Tam rekabetin geçerli olduğu koşullarda, faiz oranları, para arz ve talebine bağlı olarak belirlenir. Para talebi, para arzından fazla olunca faiz oranları artar, para talebi azaldığında ise faiz oranları da azalır.
Peki para piyasalarında tam rekabet koşullarının geçerli olduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır, çünkü merkez bankaları para arzını azaltarak ya da çoğaltarak faiz hadlerini etkileyebilirler. İşte merkez bankalarının kendi hedeflerine ulaşmak için para arzını azaltıp çoğaltmalarına para politikası adı veriliyor.
Peki dünyada son dönemde faiz oranları niye düşük? Çünkü ABD mali krizinin ardından yatırımcılar, kâr beklentileri azaldığı için para talebini azalttılar. İşte bu nedenle özellikle zengin ülkelerin merkez bankaları para arzını çoğaltıp faizleri gerileten bir para politikası izliyorlar ve yatırımların artmasını, işsizliğin azalmasını arzuluyorlar. Dolayısıyla küresel piyasalarda faizler düşük oranlı seyrediyor.
Peki gelişmekte olan ülkelerde faizler niye zengin ülkelere göre yüksek? Çünkü gelişmekte olan ülkelerde yatırımcıların kâr beklentileri var. İşte bu nedenle para talep ediyorlar ve zengin ülkelerde fazla talep bulamayan para, küresel ekonominin gereği gelişmekte olan ülkelere gidiyor. Ama çok yüksek faiz verirseniz bu defa çok fazla kısa vadeli kâr amaçlı para gelişmekte olan ülkeye yöneliyor. Ve o ülkenin parası değerlenmeye başlıyor, ihracatta rekabet gücü kaybediliyor, ithalat artıyor. Dolayısıyla ülke içinde üretim azaldığından işsizlik çoğalıyor. Hatta ani kısa vadeli para çıkışları krizlere neden oluyor. İşte bu istenmeyen ortama yüksek faiz- düşük kur politikası neden oluyor. Türkiye uzun süre bu politikayı uyguladı. Niye deseniz... Türkiye, Kasım 2010'a kadar son 20 yıldır bizdeki Merkez Bankacıların alışkanlık edindiği bu yüksek faiz- düşük kur politikasıyla başarıya ulaşacağını düşündü. Çünkü kamu bütçe açıkları bu şekilde finanse edildi. Edilemediği dönemlerde de ekonomi krize girdi.
Oysa son on yıldır Türkiye ekonomisinde koşullar değişti. Bütçe açıkları kapandı, borç yükü azaldı. Devletin piyasalardan borçlanma ihtiyacı geriledi. Hatta 2012'de bütçe açığının milli gelire oranı yüzde birin altına, yüzde 0.8'e, kamu borç yükü de yüzde 37 seviyesine gerileyecek. Dolayısıyla devlet artık piyasalardan çok fazla para talep etmiyor ve etmeyecek.
İşte bu nedenle Merkez Bankası'nın, daha önce atamaları geri çevrilen ve ilk kez seçilmiş iktidar tarafından atanan yöneticileri alışkanlık haline gelmiş ve bankerlere kolay para kazanma yolunu açan bu politikayı cesaret edip değiştirdiler. Bu yüzden de yerli ve yabancı çevrelerden büyük saldırıya uğradılar. Eski politikaya dönüp tekrar yüksek faiz vermeleri için yoğun eleştirilerle baskı altında tutuldular. Hâlâ baskı altındalar.
Halbuki bugünkü küresel ekonomik koşullarda yüksek faiz vermeye gerek yok. Çünkü parayı devlet talep etmiyor. Kim ediyor? Özel sektör. Özel sektör, para talep ettiğine göre, kendi kârını dikkate alarak paraya bir fiyat verecek. Bankerler de para talep eden özel firmanın riskine bakarak paranın fiyatı olan faizi talep edecekler. Böylece piyasalarda talep eden firmanın durumu ve bankerin isteğine göre binlerce faiz haddi oluşacak.
Peki hal böyleyken faiz artışını isteyenler kim? Onlar, devletin bütçe açıklarından beslenmeye alışmış yüksek faiz lobisi. Amaçları devletin yine yüksek faizle borçlanmasını sağlayıp, bu yoldan kolay para kazanmaya devam etmek. Getir ucuz sıcak parayı, sat devlete pahalıya, böylece kolay kazanç sağla. Kısacası vatandaşa harcanabilecek paralara el koymak istiyorlar. Ama koşullar değişti, devletin bütçe açığı yok artık. Gidin bu parayı, halkın sırtından değil özel sektörden kazanın. Galiba bundan çekiniyorlar. Çünkü devlet borcu garantiliydi. Özel sektörle iş yapınca parayı kaptırmak da var. Dolayısıyla faizleri yükselt diye Merkez'e saldırıyorlar. İstedikleri kadar saldırsınlar Merkez'in yeni yönetimi doğru işler yapıyor ve öyle anlaşılıyor ki yapmaya da devam edecek.