1987 yılı Ocak ayının son günleri.. Amerika Birleşik Devletleri, yani dünya 1 numarasının başkentindeyiz. Sanat ve kültüre fevkalade meraklı, dost canlısı Sakıp Ağa (Sabancı) burada Kanuni Sultan Süleyman Sergisi açacak.. Bir gurup gazeteci davetliyiz. Kurdeleyi ABD Başkanı kesecek.. Bu yüzden organizasyonu Amerikalılar yapıyor, ünlü müzelerinde. Davetiyeler odamıza konmuş. "Kıyafet mecburi" diyor.. Eşek değiliz ya.. ABD başkentine açılışa ve ardından yemeğe giderken yanımıza laci bir takım elbise aldık herhalde.. Ama orda "Kıyafet mecburi" lafı bizdeki gibi sallama değil.. Smokinli birinin yanında, blucin, tişörtlü bir saygısız herif oturmaz. Kapıdan almazlar ki..
Kahvaltıda biz gazeteciler bir yoklama yaptık. Kimsenin yanında smokin yok.
Sakıp Ağa güldü. "Merak etmeyin" dedi..
"Odanıza çıkın, bekleyin biraz.."
Çıktık. İki adam geldi.. Yaka, bel, basen ölçülerini falan aldı gittiler.. Biz de şehre dağıldık. Gezelim görelim diye.. Akşamüstü odama geldim ki, yatağın üzerine bir smokin takımı özenle yerleştirilmiş. Gömleği, papyonu ve rugan pabucuna dek. Yanında da, sabah ölçüleri alan ve bu ölçülere göre smokinleri seçip odamıza yollayan "Gece kıyafetleri kiralama şirketinin kartı.."
Açılış gecesi, bizim gazeteci gurubunun şıklığını görmeliydiniz..
Neyse, anlatacağım bu değil.. Sadece bininci kez hatırlatma..
"Ya davetiyelere 'Kıyafet mecburidir' yazmayın ya da tişörtlü ve blucinli hava attıklarını sanan saygısız herifleri kapıdan çevirin bir de görelim" derim ya hep.. Örnek olsun işte.. Ya yazmayın..
Ya uygulayın..
Açılışın ertesi günü serbest.. Herkes ne isterse.. İster DC'yi (Washington kısaca böyle anılır. Di Si..) gezsin, ister alışveriş yapsınlar..
Ankara'dan çok yakın arkadaşım Çetin var. Washington'a gitti, Amerikalı karısı ile..
DC'ye yerleştiler. Telefonlaştık tabii. Buluşacağız, o serbest günde. Kentin banliyösünde bahçeli evleri var. Oraya gideceğiz. "Jetta senin en sevdiğin yemekleri yaptı" dedi, Çetin.. "Sabah gelir seni alırım.." "Erken gel. Otelde kahvaltı muhteşem.
Beraber yapar çıkarız" dedim..
Sabah Çetin geldi. Her şey normal.. Kahvaltıya oturduk.. Amerika, açık büfe kahvaltılarıyla ünlü..
2 saat falan sürdü.. Çıktık ki.. "Çıkamadık ki.." İki saatte bir kar yağmış, nerdeyse belime gelir..
Hayat durmuş.. Durmadan anonslar.. Bütün okullar, işyerleri tatil edilmiş. "Aman evden çıkmayın" diyor, radyolar, televizyonlar..
Ne yapacağız?.
"Metro ile gideriz" dedi Çetin.. "İnince Jetta'yı ararız, gelir bizi alır.." Cep telefonu yok o zaman daha.. Otelden konuştuk.
Durumu anlattık Jetta'ya.. Sonra güç bela otelin tam önündeki metro istasyonuna indik. Trene bindik..
Gidiyoruz.
Bayağı gittik, sonra gidemedik.. Oralarda bir yerde metro kısa bir mesafe için yeryüzüne çıkıyormuş.
O hızla çıkınca trenin ön tarafı kara saplanmış iyi mi?.
