Bu güzel Ramazan Bayramı'nın ilk gününde, gülümseyişlerin kucağına bırakalım kendimizi. Biraz Nasreddin Hoca ile dolaşalım zamanda. Nasreddin Hoca (1208-1284), bizde mizahın simgesi haline gelen, Akşehir'de yaşadığı düşünülen, anlatıları ve fıkralarıyla asırlardır insanlığı düşündürürken gülümseten, bir dönemin hakiki halk bilgesiydi.
Etkisi yüzlerce yıldır öylesine güçlü sürdü ki; Anadolu'nun çevresindeki çok sayıda ulus, Nasreddin Hoca'yı sahiplendi. Nasreddin Hoca'nın, insanları dolaylı yoldan güldürerek, doğruyu gösteren, halk deyimi ile bir 'veli' olduğu kabul edildi.
***
Bugüne dek çok sayıda dilde, Nasreddin Hoca'ya ilişkin araştırmalar yapılmış, fıkraları ülkeden ülkeye dolaşmıştır. Eşeğine ters binen Nasreddin Hoca'nın, bizim bildiklerimiz dışında, az bildiğimiz yanı ise günümüze ulaşan fıkralarının, en azından bir bölümünün,
'argo' diye nitelendirebileceğimiz bir üslup ile anlatılışıdır. Şimdi belki içinizden
"Nasreddin'i böyle bilmezdik!" diyeceksiniz. Ama halka dayalı bilgelikte, geçmiş köklü yıllarda, halkın dikkatini daha çok çektiği için, hep çok doğal karşılanan bir üslup olmuştur bu.
***
Nasreddin fıkralarının bu yanını, Türkiye'de ilk kez gündeme getiren ve kitaplaştıran Türk Halk Edebiyatı ve Folklorü alanında, dünyanın en saygın bilim insanlarından biri kabul edilen Prof. Dr.
Pertev Nail Boratav'dır (1907-1998). Boratav, tam 42 yıl üzerinde çalışarak, dünyanın birçok kütüphanesinden elde ettiği veri ve el yazmalarını bir araya getirerek, bugüne kadar yazılmış en iyi Nasreddin Hoca kitabını kaleme almıştır. Boratav, Nasreddin'in efsanevi zekasını, hınzır bilgeliğini yeniden hayata taşımış, Unesco'nun 1996 yılını Nasreddin yılı ilan etmesini kışkırtmıştır. Ne yazık ki Boratav'ın el yazmalarından örnekler verdiği Nasreddin kitabı,
'resmi Nasreddin'e uymadığı için, yayınlandığında
'yasaklanma' dahil, çok tartışılmıştır.
***
Adına kitaplar yazılan Nasreddin Hoca, bir yazıyla özetlenebilecek biri değil. En iyisi bu bayram gününde, gülümseme tadında, 'argo' olmayan birkaç bilinmeyen Nasreddin fıkrası aktaralım:
Nasreddin Hoca hasta olmuş:
"Ben ölünce beni eski bir kabre gömün" diye vasiyet etmiş.
Öyle de yapmışlar... Münkir-Nekir gelmiş (sorgu melekleri), sorguya çekecek, Hoca:
"Ben eski ölüyüm; benim sorgum yapıldı" karşılığını vermiş.
***
Kimi fıkralarda, Nasreddin'in cüretli davranışları karşısında, ulu kişilerin çok sert tepkisini, ardından zekasına hayranlık duyarak Hoca'yı bağışlamalarını aktarır.
Örneğin bir fıkrada Hoca Timur'a gülümseyerek; "Biliyor musun, Ben Yer Tanrısıyım" der.
Timur da, ona "Öyleyse şu Tatar gencinin gözlerini büyüt" der.
Nasreddin'in cevabı ise; "Belden yukarıdaki işlere Gök Tanrısı karışır" şeklindedir.
İmparator Timur önce sert tepki gösterir ama sonra Hoca'yı bağışlar.
***
Bir başka Nasreddin fıkrası.
Hoca'ya kaç yaşında olduğunu sormuşlar:
"Kırk yaşındayım" demiş.
Aradan on sene geçtikten sonra tesadüfen yine sormuşlar.
Hoca, yine: "Kırk..." deyince; "Efendi! Sen bundan on sene evvel kırk yaşındayım, demiştin; şimdi yine kırk, diyorsun" demelerine Hoca şöyle buyurmuş:
"Er olan sözünden dönmez. Söz bir, Allah bir.
Yirmi sene sonra sorsanız yine söyleyeceğim budur."
***
Nasreddin Hoca'ya:
"Cenazeyi götürürken tabutun önünde mi bulunmalı, ardında mı?" diye sormuşlar.
"İçinde bulunmayın da, neresinde bulursanız bulun" demiş.
Ünlü
'kazan' fıkrasının da aslı şöyle:
Hocanın komşusu bir kazan çaldırmış. Birinin elinde bulunup Hoca'yı şahadete götürmüş.
Kadı: "Bu kazan bu Müslümanın olduğunu sen biliyor musun?" diye sorunca.
Hoca; "Evet 'kil kutuluğu' zamanından beri bilirim. Bunun elinde büyümüştür" demiş.
Herkese iyi bayramlar, Nasreddin gülümseyişleri ömrünüzden eksilmesin efendim!