Uzakdoğu ülkeleri kapalı ekonomiyi terk edip dışa açılırken,1970'te Türkiye'yi yöneten Süleyman Demirel'in çıkardığı "finansman kanunları" Türkiye ekonomisinin etrafına yüksek duvarlar ördü ve rekabete kapattı. Ve ardından 12 Mart 1971 darbesi geldi. Bunda hiç şaşılacak bir şey yoktu; kapalı bir ekonomi ancak askeri vesayetle yürütülebilirdi. Nitekim Özal'a dek darbeciler ve kapalı ekonomi savunucuları el ele yürüdü.
Zaten tam 12 Mart darbesi günlerinde de, bu darbeye destek çıkmak ve rantlarını kollamak amacıyla 2 Nisan 1971'de TÜSİ- AD kuruldu. TÜSİ- AD kurucuları şu protokolü imzaladı: "...
Türkiye'nin demokratik ve planlı yollarla kalkınmasına ve Batı uygarlık seviyesine çıkarılmasına yardımcı olmak amacıyla kurulan Türk Sanayicileri ve İşadamları Birliği'nin devamlılığını sağlamak ve görevlerini yürütmek üzere lüzumlu mali yardımları, mutabık kalınacak esaslar dahilinde, müştereken yapacağımızı taahhüt ederiz."
Altına imzalarını attılar. Yani, rantların kollanmasında yapılacak lobi faaliyetleri için ellerin cebe atılacağını kendi aralarında taahhüt eden bir protokol yaptılar.
Bu kapalı ekonominin rantlarını, TÜSİAD 1984'e kadar toplayarak palazlandı. Ama Türkiye palazlanamadı. İşadamlarımız, sadece iç pazara mal satmakla yetinince, ekonomi döviz ihtiyacını karşılayamadığı için sürekli krize girdi. TÜSİAD döviz kazanmak yerine yurtdışında çalışan işçi dövizlerine, teşviklere ve yüksek gümrük duvarlarına yaslanarak var olmayı başarı zannetti.
Bu gidişe ancak 1983 sonunda başbakan olan Turgut Özal "dur" dedi. Ekonomide işlerin böyle yürümeyeceğini gördü. Türk parasını konvertible yaptı ve özelleştirmelere başladı. TÜSİAD Türkiye'nin batacağını söyledi Özal'a yüklendi ama tam aksi oldu Türkiye ekonomisi hızla güçlendi.
1984'te Özal'a "batarız" diyen TÜSİ- AD, aynı yaklaşımı 2008'de Başbakan Erdoğan'a "IMF'den 35 milyar dolar alıp bize vermezseniz batarız" diyerek tekrarladı. Özal 1984'te TÜSİAD'a, "yalılarınızı satın sermayenize ekleyin" cevabını vermişti. Benzeri bir cevabı Başbakan Erdoğan da TÜSİAD'a, "IMF ile anlaşma yapmayarak" verdi, "Kendinize olan borcunuzu kendiniz ödeyin" dedi. Ve paşa paşa borçlarını ödediler.
Böylece ekonomi IMF hastanesinden kurtulunca iyileşti. Peki IMF'nin bütçeyi vesayet altına aldığı bir ekonomide statükocu İstanbul sermayesi bütçe rantlarını almaya devam etseydi ne olurdu? AK Parti 12 Haziran seçimlerini kaybederdi. Çünkü IMF vesayeti altındaki bütçeyle AK Parti sıkıştırılacak, böylece, bütçede IMF vesayeti, siyasette askeri vesayet geçmişte olduğu gibi el ele sürdürülecekti.
Gelelim bu güne... Devlet rantı kollamakla görevli TÜSİAD, teslim alamadığı AK Parti Hükümeti'ni 12 Haziran seçimi öncesinde de sıkıştırmaya çalıştı. Bazıları CHP-MHP koalisyonu kurmak için kollarını sıvadı. CHP ve MHP ile birlikte Türkiye ekonomisinde sanki sorun var görüntüsünü yaydı. 12 Haziran seçimi öncesinde TÜSİAD Başkanı "Her ne kadar, Merkez Bankası ve CEO'larımız aşırı ısınma olmadığını ifade etse de, cari açığın güncel önemi, ısınma konusu üzerinde hepimizin düşünmesi gerektiğini de gösteriyor'' dedi.
Ama seçim sonuçları TÜSİAD'ın da içinde bulunduğu CHP-MHP Koalisyonu cephesi tasarlayanları tam bir hayal kırıklığına uğrattı. Seçmen yüzde 50 oy oranıyla "AK Parti'ye devam" deyince, bu defa TÜSİAD Başkanı çıktı ve cari açık ve ısınma konusunda, "Açıkçası piyasaya hızlı müdahaleleri iş dünyası olarak çok sevmiyoruz. Piyasaların kendi içinde rasyonel risk yönetimlerini yapabildiğine inanıyoruz" dedi.
Anlayacağınız seçimden önce "cari açık ve ısınma ekonomi için büyük sorun" diyen TÜSİ- AD Başkanı, seçim sonrasında fikrini değiştirdi ve cari açığın sorun olmadığını, kendi içinde risk yönetimiyle çözüleceğini söylemeye başladı. TÜSİAD siyasi hesapları değil de ekonomik hesapları dikkate alsa ve cari açık sorun mu değil mi artık bir kararını verse...
Ekonomik önerilerde bulunurken ve ekonomiyi eleştirirken ölçüsünün ne olduğunu, cari açıktan tam olarak ne anladığını bir zahmet açıklasa.