Yıl 1996 olmalı. Bono ve grubu Selanik'e konser vermeye geliyor. Biletler yakın ülkelerde de satışta. Kızım Ece'nin koşulsuz U2 ve Bono hayranı olduğu dönem... İlla da gitmek istiyor. Ailece seferber oluyoruz, organize bir tura bilet alıyoruz. Eşim ve oğlum da işin içine katılıyor. Ve otobüsle gidip konseri izliyorlar. Sonra günlerce evde o konser konuşuluyor. Ve işte bunca yıl sonra U2 Türkiye'de. 'Yükselen Türkiye' imajını perçinlemek istercesine, lütfen ülkemize de geliyor. Dünyayı dolaşıp dev konserler veren, özgürlük ve demokrasi davalarını savunan, mazlumların ardında yerini alan İrlandalı sanatçı, vaktiyle boykot ettiği söylenen ülkemizi şereflendiriyor, yüksek düzeyde karşılanıyor, Başbakan'la buluşup baş başa konuşuyor. Ve konserini veriyor. Bizim çocuklar yine gidiyor. Bense artık öylesine büyük kalabalıklara karışma korkumdan, evimde kalıyorum. Bono kuşkusuz büyük bir sanatçı. Ve bizim bir internet sitesinde yazıldığı gibi 'Yeni yüzyılın soytarısı' filan da değil. Yine de bir şey dikkatimi çekiyor. O ünlü Boğaz Köprüsü'nü geçiş töreninde, Avrupa tarafından köprüye geliyorlar. Bakanlar, korumalar, medya, halk filan. Kıyamet kopuyor. Arkada harika bir görüntü: Avrupa yakası, Ortaköy Camisi, uzakta saraylar, vs. Ama ne Bono, ne grubu bir kez dönüp arkadaki manzaraya bakıyor. O manzara, sadece çekilen fotoğraflar için bir fon oluşturmakla kalıyor. Ve tüm yürüyüş boyunca müzisyenler o basına, medyaya yönelik tavrı koruyor. O zaman, ben de biraz kuşku duyuyorum. Acaba Bono, gerçek bir sanatçı gibi anın güzelliklerini yaşamaktan, bulunduğu ülkedeki doğayı ve tarihi değerlendirmekten çok, promosyona, reklama dönük bir kişilik mi? Tüm yaptıklarında samimiyetten çok, biraz hesapkitap mı var? Umuyorum öyle değildir ve benim o bir anlık izlenimim yanlıştır.