Kurtarma treni geldi. Ön tıkalı.. Bizi gerisin geriye DC'ye getirdiler.. Otele döndük..
Jetta'ya telefon ettik..
Çetin o gece benim odadaki divanda uyudu..
Ben ona gidecektim, o bende misafir kaldı, koskoca Amerika'nın, koskoca başkenti iki saat yağan kara teslim olduğu için..
Ertesi sabah kalktık. Karların çoğu erimiş.
Yollar büyük ölçüde açıldı akşamüzerine doğru..
Biz de Belediye Başkanı'nın (DC'nin ilk zenci Belediye Başkanı olduğu için dünyaca ün yapmıştı) bizim için verdiği kokteyle gittik.
Orada yakaladım tabii adamı ve "Dünyanın süper gücünün hem de başkentine, iki saat yağan kara teslim olmak yakıştı mı?" dedim..
"Bu karla mücadele etmek ve hemen kaldırıp kenti yeniden yaşar hale döndürmek için nasıl bir araç parkı gerekir bilir misiniz?. O araçların maliyeti, devamlı hazır olmaları için yapılacak bakım masrafları ve onları kullanacak elemanların maaşları, bu kente kaç milyon dolara patlar bir hesaplayın..
Yılda belki de bir kere yağacak, çoğu zaman da hiç yağmayacak kar için, halkın vergilerini sokağa atmaya hakkımız var mı?. Bir gün evlerinde kalırlar olur biter.. Bir günlük iş kaybının da maliyeti var ama, o, kar mücadelesi için araç parkını kurma ve yaşatmanın yanında komik kalır.." Başkan haklıydı. Bilgi için teşekkür ettim. Elini sıktım ve yanından ayrıldım.
Bu 1987 anısını niye yazdım, diyeceksiniz.
Dün sabah, kar yolları tıkadığı için öbür gazeteler bana ulaşamadı. Ama bizim Alkent bayisi, Sabah'ı her nasılsa kapıma asmış.
Onuncu sayfanın tepesi simsiyah. Dişi manşet..
"İBB İstanbul'u kara esir etti / İstanbul kara esir olurken İBB gene sınıfta kaldı. Yollarda tuzlama yapılmadı. Toplu ulaşım durdu. Binlerce vatandaş perişan oldu."
Peki birinci sayfanın manşeti..
"Anadolu'ya kar bereketi / Düne kadar kuraklığı konuşan Türkiye bir anda bastıran yoğun karla umut doldu. Üretimde patlama bekleyen tarım ve hayvan üreticileri bayram yapıyor."
Bu manşetin haberi nerde?.
Onuncu sayfada.. "İBB İstanbul'u kara esir etti" manşetinin hemen altında..
"Kar kuraklığı bitirdi. Çiftçiye umut oldu. / Düne kadar kuraklığı konuşan Türkiye'de bir anda bastıran yoğun kar çiftçilere umut oldu. Çiftçiler ve Ziraat Odası Başkanları 'Yağan kar bize ilaç gibi geldi. Kar yılı, var yılı. Kar ürünümüze can suyu oldu" dediler.
Şimdi çoğunu tüm İstanbullular olarak tüketeceğimiz tarım ürünlerini kurtaran kar için bir günlük sıkıntıya razı olur musunuz, olmaz mısınız İstanbullular?.
Şimdi ayni gazetede bu kar için İBB'yi batırıyor, ama karın kendisinin hem üretici çiftçi, hem de tüketici İstanbullular için nasıl bir mucize olduğunu yazıyoruz.
Oluyor mu?.
Muhalefet müthiş bir dikkat ve zekâ ister..
Çocuklar bile bilir ki, doğal afetlerle mücadele kolay değildir, hatta bazen mümkün de değildir..
Daha geçen hafta bu ülkenin medar-ı iftiharı Ankara-İstanbul otoyolu kardan kapanmadı mı?.
Binlerce araba yollarda kalmadı mı?.
Bugün Doğu'da yüzlerce ulaşılamayan köy yok mu?.
Kim suçlu?. Devlet mi?.
