Türkiye 1990'lı yıllarda ahbap-çavuş kapitalizmiyle yönetildi. 1992'de iktidara gelen Süleyman Demirel- Erdal İnönü koalisyon hükümeti kamu bütçesini boşalttı. Bütçeden soygun en yoğun o dönemde yaşandı.
"Kim ne veriyorsa ben beş lira fazlasını veriyorum" söylemi haksız kazançlara yol açtı. Kadınlara 38, erkeklere 42 yaşında emekli olma imkânının getirilmesi ise sosyal güvenlik açıklarını hızla büyüttü. Bir bankadan kredi kartı alacak mali yeterliliği olmayanlara yine aynı dönemde banka kurma izni verildi. Ve onların kurdukları bankalara kamu bankaları kaynak aktardı. Bu bankaları kuranlar ve kredileri alanlar, vatandaşın mevduatını işte bu yolla alıp yok ettiler. Bu dönemin tahribatı hâlâ sürüyor. Ekonomiye verdikleri zararı bugün hâlâ vatandaş yüksek tutarda akaryakıt ve iletişim vergisi ödeyerek karşılamaya çalışıyor.
Gelelim bütçenin soyulmasının sorumlularına... Koalisyon hükümeti döneminde Demirel ve İnönü bütün bu uygulamaları bir bürokrat kadrosuyla birlikte yaptılar. Bugün CHP Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu da o dönemin tepe bürokratlarındandı. Genç yaş emekliliğini tasarlayıp uyguladığı için, Kılıçdaroğlu da, kamu maliyesinin 1992-2002 yıllarındaki açıklarının ilk derece sorumlularından biri oldu. O dönemin yöneticilerinin sorumsuzlukları nedeniyle ortaya çıkan kamu bütçesi açıkları öyle bir hal aldı ki, sürdürülmesi artık mümkün olmadığı için 1999'da dönemin Başbakanı Bülent Ecevit gidip IMF'den borç para almak zorunda kaldı. IMF'den 22 Aralık 1999 ile 11 Mayıs 2005 arasında yaklaşık 57.2 milyar dolar tutarında destek kredisi alındı. Ve bu kredilere masraf ve faiz olarak yaklaşık 6.6 milyar dolar ödendi.
Anlayacağınız dolar üzerinden yüzde 12 faiz ve masraf ödemesiyle en yüksek maliyetli borçlanma yapıldı. Halkın hayatını hâlâ yoksullaştırmaya devam eden bu yüksek maliyetli borçlanmanın sorumlularının, "1992- 2002 yılları arasında Türkiye'yi yönetenler" olduğunun bilinmesi gerekiyor.
Gelelim bu günlere... AK Parti Hükümeti Mayıs 2008'de biten IMF anlaşmasını uzatmadı. Bu anlaşmanın uzatılmasını IMF dahil Türkiye'de kriz lobisi olarak tanımlayabileceğimiz işadamları ısrarla istediler. IMF Başkan Yardımcısı John Lipsky'nin, toplantılarda Türk yetkililere, "size çok para vereceğiz, anlaşmayı imzalayın" demesine rağmen Hükümet IMF anlaşmasına imza atmadı.
Hatta Lipsky'ye destek vermek için statükocu bir işadamı çıkıp, "ucuz para buldunuz niye almıyorsunuz?" diyerek Hükümet'i adeta beceriksizlikle, basiretli bir tüccar gibi davranmamakla suçladı. Hükümet baskılara rağmen IMF'den borç almaya yanaşmadı. Çünkü IMF borcu, siyasi koşullarının yanında ağır bir mali yük de getiriyordu. IMF ile anlaşmayı isteyen statükocu işadamının söylediği gibi, IMF kredisi hiç de öyle ucuz değildi. Masraf ve faizleriyle toplam maliyet yüzde 12'yi buluyordu.
Peki niye Türkiye 2008'den sonra hiç ihtiyacı olmadığı halde IMF'den kredi almaya zorlandı? Zorlandı çünkü amaç, Türkiye ekonomisini IMF vesayeti altında kendi istedikleri gibi yönetmekti. Bu senaryoları engellendi. Türkiye, IMF'ye olan 57.2 milyar dolar borcun 51.3 milyar dolarını ödedi. Kalan 5.9 milyar dolarını da 2013 sonuna kadar ödeyip bitirecek.
Bütün bunları niye anlattık? IMF'den alınan krediler söylendiği gibi ucuz kredi değil. Faizin yanında "masraflar" adı altında çok yüklü tutarda ek bir komisyon alınıyor. Hatta IMF yönlendirmesiyle bütçeden yapılan harcamaların maliyeti de ilave edilirse, IMF kredileri çok pahalı bir kaynak. Ekonomiyle ilgili demeçleri, yazılıp çizilenleri, açıklamaları anlamak için bütün bunların bilinmesinde fayda var.