Modern sömürgecilik artık standartlar aracığıyla yapılıyor. Kur savaşları yanında iç pazarın korunmasına yönelik her hamlede standartlar kullanılıyor. O halde nedir standart?
Standart, tasarlanmış tutarlı kurallar ve kılavuzluk bilgileri olarak tanımlanıyor. Gelelim standartlar yoluyla günümüzde sömürgeciliğin nasıl yapıldığına...
Modern sömürgecilik süreci şöyle işliyor. Eğer bir ülkeye mal satmak istiyorsanız önce o ülkenin kullanacağı malzemelerin ya da hizmetlerin standartlarını belirliyorsunuz. Böylece o ülkeye satılacak malların da özelliklerini belirlemiş oluyorsunuz. Sonra tüm malzemeyi kendi tedarikçileriniz üzerinden sağlıyorsunuz. Zengin ülkeler, gelişmekte olan ülkelere gelip hiçbir bedel almadan malzeme ve hizmet standardı belirliyor.
Örneğin bir kablonun yangına karşı nasıl özellikler göstermesi gerektiğini belirliyorlar. Ardından bu özelliklere sahip kendi ülkelerindeki kablo firmalarını devreye sokuyorlar. Böylece standardı belirlenen ülke tüm kablo alımlarını bu zengin ülkeden yapmak zorunda kalıyor. Çünkü diğer kablolar aynı yanmaz özelliğe sahip olsa bile bazı değişiklikler geçirmesi gerekiyor, bu standardın temini ise üretimde uzun süre aldığından pazara girmek zorlaşıyor.
Yine eğer iç pazarınıza yabancı ürünlerin girmesini istemiyorsanız, sık sık standart değiştirip ithal edilen malları standartlara uygun değil diyerek geri gönderiyorsunuz ya da kullanımını kısıtlayabiliyorsunuz. İşte Türkiye şimdi bu türden yeni bir standart belirleyen pazara girme engellemesiyle karşı karşıya kaldı.
Şimdi gelelim Türkiye'nin yaşadığı soruna... AB'nin zengin ülkeleri kendi mallarını satabilmek ya da kendi iç pazarlarını korumak için sürekli standart değiştiriyor. Bunun en son örneği yapı malzemelerinde yaşandı.
Yeni AB direktifine göre, Avrupa Türkiye'nin fazla miktarda ihracat yaptığı yapı malzemelerine yeni bir standart getirerek Türkiye'nin ihracatını engellemeye çalışıyor. Amaç kendi iç pazarını ve kendi firmalarını korumak. AB direktifine göre Türkiyeli üreticiler yapı malzemesi standardını Temmuz 2013'e kadar tutturamadığı takdirde yapı malzemesi ihracatı duracak. Böylece Türkiye kaliteli yapı malzemesi ürettiği halde malını satamayıp zarara uğrayacak ya da Türkiye'deki üretici firmalar Avrupalı standart firmalarına çok büyük paralar ödeyip uygunluk belgesi alabilecekler. Böylece çok miktarda döviz, uygunluk belgesi bedeli olarak yurtdışına transfer edilecek. Çünkü bu kısa sürede Türkiye'de mevzuat ve standart düzenlemesi yapmak mümkün görünmüyor.
Peki Türkiye niçin standart belirlemede böyle zor duruma düşüyor? Çünkü bizde Türk Standartları Enstitüsü henüz ne yaptığı tam olarak anlaşılan bir kuruluş olamadı. Oysa standartların büyüme hızına katkı oranı Almanya'da yüzde 27, Fransa'da yüzde 23, İngiltere'de yüzde 12. Ve Avrupa standart pazarındaki firmaların gelirleri yılda 38.3 milyar euro'yu buluyor. Türkiye'de ise TSE'nin geliri 85 milyon euroyu ancak bulabiliyor.
Gelelim yaşanan son ibretlik bir olaya... TSE Genel Müdürü Hulusi Şentürk'ün önceki gün bazı akademisyen ve köşe yazarlarına verdiği bilgiye göre, Akkuyu nükleer santralinin gözetim, muayene ve belgelendirme maliyeti 500 milyon dolar olarak tahmin ediliyor. Bu standart ve uygunluk belirleme işini kendileri yapabilecek kapasiteye sahipken Enerji Bakanlığı'nın TSE'yi davet etmediğini ve işin Rus firmasına verildiğini söyledi. Halbuki nükleer santralde en önemli işin kaynak standardı olduğunu ve bu işi kendilerinin yapabilecek kapasitede eleman ve laboratuvara sahip olduklarını ileri sürdü.
Anlayacağınız, elimizde TSE varken biz gidip işlerimizi yabancı firmalara verip, malzeme temininin Türkiye'den yapılmasını da engelliyoruz. Böylece modern sömürüye kendimiz yol açıyoruz.