Kabul edelim, genelde yabancıları sevmiyoruz. Yalnızca bize çok benzeyenleri -ki onlar da kaç kişibağrımıza basıyor, farklı olan hiçbir halkı ve ülkeyi sevdiklerimiz arasına almıyoruz. Türk halkı sayısız erdeminin yanı sıra temel bir kusur taşıyor: 'Öteki'ni istemiyor, farklılığı kabullenemiyor, değişik olanı bağrına basamıyor. Zaten azala azala parmakla gösterilecek kadar kalan azınlıklarımızdan hala ürküp misyoner diye öldürmemizden, futbolcular arası nazik satışmalara dek birçok şey, bilinçaltımıza yerleşmiş bu ortak tavırdan kaynaklanmıyor mu? James Bond filmi nedeniyle koparılan fırtına da bunu gösteriyor. Birçok şeyi, bu arada onların Yeni Cami önüne kurdukları 'pazar seti'ni de yerlebir eden gerçek fırtınayı kastetmiyorum. Ama eminim, bu Bond çıkarmasına pek kızanlar arasında o fırtınayı 'ilahi bir işaret' veya tarihi yağmalanan atalarımızın laneti diye yorumlayanlar da olmuştur! Bense hayretle izliyor ve de hatırlıyorum. Yaşım gereği, ülkemizde çevrilen hemen her film nedeniyle nasıl kızıp köpürdüğümüzü, yabancılara nasıl çile çektirdiğimizi hatırlıyorum. Örneğin 1960 yılında America, America adlı filmde bu ülkede doğan atalarının öyküsünü anlatmaya gelen Elia Kazan'ın nasıl Türk aleyhtarı film çekiyor diye kovalandığını, filmin yasaklandığını, onunla ancak yıllar sonra Bülent Ecevit dönemimde devletçe barışabildiğimizi... Ya da 60'ların sonlarında, You Can't Win Them All- Paralı Askerler filmi için gelen ve aralarında Tony Curtis'le Charles Bronson da bulunan ekibin tıpatıp aynı nedenlerle başlarının derde girdiğini ve elbette filmin de yasaklandığını... Oysa sonradan uyanan belli bir hoşgörüyle izin verilip çekilen filmler bize neler, neler getirmiştir... Jules Dassin'in bir bölümü Topkapı Sarayı'nın çatılarında (evet, çatılarında) çekilen filmi Topkapı, Türk turizmine yeni kapılar açmış, yabancılar ülkemize ayak basar basmaz, bozuk şiveleriyle de olsa Topkapı diyerek orayı gezmek istemişlerdi. Aynı biçimde The Favorite-Gözde filmini çekerken yine sarayda söyleşi yaptığım, Amadeus'un Oscar'lı oyuncusu Murray Abraham da nasıl iyi ağırlanmıştı... James Bond'lar tarihinde İstanbul'da çekilen iki film, Rusya'dan Sevgilerle ve The World is Not Enouh- Dünya Yetmez ya da yakın zamanda International- Uluslararası da yine çok reklamımızı yapmıştı. Ama yine de akıllanmıyoruz. Ve birkaç küçük talihsiz kazayı o filmi, o ekibi ve o izni verenleri kötülemek için kullanıyor, linç kampanyaları başlatıyoruz. Oysa o yeni Bond filmi gösterime girip bize de geldiğinde, arkamıza yaslanıp güzel İstanbul dekorunu nasıl keyifle izleyeceğiz. Ve tüm dünya da izleyecek. O zaman, tüm önlemlerin alınması ve gerekli dikkat ve özenin gösterilmesi koşuluyla, yabancı filmlerin çekimine hoşgörüyle baksak... Sizce de daha iyi olmaz mı?