Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Harika cumartesi ve... Ölümsüzlüğün sırrı...

Bedri Baykam'ı, babası yakın dostum Suphi Baykam, bir gün Ankara'da çalıştığım Delta Ajans'a gelip beni birkaç yüz metre ötedeki Fransız Kültür Merkezi'ne götürdüğü zaman tanıdım.
Oradaki galeride bir Harika Çocuk Sergisi vardı. Harika çocuk Suphi Baykam'ın oğlu Bedri'ydi, işte.. 6 yaşında falan..
Sonra hiç ayrılmadık desem yeridir.
Ben İstanbul'a, Erkekçe için geldim.. O büyüdü, dünyaya açıldı. Resim yaptı, fotoğraf çekti. Erkekçe'ye kapak fotoğrafları çekti.
Sonra döndü.. Taksim'de kendi galerisini açtı. Piramid.. Galeri kafe.. Gir içeri, 10 lira ver, çay, 15 lira ver kahve iç.. Atıştırmalık da var. Üst katlarda sergiler için galeri, Bedri'nin resim stüdyosu ve ofisi var.
Sık sık giderdim o kafeye.. Hele pandemi iyice kesti ayağımı..
Geçen hafta aradı Bedri.. "Cumartesi brunch var" dedi. "Koşuyorum" dedim.. "Kim var?" diye de sormadan..
Gittim ki, enfes bir brunch masası hazır.. Gençler, tabii 83'lük bana göre gençler geldiler.. Nasıl harika bir brunch.. Ve de son zamanlarda yediğim en güzel beyaz peynir.. Beyaz peynir güzel olmazsa bana hiçbir kahvaltıyı kabul ettiremezsiniz..
Uzun uzun oturduk. Yarım kilo falan peynir yedim anlayın.. Üste kahve geldi.. Kahvenin yanında lokum falan âdettir ya bizde.. Lokum gibi bir beyaz peynir aldım, iyi mi?. Sordum sonunda.. Sütaş beyaz peyniri imiş.. İnternetten sipariş vermişler, iyi mi?.
Yahu sır peynirde değil de, masanın etrafındaki harika insanlar ve harika sohbette miydi acaba?. (O harika insanlardan birini yarın ayrı yazacağım..)
Öğleden sonra gelenler yavaş yavaş gitmeye başladılar. Kaldık Bedri ile baş başa..
"Hıncal Ağbi galeriye çıkalım" dedi. Birinci kat. Üstümüz..



Çıktım.. Kapıdan salona baktım ve donakaldım.. Duvarlarda resimler asılı.. Ama nasıl resimler.. Salonu dolaşmadım. Ortada bir koltuk var. Ona çöktüm.. Kendim dönerek resimlere bakmaya başladım. Baktım.. Baktım.. Baktım, döndüm, döndüm baktım.. Gözlerimi değil, beynimi ayıramıyorum..
Serginin adı Eden BULUR.. Ama birinci U düşer gibi olmuş, solmuş ve düşen bir yaprak gibi..
"Eden BLUR" okuyorsunuz yani..
O zaman İngilizcesi kafanıza düşüyor tokmak gibi.. Cennet donuklaşıyor, bulanıklaşıyor anlamına..

***

Ertuğrul Akyüz genç bir ressam. Bir seyahat acentesine gidiyor, Londra Turu'na katılmak için. Bakıyor orda Çernobil Turu da var. Son anda karar değiştirip Çernobil'e gidiyor..
İyi bilirim Çernobil'i.. Dünya bilir ya.. Sovyetler zamanı, 1986'da Çernobil'deki nükleer santralde patlama olmuş ve bizim Karadeniz kıyılarına dek radyasyon yayılmıştı. Sovyet yönetimi yöreye insanların girmesini önlemek için askeri birliklerle etrafını çevirme kararı aldı. Kendi askerine kıyamadığı için başka bir Demirperde ülkesi Bulgaristan'dan bir alay istedi. Bulgarlar da, Türk asıllılardan bir alay oluşturup gönderdiler..
Yıllar sonra, Türkiye'ye göçmelerine izin verilenler arasında, benim korumam Mehmet de vardı.. Mehmet'in bacağında da, dizi ile ayak bileği arasında kocaman ve iyileşmez bir kanser yarası.. Çernobil damgası yani..
Bizim Frankfurtlu Dr. Erdoğan gördü ve bir merhem yolladı da yara kontrol altına alındı. Mehmet emekli oldu, ama hâlâ doktor o merhemi yolluyor..
..Ve Mehmet, Çernobil'den ucuz kurtulanlardan..
Bu resimlerin beni dondurma sebebi o işte.. Ertuğrul'un resimlerine bakarken, bütün duyularınız ayni şeyi söylüyor..
"İşte yaşamın bittiği yer.."
Orada tek virüs bile kalmadığını hissediyorsunuz.. Radyasyon canlı olan her şeyi öldürmüş ve Ertuğrul onu boyamış işte.. "Burda canlı yok.."
Şubat sonuna dek, Piramid Sanat'a gidin ve bu sergiyi mutlak görün.. Çünkü bu resimler anlatılmaz..
Guernica'yı anlatabilen çıktı mı?.
Kraliçe Sofya Müzesi'nde Madrid'de de Guernica'nın karşısında tam 3 saat oturduğumu yazmıştım..
Hani o faşo SS subayı o resme bakıp Picasso'ya "Bunu sen mi yaptın?" diye sormuştu da, üstat "Hayır, siz yaptınız" demişti ya..
Guernica'nın üzerinden kaç yıl geçti.. Şimdi de Çernobil ayni hissi verdi bana..
Dönüp "Ölümsüzlüğe bakmak.."
Ölecek tek bir şey kalmamış ki, ölümlü olsun!.
Eden Blur.. Cennet bulanıklaşıyor.. Cehenneme dönüşüyor..
Cennet de insan.. Cehennem de insan!.
Her şeyi öldürerek ölümsüzlüğü arayan insan!.

