kültürünü eski dünyaya karış karış, adım adım taşımıştır. Önce sinemayı bir sanayi haline getirmiş sonra da onun aracılığıyla adeta dünyayı yeniden biçimlendirmiştir. Fakat bu ortamda kullandığı araç nedir denirse yanıtı popüler kültür olacaktır.
BATIYI 'YAPAN' AMERİKA
Popüler kültürü dile getirirken öyle Warhol'u, Lichtenstein'ı, Wesselman'ı düşünmüyorum.
Popüler kültür Amerika'nın kendisidir. 'Amerikan rüya'sı olarak, Amerikan peyzajı olarak, Amerikan tarzı hayat olarak Amerika'nın kendisidir. Ve bu bağlamda Amerika o derecede karmaşık bir hal almıştır ki, bugün Muhammed Ali de, Kennedy de, kot pantolon da, Coca-Cola da, Marilyn Monroe da Amerika ikonunun birer parçasıdır. Amerika bunların tamamıdır, toplamıdır. 1950'lerde Avrupa kız erkek ilişkilerini yeni bir düzene oturtmayı,
Kinsey'le birlikte cinselliği yeniden tanımlamayı, kravatı bir yana bırakıp serbest giyinmeyi öğrenirken Amerika'yı kendi bilincinde dokunulmaz bir noktaya taşıyordu. Amerika'nın bilinçaltını inşa etmesine olanak veriyordu.
Playboy dergisi, Converse pabuç, çiklet,
naylon çorap,
plastik,
çocuk felci aşısı, Chevrolet ve Cadillac araba, Elvis Presley, teker teker Amerika menşeli olsa da, bugün Batı denilen kültürün kendisidir. Popüler kültür üstünden kurulmuş bir Batı var karşımızda artık. Buna mukabil, geçenlerde
Playboy dergisinin çok tartışılan sahibi Hugh Hefner bugün popüler kültürün çok ince bir çorba olduğunu, oysa eskiden çok kalın bir yulaf ezmesine benzediğini söylüyordu. Gerçekten de sorun popüler kültürdür.
Artık ne olduğu epey meçhul bir kavram haline gelmiş popüler kültür bence en geniş manasıyla yaşama biçimi, yaşama kültürüdür. Hefner'in onu incelmiş bir çorbaya benzetmesini de anlayabiliyorum. Bugün karşımızda 1950'lerde olduğu gibi dünyaya tek bir örnekle damgasını vuran bir kültürün ikonik elemanları yok. Şu yukarıda saydığım unsurların yerini tutacak yeni 'araç'lar üretemiyor Amerika artık. Belki sadece bilgisayar ve sanallık dünyasından söz edilebilir.
YORGUN AMERİKA
Böyle bir durum kendiliğinden oluşmadı. Çok önemli bir nedeni var.
1990'lardan itibaren Amerikan orta sınıfına empoze edilen ve dünyanın geri kalan kısmı tarafından 'popüler kültür' diye tanı(mla)nan kültür doğrudan doğruya Amerika'da içeriden eleştirildi. Orta sınıfın ortalama değerlerine dönük; buzdolabı, bahçeli ev, televizyon, araba gibi araçlarla da gelişen söz konusu popüler kültür, kim ne derse desin son kertede beyaz Amerikalının düşlerini meydana getiriyordu. 1990'lara gelince bu kültür, yeni bir bilinçle ve şiddetle eleştirildi. Ne 'beyaz Amerikalı' artık kayıtsız şartsız kabul ediliyordu ne de onun sahip oldukları uğruna göz yumdukları. Amerikalının popüler kültürle büyülenirken görmedikleri arasında; ırkçılık, savaş, sömürü vardı. Irak savaşı, Bush yönetimi, ekonomik kriz bu eleştirilerin ne kadar doğru olduğunu açık açık gösteriyordu. Üstelik feministler, çevreciler, hayvan hakkı savunucuları, insan hakkı savunucuları Amerika'nın tabiri caizse etini didiyor, lime lime ediyor, kirli çamaşırlarını bir an tereddüt etmeden ortaya döküyordu. Öbür tarafta yeni bir yaşama kültürü devreye girdi. Artık hamburger, kızarmış patates, Coca- Cola değil taze meyve, daha az yağ tüketimi, organik gıda peşinde koşuluyordu. Nihayet yorgun Amerika Obama ile birlikte ayak değiştirmek istedi. Şimdi o da aynı şiddetle eleştiriliyor. Bakalım... Gene de geçenlerde New York'un sokaklarında dolaşır, bir işten diğerine koşturur, altyapısı gerçekten çok eskimiş Amerika'ya bir otelin çok yüksekteki odasından bakarken, onda kendisini yenileyecek bir gücün olduğunu insan seziyor. Mağazaları doldurmuş onca farklı nesnenin büyük bir yaratıcılığa tekabül ettiğini ayrımsayınca, gazetelerde her gün yeni bir bilimsel buluşun duyurulduğunu görünce insan duruyor. Amerikan rüyasının popüler kültürden daha fazlası olduğunu düşünmeden edemiyor. Bu demektir ki, yeni yaşama tarzları, yeni popüler kültürler doğuracak. Ne diyelim? En doğrusu belki de popüler kültür öldü yaşasın popüler kültürdür.