Geçtiğimiz pazar günü çözüm süreci ile ilişkilendirdiğim 'akrep besicisi' hikayesi bayağı ilgi gördü. Çok sevdiğim bir dostum; "Bence pazar yazını bir hikaye ile bağlarsan vermek istediğin mesaj çok daha kolay okunur" tavsiyesinde bulununca denemeye karar verdim.
Alevi köyünün yağız delikanlısı Ali'nin biricik oğlunun sünnet düğünü vardır. Köy meydanında yapılan düğüne bütün köylü iştirak etmiştir. Alevi Dedesi de Alevi gelenek ve görenekleri elinde büyüttüğü Ali'yi tebrik etmek için düğün alanına varır. Varır varmaz da sünnet çocuğu dedenin kucağına verilir. Dede oğlanın başını okşarken adını sorar. "Yavuzzzz" der çocuk da. Tabii bu adı duyan dede ayağa fırlar ve "Ulan hangi deyyus goydu sana bu ismi?" diye çıkışır. Baba Ali usulca yaklaşır ve der ki; "Ben goydum dedem!" Dede bunun üzerine daha da bi öfkelenir tabii. Başlar; "Sen Alevileri kesip doğramış, katletmiş bi adamın adını nasıl goyarsın oğluna! Ben sana hiçbişey ögretememişim Ali! Yazıhlar olsun sana yazıhlar!" diyerek saydırmaya...
Düğündeki ahali gerilir tabi. Herkes sus pus gözünü Ali'ye diker. Bunun üzerine söz alır Ali ve der ki; "Dedem hele bi sakin ol. Yav he ben goydum. Goydum ama bi sor ki niye?"
Dede bi daha zıplar yerinden. "Niye?" diyerek!
"Yav dedem... Bi tane oldi adını Hasan goydum öldi. İkinci oldi adını Hüseyin goydim öldi. Üçüncü oldi adını Bektaş koydum o da oldi. Bahtım üç tene bizden gitti. Bi tene de onlardan gitsin diye bunun adını da Yavuz koydum ama bu hınzır yaşadı. Ben ne yapam dedem?"
Güldünüz biliyorum. Hepiniz güldünüz ama güldüğünüz bu hikayeden vermek istediğim mesaj tam da gerçeğin kendisidir işte. Hafta içi benim de katıldığım 'Alevi-Sünni kardeşliği' temalı iftarda yapılan bütün konuşmalar çok güzeldi ama bence Alevilik meselesinin çözümünde izlenecek yolu en doğru biçimde işaret eden Cumhurbaşkanı Gül'ün; "Birbirimizi ne kadar çok anlarsak, kendimizi başkasının yerine ne kadar çok koyarsak, ne kadar çok empati yaparsak, o kadar çok bu ülke içinde dayanışmayı gerçekleştiririz" sözleriydi.
Daha önceleri de yazdım. Ve yazmaya da devam edeceğim. Bu coğrafyada yaşama zorunluluğu olan tüm insanlar, empati anahtarını sürekli cebinde taşırsa aşılamayacak hiçbir sorun kalmaz. Elbette ki kolay değildir bir Türk'ün onların ne yaşadığını ve ne hissettiğini anlaması için kendisini bir Kürt'ün yerine koyması. Ya da bir Sünninin Alevinin, başı açığın başı örtülünün yerine koyması. Zordur ama çözüme ulaştıracak en doğru yol da budur!
İşte o günkü iftarda lokma duasını bitirdikten sonra 3. Köprünün isminin değiştirilmesi için Cumhurbaşkanından ricada bulunan Derviş Dede'nin söylediklerini de cebimizdeki empati anahtarı ile okumaya çalışsak, emin olun bizim ortak bir noktada buluşamamız için bir engel kalmaz ortada! Hep gelir ve o günkü iftarda da geldi önüme; "Neden Aleviler Yavuz ismine bu kadar alerji duyuyorlar?" sorusu. Şöyle cevaplıyorum; "Çünkü size anlatılan 'Yavuz', Alevilere anlatılan Yavuz'dan çok farklı. Sizin Yavuz Osmanlı İmparatorluğu'nun en kudretli padişahı! Hilafeti Anadolu coğrafyasına getiren bir kahraman. Ama Aleviler'e anlatılan Yavuz, kılıcını iktidarı uğruna sorumsuzca sallayan ve binlerce masum Aleviyi gözünü kırpmadan katleden bir gaddar!"
Yeri geldi yazayım bu arada. Aleviler sanıldığı gibi diğer 3 halifeden nefret falan etmezler. Evet bi mesafeleri vardır bu isimlere ama öfkeleri, kinleri asla yoktur. Aleviler sadece şu üç ismi lanetlerler; Muaviye, Yezid ve Yavuz! Çünkü bu üç isim de onlara göre İslamiyet'in temsilcisi, kurucusu ve en büyük insanı Hz. Muhammed'in evlatlarına, onun soyunu devam ettirecek olan Ehl-i Beyt'e ve onların yolundan gidenlere çok büyük fenalıklar, zulümler ve eziyetler etmiştir.
Kalp yarasıdır, acısıdır bu üç isim Aleviler için. O nedenle de ne çocuklarına koyarlar isimlerini, ne de etraflarında bu isimleri hatırlatacak yapıtlar olsun isterler. İşte şimdi hepinizden birkaç dakikalığına, aydığı anda Yavuz Padişahın gaddarlığını anlatan hikayeleri dinlemeye başlayan Alevilerin yerine koymanızı rica ediyorum ve soruyorum; "Siz olsaydınız Türkiye'nin en yeni ve görkemli köprüsünün adının Yavuz Sultan Selim olmasını ister miydiniz?"