Senelerdir üzerinde durduğum çok önemli bir konu var. Üç büyüklerin bütün Türkiye'de taraftarı var. Örneğin bir Anadolu şehrimizi göz önüne alalım. Bu şehrin insanları doğal olarak önce kendi takımlarını tutarlar, sonra da hemen hemen hepsi üç büyüklerden birinin taraftarıdır. Bu yüzden yazılı ve görsel medyada öncelik uzak ara üç büyüklere tanınır. Her sene de bu kulüplerin arasında büyük rekabet yaşanır.
Futbolumuzun uluslararası alanda başarılı olabilmesi ve senelerdir büyük sorun olan tribün terörünün en aza inmesi için başta büyük kulüp yöneticileri ve medya olmak üzere futbolun içindeki tüm birimlere büyük iş düşmektedir. Büyük kulüp yöneticilerinin görevi günümüz futbolunun istediği ilkeleri sahaya yansıtacak bir takım kurmalarıdır. Yalnız iyi hoca bulmak ve iyi transferler yapmak yeterli olmaz. Önemli olan oyuncuların özel yaşamına dikkat edip giydikleri formanın hakkını vermeleridir.
Ne yazık ki ülkemizde yabancılara gösterilen aşırı ilgi, onlara tanınan kredi ve disiplinsizlik bu futbolcuları bozuyor. Türkiye ligini küçük görüyorlar, İstanbul şehrinin büyüsüne kapılıyorlar. Sahada koşacak halleri olmasa da forma şansı buluyor, kötü oynamaya devam etseler de yine görev alıyorlar. Bir gün yedek kalınca veya oyundan çıkarılınca hemen tavır koyuyorlar ve bunlardan hesap sorulmuyor.
YILDIRIM'I UYARMIŞTIM
Bu konuda birinci örnek Fenerbahçe... 8'de 8 galibiyet geldiği zaman dahi Fenerbahçe'nin iyi yolda olmadığını yazmıştım. Kayseri maçı sonrası da başkan Aziz Yıldırım'ı TRT'nin Stadyum programı ve gazetemden uyardım. Üç haftalık arada gerekli tedbirler alınmazsa çok kötü bir gidişin gündeme geleceğini vurguladım. Bu arada tedbirler alınmadığı gibi tatil havasına girilince sonuç felaket oldu: 3 maçta 0 puan.
Başkan Aziz Yıldırım, Eskişehir maçı sonrası Kulüpler Birliği Başkanlığı'ndan istifa edip federasyon ve MHK'yi eleştirdi. Fenerbahçe'nin Beşiktaş ve Eskişehir maçlarında iki net penaltısı verilmedi. Ama bu kadar büyük paralar verilerek kurulan, büyük bir taraftara sahip takım iyi futbol oynamıyor. En önemlisi de sahada mücadele etmiyor. Her gün gece hayatından canlı örnekler ortaya çıkıyor. Teknik direktör hak edene forma şansını vermiyor. Böyle bir tablodan sonra siz işi başka yönlere çekerseniz ancak çok az sayıdaki gözü kapalı fanatiklerden destek alırsınız.
Benzer durumlar Galatasaray'da da var. Büyük paralarla geniş alternatifli bir kadro kuruyorsunuz, başına Rijkaard gibi bir hoca geliyor ama takım iyi futbol oynamıyor. Brezilya Milli Takımı'nın direk adamlarından Elano güçsüz. Büyük ümitlerle alınan, sprintleriyle seyirciyi coşturan Keita da kısa sürede ortama ayak uydurup büyük bir fiziki düşüş içine girdi. Manisa'ya Ali Sami Yen'de 2 puan kaybedildi. Bursa'da kötü bir futbol, pozisyon yok, 3 puan kaybedildi.
RİJKAARD DOĞRU SÖYLEDİ
Büyük bir moralle çıkılan 7 eksikli İstanbul BŞB karşısında 4 gol kaçtı, rakip 75 dakika kaleye gelmedi. Rijkaard'ın hatalarından forvetsiz İstanbul BŞB karşısında 15 dakika mahkum oynandı. Ve son saniyede de duran toptan beraberlik golü yendi. Fatura Hüseyin Göçek'e çıktı. Yenilen gol öncesi verilen faul kararı doğru. Çok uzaktan gelen ortada ceza alanı içinde bir ihlal yok. Peki ne yaptı Göçek... Son 15 dakikada Galatasaray aleyhine 2-3 tane gereksiz faul vermiş. Bir de Kewell'ın pozisyonunda korner yerine auta hükmetmiş. Neyse ki Rijkaard basın toplantısında hatayı kendilerinde aramaları gerektiğini belirterek gerçekleri söyledi. Tahmin ediyorum bu beyanat yönetimi kızdırmıştır!
İşte bu şartlarda nasıl tribün terörü en aza inecek, Türk futbolu nasıl ilerleyecek. Sonra da niye Dünya Kupası'na gidemedik diye üzülüyoruz.
Mukayese açısından bir örnekle yazımı noktalıyorum. İrlanda, 70 bin Fransız'ın önünde yüreklerini sahaya yansıtarak müthiş bir mücadele verdi Dünya Kupası için... Ama Henry'nin uzatmada iki kere eliyle düzelttiği toptan gol yediler. Yürekleri yandı ama ne FİFA'ya bir şey oldu ne de İsveçli hakeme... İşte bu hakem Martin Hansson bu gece İnönü'de Beşiktaş-CSKA Moskova maçında yine sahne alıyor.