Cannes... Kim bilir kaçıncı kez gelsem de, bu küçük sahil şehrinin festival sırasındaki çılgın haline ve dev bir sirk görününüme alışmam kolay değil. Üstelik benim ilk geldiğim 70'li yıllardan beri olay öylesine büyüdü, öylesine inanılmaz boyutlara erişti ki... Film sayısından davetli sayısına, medya ilgisinden salonların büyüklüğüne ve düzeyine, şıklıktan gösterişe, sanattan alışverişe herşey çok büyüdü, çok gelişti. Ve Cannes'ı izlemek, cazibesi ölçüsünde yoruculaştı. Bu yıl hakim tema nostalji. Her yerde o var. Festival afişinin, gizemli ölümünün tam 50. yılına denk gelmesi nedeniyle unutulmayan Marilyn Monroe'ya ayrılması var önce... Ama bu yetmemiş. Festival sarayının ve Debussy salonunun duvarlarında sinema tarihi yatıyor: Starlar ve 'glamour' açısından seçilmiş resimlerle... En çok da kadınlar: Ava Gardner'den Kim Novak'a, Sophia Loren'den Brigitte Bardot'ya, Lauren Bacall'dan Linda Darnell'e. Ve kimi unutulmaz çiftler: Dahi Orson Welles'le ilahe Rita Hayworth, kral Clark Gable'le müzikal yıldızı Judy Garland, güzeller güzeli Elizabeth Taylor'la ölümsüz asi genç James Dean kol kola... Dayanılır gibi değil! Açılış gecesinde olduğu gibi, Hollywood'un egemenliği ortada. Ama yarışma deyince yine dünyaya dönük bir festival bu... Gerçi açılış bir Amerikan filmiyle oldu. Kendine özgü bir tür dahi sayılabilecek, yönetmen Wes Anderson'un temelde bir çocuk masalı olan bir hikayeyi hayli özgün ve çarpıcı biçimde anlattığı Moonrise Kingdom (kabaca Ayışığı Krallığı diye çevrilebilir). Bu film gelecek hafta bizde de gösterime giriyor, o zaman sözünü ederiz. Ama hemen ardından bir Mısır filmi geldi. Yousry Nasrallah imzalı Baad el Mawkea/ Savaştan Sonra. Mısır'da yıllanmış lider Hüsnü Mübarek'in kovulmasına dek giden Şubat 2011 olaylarını ve özellikle Tahrir meydanında olup bitenleri konu edinen film, ana kahramanlarını ülkenin keskin çizgilerle ayrılmış sınıfsal yapısına dayandırıyor. Ve gerçekten değişim ve demokrasi isteyen orta sınıflar ve aydınlarla; ne istediklerini bilmeyen, hatta kimi zaman düzeni koruyanların vurucu gücü olabilen alt sınıfların ilişkisine odaklanıyor.
KAHİRE'Yİ ANLATAN FİLM
Genç kadın reklamcı Riim ve Tahrir meydanının at yetiştiricisi ve binicisi Mahmut arasında ne yaşanabilir ki! Filmin siyasal saptamaları ve belgesel yanı, eski Mısır filmlerini hatırlatan bir komedi/dram ikilemiyle karışıyor. Kahire'nin tepesindeki ölümsüz piramitler, onca yüzyıldan sonra yaşanan bu yeni ve acıklı insan trajedisine yukarıdan, soğukkanlılıkla bakıyor.Ve bu garip filmden geriye, en azından çağdaş Mısır üzerine çok şey öğrenmenin lezzeti kalıyor.
JÜRİ BASIN TOPLANTISI
Cannes jürisi her zamanki gibi hayli parlak. Altın Palmiyeli İtalyan usta Nanni Moretti başkanlığında ünlü Filistinli kadın oyuncu Hiram Abbas, İngiliz aktör Ewan McGregor, Fransız aktris Emmanuelle Devos, Alman akris Diane Kruger, Haitili yönetmen Raoul Peck, Amerikan yönetmen Alexander Payne, İngiliz kadın yönetmen Andrea Arnold jüride. Bir de ünlü modacı Jean- Paul Gaultier var. Ki basın toplantısında en çok ilgi gören ve soru yöneltilen jüri üyesi oldu. Örneğin "Filmlerde de çizgileriniz gibi güzellik mi arayacaksınız?" sorusuna şöyle yanıt verdi: "Hayır. Yalnızca estetik peşinde koşmayacağım. Bazen bir filmin görüntüleri kötü olabilir, çok zor koşullarda çekilmiş ve ışığı az sahneler bulunabilir. Ama film bir bütündür ve kimi zaman görüntü içeriğin gerisine düşer. Önemli olan bir filmin bizi duygulandırmasıdır." İşte ünlü bir modacının sinemaya bakışı. İlginç değil mi?