***

ORHAN AYHAN... ALP YALMAN VE GALATASARAY!..

TRT Spor'da yılların deneyimli, usta gazetecisi, hem yazılı, hem görüntülü basının en ünlülerinden biri, Orhan Ayhan'ın programı var.
Konuğu da Alp Yalman..
Galatasaray'ın gelmiş geçmiş en önemli yöneticilerinden, eğer benim mesleki dönemimi sorarsanız, gazeteci olarak tanıdığım en büyüklerinden biri.. Hatta birincisi..
Şu andaki Burak Elmas yönetiminde, Galatasaray Haysiyet Divanı Başkanı.. Burak kardeşimin listesinden girdi. Onunla seçildi..
Bu konuşma ilginç olmaz mı?.
"Ne olur ne olmaz, elimde bulunsun" diye kayda da aldım, ama gerek yokmuş. Şu anda Youtube'da kayıtlı zaten.
Orhan, konuşmayı pek sevmeyen, daha doğrusu konuşmayan ama yapan bir tip olan Alp Yalman'a sordu.
Yıllar yılı yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmezdi, yakın tanırım.
Başkan Ali Tanrıyar iken, Jupp Derwall'i Galatasaray'a getiren ve sadece takımının değil, Türk futbolunun kaderini değiştiren adam Alp'ti işte. O Alp'e sordu Orhan..
"Burak Elmas-Fatih Terim olayını nasıl yorumluyorsunuz?."
Alp cevap verdi..
"Fatih Terim gibi bir Galatasaray efsanesi!. O şekilde gönderilmemeliydi.."
..Ve Orhan gibi bir gazeteci, "Peki, nasıl gönderilmeli ya da ne yapılmalıydı?. Siz başkan olsanız, ne yapardınız" demedi. Konuyu değiştirdi ve yazıklar etti..
Ötesini kendimi zorlayarak izledim.. Çünkü Orhan'ın amacı konuğunu konuşturmak değil, kendi konuşmak, muhatabına da sadece onay anlamına kafa sallatmaktı. İnanamadım.. Böylesi bir gazetecinin bunu yapmasına inanamadım.
Amacın konuşmaksa, TRT karşına birini koysun.. O sorsun, sen söyle.. Ama program senin talk şovun ise o zaman konuşturacaksın..
Alp sana "Böyle olmamalıydı" diye en büyük pası vermişken, sırf içindekileri söylemek için konuyu değiştirmek ne oluyor, Orhan?.
O program ki, cumartesi sabahı 9'da yayınlandı, pazar gazetelerinin manşeti olurdu.. Tek satır haber olmadı..
"Peki nasıl olmalıydı?. Sen olsan nasıl yapardın?" (Alp'le benim gibi senli benli konuşuyordu) sorusunu sormadığı için..
Şimdi burada, Burak'ın listesinden seçilmiş ve Galatasaray Haysiyet Divanı Başkanı olmuş Alp Yalman'a ben soruyorum?.
Peki nasıl olmalıydı?. Sen olsan nasıl yapardın?.
Bak Sevgili Alp,
Burak Elmas başkan seçilir seçilmez, daha mazbatasını da almamış ve göreve yasal olarak başlamamışken, ölüm döşeğindeki Mustafa Cengiz Başkan'a "Galatasaray düşmanı" diyecek kadar gözü dönmüş ve de sözleşmesi bitmiş "Eski" Teknik Direktörü hemen Florya'ya takımın başına göndermedi mi?. Hemen idmana çıkarmadı mı?. Ertesi gün mazbatasını alır almaz, ilk yaptığı iş de, Fatih Terim'le 3 yıllık yeni sözleşmeyi, hem de yüzde 100 zamla imzalamak olmadı mı?.
Peki o nasıl olmalıydı?.
"O da öyle olmamalıydı" der misin?. Diyebilir misin?. Yoksa sen de ortamımızdaki Fatih tayfalarından mısın?. Fatih konusunda, hele de "eleştirel" ağzını açamaz, ama iş onu savunmaya gelince, mangalda kül bırakmaz mısın?.
