Türkiye, IMF'den ilk borcunu 1947'de aldı. Bu borç anlaşması 5 milyon dolar tutarında ve üç yıl vadeli olarak yapıldı. Ardından 1950'li yıllarda IMF'den dört ayrı kredi daha alındı.* Daha sonra 1961'den başlamak üzere 19 defa stand-by yani destek kredisi adı altında yeni kredi anlaşmaları yapıldı. Son anlaşmanın süresi 10 Mayıs 2008'de sona erdi. Bütün baskılara rağmen hatta hükümet içinden gelen 'yeni stand-by yapıp IMF'den borç alalım' ısrarlarına rağmen Başbakan Erdoğan, fonla yeni bir borç anlaşması imzalamadı. Böylece 2001 öncesi ahbapçavuş kapitalizmiyle soyulup, IMF hastanesinde yatan Türkiye ekonomisini buradan tek başına çıkartıp sağlığına kavuşturdu.
Peki Erdoğan bütün bu baskılara rağmen niye Türkiye ekonomisini IMF hastanesinden çıkardı? Çünkü Erdoğan, 2001 krizinin ardından içi boşaltılan bankalar ve sürekli rant kollanması nedeniyle kamu bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 24'e çıktığı seviyeden bu açığı yüzde 1.5'a geriletti. Yine kamu borç yükünü yüzde 94 düzeyinden beş yıl önce yüzde 42 seviyesine indirdi. Böylece kamu maliyesini sürdürülebilir hale getirdikten sonra IMF hastanesinde kalmanın Türkiye'yi ahlaki zafiyete götürdüğünü gördü. Çünkü hem özel sektör hem de bürokratlar, 'nasıl olsa IMF var' diyerek riskleri ciddiye almıyorlar, bir de IMF olmadan yaşamak imkânsız biçiminde bir algıyı çevreye yayıyorlardı. Hatta Erdoğan, bazı işadamlarının "IMF'den 35 milyar dolar alıp bize verin" söyleminin temel dayanağının bu işadamlarının kendi kendilerine olan borçlarını devlete ödetmek amacını tespit etti. Böylece yine o dönemin söylemi olan "ucuz kredi buldun niye almıyorsun" tuzağına da düşmeyerek IMF ile yeni bir anlaşma imzalamadı.
Gelelim yeni stand-by yapılmadan IMF programsız geçen son beş yılın değerlendirilmesine... "IMF olmadan Türkiye ekonomisi batar, hatta IMF'siz AK Parti hükümetleri popülist politikalarla bütçe açığını yükseltir, ekonomiyi yeni bir krize götürür" diyenler yanıldı. Sanılanın aksine Erdoğan, popülizmden uzak durarak bütçe disiplinini korudu. Disiplini korurken, IMF vesayetinden kurtulup fakirlerden yana bir kamu harcama tasarımı ortaya koydu. Toplumda fırsat eşitliğini sağlayacak ve fakirliği azaltacak eğitim ve sağlık harcamalarını askeri harcamaların üzerine çıkardı. Böylece bu ülke nüfusunun yüzde 30'unun günlük geliri 4.3 doların altındayken, bu oran ülke nüfusunun 2012'de yüzde 2.7 sine geriledi.
Peki Türkiye IMF ile pek çoklarının söylediği gibi 20'nci stand-by anlaşmasını yapsaydı ne olacaktı? Türkiye kamu maliyesi 35 milyar dolar daha ilave borçlanacak, İstanbul sermayesi bu alınan parayı kullanacak, halk ilave vergilerle onların bu borcunu ödemeye devam edecekti. Ve Türkiye ekonomisi IMF hastanesinden çıkamayan hastalıklı bir ekonomi olarak görünecekti. Oysa şimdi IMF'siz bu ülkenin ekonomisi güvenilir bir liman oldu. İşte bu nedenle IMF'ye borcun son taksitinin ödenip bitirildiği bugün önemli bir gün olarak tarihte anılacak.
Prof.Dr.Sevim Görgün,İktisadi Gelişmenin Dış Borçlarla Finansmanı ve Türkiye'nin Dış Borçları (1923-1970), İstanbul 1973