Yuuuh Miro'ya, çakıl taşını insana tercih ediyormuş diye yaygaracı biçimde başlayabiliriz! Zira şöyle diyor: "Durağanlık beni büyüler. Bu şişe, bu bardak, terk edilmiş sahildeki büyük bir taş - tüm bunlar hareketsiz şeylerdir ancak benim aklımda büyük bir hareketi serbest bırakırlar. Sürekli olarak aptalca yer değiştiren bir insan için aynı şeyleri hissetmem. Denize girmek için sahile giden ve etrafta amaçsızca dolaşan insanlar beni bir çakıl taşının durağanlığından çok daha az etkiler." Vayyy Miro'ya bak, amma da flörtözmüş diye elektrikli biçimde de başlayabiliriz! Zira şöyle de diyor: "Benim için resim mutlaka kıvılcımlar saçmalı. Güzel bir kadın ya da şiir gibi göz kamaştırmalı. Pireneli çobanların pipolarını yaktıkları taşlar gibi ışıltılar saçmalı." Ama en çok, yine ondan tırnaklı "Bazı resimlere bir saniyeliğine bakıp ömrünüz boyunca unutamazsınız," denmesini isterdi herhalde olabildiğince fazla eseri için. Ben bunu Barselona'daki Miro Vakfı'nda (Fundacio Joan Miro) tecrübe ettim (Barselona'ya gidecek olursanız ve tek bir müze hakkınız varsa, orası burası!). Sadece resim değil, şu iki işini unutabilmem için beynimden parça aldırmam icap eder: 1. Burası için yaptığı, bir duvarı kaplayan dokuma/halı. 2. Uzaylı bir çift gibi görünen, adını 'Badem Çiçekleriyle Oynayan Âşıklar' diye çevirebileceğimiz heykelin maketi. Baş döndüren bir çağdaş sanat merkezi/müzesiydi. Koleksiyonu 14 bin parçaydı! Burayı gördükten sonra artık hiçbir Miro sergisi ilgimi çekmez diyordum. MSGSÜ Tophane-i Amire girişinde, yağmurdan ıslanmış A4 kağıttan Miro İstanbul'da tabelalarını görünce iyice burun kıvırdım. Ama yanılmışım. Elbette ki dünyanın en kapsamlı sergisi değil (60 eser var). Ama İspanyol sanatçının canlı renkleri ve çocuksu resimleriyle Tophane-i Amire'nin tarihi dokusu öyle etkileyici bir tezat oluşturmuş ki... Sadece bunun için bile gidilir. 19 Ocak'a kadar gezebilirsiniz. Gezin.
HEPİ TOPU 12 YILLIK KARİYER
Şimdi anlatacağım sergiyi de 19 Ocak'a kadar gezebilirsiniz. Onu da gezin: Yıldız Moran, Türkiye'nin 'okullu' ilk kadın fotoğrafçısı. İlginç bir hayat sürmüş (1932-1995), biraz da sırlı... Robert Kolej'in son sınıfındayken dayısı, sanat tarihçisi Mazhar Şevket İpşiroğlu'nun yönlendirmesiyle, fotoğraf eğitimi almak için Londra'ya gidiyor. İşin tekniğini okuyor, bir sanat dalı olarak fotoğrafçılığa kafa yoruyor... İlk sergisini Cambridge'de açıyor, Londra'da beş sergiyle devam ediyor... Sonra Türkiye'ye dönüyor. İpşiroğlu'yla beraber Anadolu'yu gezip fotoğraflıyor. Geçimini sağlamak için portre ve kartvizit fotoğrafçılığı yapıyor. İstanbul, Ankara ve Edinburgh'da sergiler açıyor. Derken yıl 1962 oluyor. Ve Yıldız Moran, ünlü şair Özdemir Asaf'la evleniyor. Çocukları doğuyor. Ve fotoğrafla ilişkisi adeta bıçakla kesiliyor. Hepi topu 12 yıllık bir kariyer. 'Fotoğraf tutkusunun yerini ailesinin aldığı' söyleniyor ama Pera Müzesi'ndeki 'Zamansız Fotoğraflar'ına bakanlar; ışığı nasıl harikulade kullandığını, kadrajlara nasıl ruh kattığını görenler, sormadan edemiyor doğrusu: Fotoğrafçılık 'dokuz-altı' şeklinde bir memuriyet mi ki, "Çocuk da yaparım kariyer de" dememiş? Bu kadar yetenekli ve iyi eğitimli bir kadın niye sadece eş ve anne olmakla yetinmiş?