Bu soruyu sorduğum ilk kişi HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur'dur. Hem de ilk karşılaşmamızda. Bir saatlik bir görüşmeydi. İkimizden başka o görüşmeye eşlik eden kişi aynı dairenin üyesi İsmail Aydın'dı. Zaten Bakan Bekir Bozdağ'a ve diğer yetkilileri uyarı mahiyeti taşıyan "Uzak durun o maklubeciden" başlıklı yazımdan sonra beni arayan ve Okur'la ilgili görüşlerimin yanlış olduğunu söyleyen ve benim kendisini muhakkak tanımamı tavsiye eden de oydu. Yani arayan Okur değildi doğrudan ama bağlantı kurulması için devreye soktuğu kişi Aydın'dı. O yüzden şaşırdım son yazımdan sonra Okur'un Twitter üzerinden beni yalanlamaya çalışmasına. Demiş ki; "Ben sizi aramadım ve ben kimseye ne olup olmadığım konusunda herhangi bir açıklama yapmadım!" Açıkçası 140 karakterle sınırlı bi yerden cevap verip Okur'la anlamsız bir polemiğe girişmek istemedim. Zira benim derdim kimseyle polemik falan değil. Derdim bir gerçeği olduğu gibi dile getirmek sadece. Bu arada yeri gelmişken şunu da belirteyim; Okur'un Cemaatçi olup olmadığı konusunda başkalarının ne düşündüğü falan umurumda değil. Benim zaviyemde şu anda onun ne olduğu falan değil önemli olan geçmişte ne yaptığıdır. Okur istediği kadar "Ben Maklubeci değilim" dese de farketmez benim için. Ha elbetteki geldiği nokta olumlu bir nokta. Yani geçmişteki pozisyonundan kurtulma çabası mühim bir gelişme ama işte bu benim için bi ölçü değil. Şöyle söyleyeyim; 17 Aralık sonrası meydana çıkan itirafçıların yaptığı itirafların hepsini dinlerim pür dikkat ama onca kötülüğe, namussuzluğa, alçaklığa yıllarca göz yumup ondan sonra "Ahh şimdi uyandım" deyip günah çıkarıyor diye o adamları alıp da başımın üzerine falan oturtmam! Bunu birileri yapar saflığından ama ben yapmam! Çünkü iyi niyetliyimdir falan ama kimse kusura bakmasın enayi de değilimdir.
Neyse... Asıl mevzuya geri dönersek. Yani Okur'un son yazımdan sonra Twitter üzerinden yaptığı salvolara! Beni aramamış hani görüşmek için. Ve asla şu ya da buyum diyerek açıklama yapmamış. Allah zaten şahit ama çok şükür ki ondan başka şahitlerim de var. Birisi bu gazetenin Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek'tir, diğeri de hem benim, hem de Hanefi Avcı'nın avukatı olan Fidel Okan'dır. Okur ve İsmail Aydın'la ikinci toplantımıza ikisini de ben dahil ettim. İyi ki de etmişim. Aksi halde beş buçuk saat süren ve neredeyse tamamında Okur'un Cemaatçi olmadığına dair hikayelerini anlattığı o toplantıda konuşulanları ispat edemeyecektim. Bana inanmıyorsanız Abdurrahman'a sorun Okur'un Cemaatçi olmadığı için döktüğü dillere! Ona da inanmıyorsanız Fidel'e sorun. Şahsen kafam karışmıştı o gün. Etkilenmiştim anlattıklarından ama ikna olmadım. Daha doğrusu olamadım. Çünkü geçmiş var. Kabak gibi gözümüzün önünde duran bir geçmiş. Okur'un her söylediğinin doğru olduğunu kabul etsem bile ben o geçmişi silemiyorum zihnimden ve haklı olarak şerh koyuyorum adının üzerine. Tabii ki demokratik hakkıdır. İsterse aday olur istemezse olmaz ama benim görüşüm olmaması yönünde. O nedenle kendisine bir kez daha sesleniyorum; "Sizinle ilgili kafalar bu kadar muallakken aday olmanız çok yanlış Sayın Okur! Hayat uzun. Çok gençsiniz daha. Bence biraz kenara çekilin ve kendinizle ilgili algının temizlenmesi için bekleyin bir süre. Ve bırakın da artık geçmişte bu çirkin yapıyla iş tutmamış, bunlarla dans etmemiş, birlikte Maklube yiyip hayatların karartılmasına göz yummamış bu çetenin mağdur ettiği yargı mensupları görev başına geçsin. Ayrıca bu çağrım sadece size de değil. Mevcut HSYK'da sizinle kim aynı pozisyonda idiyse geçmişte, onlara da!"