NURİ BİLGE VE JEAN RENOIR: Nuri Bilge Ceylan'ın festivalin hemen başında aldığı La Carrosse d'Or/ Altın Araba ödülü Türkiye adına hoş bir olay oldu. Ancak Ceylan'ın bir sözü, olaya hafif de olsa gölge düşürdü. Nuri Bilge, festivalin günlük gazetesi Le Film Français'de yayımlanan bir konuşmasında şöyle demiş: "Ödülün adının Jean Renoir'nın aynı adlı filminden geldiğini bilmiyordum. Zaten hiçbir Renoir filmini de görmedim." Buradaki Fransızlar buna biraz bozulmuşlar. Çünkü ünlü ressam Auguste Renoir'nın da oğlu olan Jean Renoir, klasik Fransız sinemasının en büyük ustası sayılıyor. Öyle ki, 1959- 60'larda patlayan Yeni Dalga akımının öncü yazar ve sinemacıları ulusal sinemalarının hemen tüm geçmişini yadsırken, bir tek onu ayrı tutmuş ve saymışlardı. Bir Fransız dostum şöyle dedi: "Ceylan çok iyi bir sinemacı. İyi filmler yapması için, Renoir'yı bilmesi ve görmesi de gerekmiyor. Ama yine de, onun ülkesinde böyle konuşmasa çok daha iyiydi."
DRACULA'NIN LANETİ: Emektar korku filmleri ustası Dario Argento'nun üç boyutlu çektiği son filmi Dracula, festivalde özel gösterimle sunulan değişik filmlerden biriydi. Ama geceyarısından sonraki ilk gösterisinde, teknik bir arıza yüzünden gösterim başlayamadı. Ertesi gün, beş yıl önce açılan 60. Yıl Salonu'ndaki gösterimi de, birden patlayan fırtına sonucu çatının kısmen göçmesi nedeniyle yarıda kaldı. Ame ben filmi sonunda yakalayıp, üç boyutlu olarak izledim. Ve olup bitenlerin Dracula'dan çok sinema sanatının laneti olabileceğini düşündüm! Çünkü bu klasik vampir hikayesini akla gelebilecek tüm klişeleri kullanarak bir komediye dönüştüren, çok kötü bir filmdi bu. Suspiria'nın yaratıcısına hiç yakışmayan bir deneme.
TÜRK PAVYONU YİNE GÖZDE: Cannes'daki Türk standı yine gözde. Nuri Bilge'nin ödülü veya Fatih Akın'ın belgeseli yine burada kutlandı. Ayrıca çok merkezi ve sempatik yerimize, yabancılardan da rağbet vardı. Örneğin uzun yıllar FIPRESCI başkanlığını yürütmüş emektar İngiliz sinema yazarı Derek Malcolm'un 80. yaşgünü, bizim pavyonda kutlandı. Türk ve yabancı tüm dostlarının katılımıyla... Variety adlı çok ünlü sinema dergisinin günümüzdeki yazarlarından Jay Weissberg'in yaşgünü de bizim yerimizde kutlandı. Bunda elbette Türk sinema yazarlarının, İKSV mensuplarının ve stand çalışanlarının dünya sinema adamlarıyla kurdukları çok iyi ilişkilerin de büyük katkısı var.
ESKİ ŞARKILAR GÖZDE: Kimi filmlerde birden çıkıp geliveren eski bir şarkı, bizlere çeşitli duygular yaşatıyor. Örneğin Alain Resnais'nin Avrupa kültürünün içinden süzülüp gelen filmi Daha Birşey Görmediniz'in finalinde çıkıp gelen bir Sinatra şarkısı: It was a Very Good Year. Ya da Abbas Kiarostami'nin tümüyle Tokyo'da geçen filmine hem adını veren, hem de film boyunca duyulan Ella Fitzgerald şarkısı: Like Someone in Love. Meksikalı Carlos Reygadas'ın Post Tenebras Lux'de Neil Young'ı onurlandırması. Şu anda hatırlamadığım bir filmde bolca duyulan Johnny Cash şarkıları. Brad Pitt'li ve Andrew Dominik imzalı Killing Them Softly ise, gerçi ünlü Roberta Flack parçası Killing Me Softly'yi kullanmamış. Ama birçok Amerikan caz parçasına yer veriyor. Kısacası eski şarkılar, özellikle de Amerikan popunun klasikleri ölmüyor ve yeri geldiğinde, en farklı kültürleri yansıtan filmlerde bile duyuluyor.