Konuş Alp!. Fatih'in Galatasaray'da müthiş bir geçmişi var.. Ama senin daha da büyük var..
Fatih 2000'de UEFA Kupası'nı kaldırdı ise yolu sen açtın..
Şenol Güneş, 2002'de korkaklığı yüzünden şampiyonluğu kaçırıp üçüncülüğe razı olduysa, o Şenol'un kullanamadığı şampiyonluk yolunu da açan sensin!.
Derwall devrimi ile başladı her şey!. O Derwall önce Galatasaray, sonra Milli Takım yarattı ve arkasında bir Mustafa Denizli bıraktı.
Ardından Piontek gibi bir başka devin gelmesini sağlayan kapıyı "Büyük düşün, büyük oyna" kapısını açtı.
Piontek devrimin ikinci adımını atıp giderken o da arkasında Fatih Terim'i bıraktı.
Mustafa, Derwall'in yanına geldiğinde, futbolu yeni bırakmıştı ve Galatasaray genç takım hocasıydı. Derwall gidince Milli Takım Hocası oldu.
Fatih, Piontek'in yanına geldiğinde, iki İkinci Lig kulübünde kısa devre ilk hocalık denemelerini yapmış, "Teknik Direktörlük" pasaportu bomboş bir adamdı. Piontek gidince Milli Takım Hocası oldu.
Ama tüm kariyerlerini Derwall ve Piontek'e borçlu olan Denizli ve Terim arkalarında bir, tek bir isim bırakmamaya özellikle özen gösterdiler..
Neyse?.
Sorum duruyor Alp!.
Sen olsan ne yapardın?.
Hiç düşündün mü, daha başkanlık mazbatasını almadan, sözleşmesi bile olmayan Fatih'i Florya'ya takımın başına "yangından mal kaçırır" gibi gönderen, mazbatasını alır almaz da, ilk olarak ayni Fatih'le bir de yüzde 100 zamlı sözleşme imzalayan Burak Elmas, niye acaba, niye tükürdüğünü hem de böyle yalayarak ayni Fatih Terim'i apar topar göndermek zorunda kaldı?.
Bunun sebebi Orhan Ayhan'ın dediği, ama senin kabul etmediğin "yenilgiler" değil herhalde..
Fatih'in Galatasaray'ı nasıl bir enkaza çevirdiğini de Başkan olunca ancak ve 3 günde anlamadı herhalde?.
O zaman neden, yangından mal kaçırır gibi getirdiği Terim'i, bu defa apar topar gönderme gereği duydu?.
Neden Alp, neden?.
Her adımını ayrı yaşadığı gençlik günlerinde (1995-99), hele de o 1999-2000 sezonunda, adeta taptığı Fatih Terim'i korumak için olmasın sakın..
Galatasaray'ı enkaza çeviren adam, o koskoca Efsane Fatih, kopacak kıyametin içinde kendisi de enkaza dönmesin, diye olabilir mi acaba?.
Bu hiç aklına geldi mi Alp?.
Yönetiminin hem de "Haysiyet" adını taşıyan bölümünün başında bulunduğun başkanını itham ettin.. "Böyle olmamalıydı" dedin.
Orhan "Neden?" demedi. "Sen ne yapardın?" da demedi. Konuyu değiştirdi.
Hayır o konu değişmez Alp!.
Şimdi ben soruyorum..
Neden?. Nerde yanlış yaptı Burak?. Sen olsan ne yapardın?.
Susacaksın biliyorum, ama susamazsın Alp!.
Su-sa-maz-sın?.

***

TEBESSÜM

Işık, sesten hızlıdır. Bazı insanları konuşmalarını duyana dek parlak sanmanızın sebebi budur.

***

SEVDİĞİM LAFLAR

"Bazen doğru yönde atılmış minicik bir adımın devamı öyle gelir ki, o hayatınızın en büyük adımı olur. Parmaklarınızın ucunda atmanız şartsa, gene de o adımı atın."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA