İlgi alanım olmadığı için dün TV'de denk gelmeme rağmen izlemedim, sonuna kadar TFF eski başkanı Mehmet Ali Aydınlar'ın basın toplantısını. Sonradan haberim oldu ağladığından. Yazıyı yazmadan son dakikaları check etmek üzere internete göz attığımda... Gerçekten çok üzüldüm. Aydınlar'ı o halde görünce hakikaten çok kötü oldum. Baştan herkes gibi ben de kızdım o anın yaşatılmasına sebep olan gazeteci arkadaşımıza. Ben de öfkelendim "neden, ne gereği vardı böyle bir soruyu sormanın?" diye... Ama sonra düşündükçe ve muhakeme ettikçe meslektaşımın hiçbir günahı olmadığını ve zavallının aslında sadece işini yaptığını anladım.
Bu soru sorulacaktı. Ama er ama geç! Sorulması kaçınılmazdı. Çünkü etmişti Aziz Yıldırım bu sözleri. Evet abuk sabuk ve bana göre de çok ağır ama sonuçta demişti: "Yaşadığı acıyı unutsun diye voleybol şubesini ona verdik!"
Peki bu gerçek miydi? Yıldırım, sırf oğlunu genç yaşta kaybeden Aydınlar'ın acısını unutması için mi kıyak yapmıştı ona! Öyle bile olsa acaba ne düşünüyordu bu insafsızca yorumla ilgili Aydınlar? Cevabını, ne düşündüğünü bilmek, öğrenmek hakkımız değil miydi?
Ha keşke o soru canlı yayında sorulmasaydı. Ne bileyim, atıyorum keşke bir gazete röportajında ya da banda çekilen bir kayıtta sorulsaydı. Öyle olmadı. Olamadı ne yazık ki o soru dün soruldu. Yüreği yanan Aydınlar da o epeyce ağır gelen soru karşısında duygularına hâkim olamadığı için kahroldu milyonların gözleri önünde. Ve öyle kahroldu ki genç yaşta kaybettiği biricik oğlundan bahsederken cümleler boğazında düğümlendi. Düşünün... Yıldırım'ın aslında yalan söylediğini, o sözleri ettiği tarihlerde oğlunun henüz hayatta olduğunu bile tam anlatamadı. Ve sonra da zaten toplantıyı yarıda kesip gitti.
Tabii dün yaşanan dramatik bu olay sosyal medyanın tartıştığı ilk gündem oldu. Bir kısım angutlar hariç Aydınlar'ın acısını yüreğinde hisseden hemen herkes tepki gösterdi duruma. Fakat tepkilerin tümü Aydınlar'la ilgili geçmişte o sözleri sarf eden Aziz Yıldırım'a değil, Yıldırım'ın sözlerinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek isteyen gazeteci arkadaşaydı. Ahali enteresan bir şekilde sadece gazeteciyi suçluyor, ağır sözlerle eleştiriyordu. Garip bir biçimde hiç kimse dönüp de Aziz Yıldırım'a "Yuh!" çekmiyordu. Hiç kimse "Allah seni bildiği gibi yapsın Aziz! Oturduğun koltuğu kaybetme korkusu yüreğini iyice taşlaştırmış. Nasıl bir vicdana sahipsin ki acılı bir baba için bu cümleleri kurdun? Velev ki doğru, söylediğin... Bir insanlık yapmış olsan bile Aydınlar için... Eee peki hiç mi utanmadın bunu dile getirirken?" demiyor!
Demediğini, diyemediğini şimdi ben diyorum işte ve Aziz Yıldırım'a sesleniyorum: "Sen nasıl bir insansın be adam!" Sen nasıl bir adamsın Aziz Yıldırım?