Hatırlayın. 2 ay evvel bu gazete, henüz daha bu tartışmalar yokken, "Dersim'in kayıp kızları" başlığı ile taşımıştı o dönemin trajedisini manşetine... Dersim'de yaşanan dramın belgeselini hazırlayan Nezahat Gündoğdu'nun anlatımıyla, ailelerinden koparılarak besleme ve evlatlık olarak Türkiye'nin dört bir yanına dağıtılan kızların hikâyeleri anlatılmıştı sizlere... Gazete yok satmış, posta kutum tebrik mesajları ile dolup taşmıştı! Elbette ki; "Bu haber bölücülüğe hizmet ediyor. Ayıp ediyorsun. Senin gibi bir Atatürkçüye yakışıyor mu?" diye tepki gösteren de olmuştu! Bu itiraz sahipleri ile karşılıklı yazışınca o günlerde anlamıştım ki, biz millet olarak, geçmişimizle yüzleşmek, hesaplaşmak istemiyoruz! Üzülmüştüm şahsen...
Ama geçen çarşamba, "Dersim katliamının emrini kim verdi? Atatürk mü, İnönü mü?" diye sorup, Öymen'e de, "Atatürk'ü kalkan yapmayın! Eğer bu katliam emrini o vermişse, üzgünüm ama yanlış yapmış ve ne yazık ki çok faşizan bir hataya imza atmıştır!" sözleri ile seslenince de çok farklı bir anlayışla karşılaştım. Sağ olun, var olun... Mesaj bombardımanına tuttunuz beni; Kiminiz, "Atatürk de İnönü de değil, Celal Bayar'dı" dedi. Kiminiz, "Üçü de değil! O dönemin gözünü kan bürümüş yerel yöneticilerinin pespayeliği" dediniz. Kiminiz de, "Alınan kararlar konjonktüreldi! Emri veren Atatürk'ün ta kendisi" yorumunu getirdiniz.
"Kim yaptıysa hunharca ve alçakça bir katliamdır!" söyleminiz ise sizin ortak paydanızdı...
İşte bu beni çok mutlu etti... Çünkü belli ki canım Türkiye'm konuşmak, gerekirse yüzleşmek istiyor geçmişiyle artık... Ne hoş, ne umut verici bir gelişme değil mi?