İstanbul'da İBB ise, ülkede de devlet!.
İnandırıcı olur mu böyle ithamlar?.
Böyle ithamlar yaparsa muhalifler, okuyanlar "Adamlar her şeyi mükemmel yapıyor olmalılar ki, eleştirecek şey bulamıyor, bunları yazıyorlar" demez mi?.
O muhteşem Kuzey Anadolu Otoyolu sistemini, üçüncü köprüsü ile yapanları, bir günlük doğal kar afeti yüzünden yerin dibine sokarsanız, millet sizin haklı eleştirilerinize de inanmaz olur mu, olmaz mı?.
ABD başkentinin baş edemediği/etmediği kar afeti yüzünden İBB'yi itham ederseniz okur "Demek eleştirecek şey bulamıyorlar İBB'de" demez mi?.
Oysa İmamoğlu'nu, "Her şey güzel olacak" diye seçilen İmamoğlu'nu en çok ben eleştirdim.
Beylikdüzü'nde harika başkanlık yapmıştı.
Etkinliklerini izlemek, yaptıklarını görmek için çok gitmiştim Beylikdüzü'ne.. Bu gazetede göklere çıkarmıştım.
Ama İBB Belediye Başkanlığı nasıl hayal kırıklığı oldu. En basit sorunları bile çözemedi. Tonla yanlış yaptı, yazdım..
Sonra bir gün "Her şeyden vazgeçtim.
Güzel yaptığın bir şeyi söyle de köşeme koyayım" dedim.. Altı ay oldu, tık yok..
Çünkü İmamoğlu, Beylikdüzü'nde harika ama İstanbul'da yok gibi İmamoğlu, şimdi TC Başkanlığı peşinde.. Aklı fikri orda.. İBB Başkanı olduğu gün Ege'ye, Karadeniz'e gitti, İstanbul'a bakmadan..
Laf İstanbul'dan açıldı mı, sadece şikâyet..
"Efendim Belediye Meclisi'nde engelliyorlar..
Efendim Ankara engelliyor.." "Her şey güzel olacak" derken bunları hiç mi düşünmedin, İmamoğlu?.
İstanbul seni şikâyet edesin diye değil iş yapasın diye seçti..
Sen neyle, kimle mücadele ediyorsun şimdi?. Kendi partinin başkanı Kılıçdaroğlu ile.. Çünkü ona karşı ve ona rağmen başkan adayı olma peşindesin. İstanbul umurunda değil..
İstanbul'un sorunu İBB değil.. Hele de meclisinde AK Parti'nin çoğunlukta olduğu İBB değil..
İstanbul'un sorunu.. Kentin başında ne kadar kifayetli(!) olduğunu her gün gösteren İmamoğlu'nun bitmez tükenmez hırsı..
***
BİR MUHTEŞEM DOĞU!..
Yavuz Donat, Diyarbakır'ı yazmış dün.. Benim tam 20 sene evvel, 2002'de gördüğüm, gezdiğim, insanıyla, tarihiyle, bitmez tükenmez gidilecek, görülecek yerleriyle Diyarbakır'ı..
Bizde aslında seyahat acenteliği yok.. Yaptıkları Ege ve Akdeniz'in denizi ve kumu için uçak bileti satmak, harika tatil köylerine haftalık 15 günlük ikamet bağlayıp komisyon almak..
Oysa ne hazineler var Türkiye'de, "tur" düzenlenecek.
İşte Diyarbakır.. Bu kente hele düzenli bir turla giderseniz, neler görür, neler yer içer, nasıl harika bir tatil geçirirsiniz?.
Mardin.. Mucize kent..
Daha üç gün önce, gene Van vardı?. Bir turizm ve tarih cenneti Van!. Devleti geç. Van'ın evladı, Hırvatistan'da Rixos açan Fettah Tamince dostum bile uğramıyor memleketine..
Karadeniz.. Asıl tatil cenneti, Akdeniz, Ege değil, orası.. Denizi ayrı, yaylası ayrı.. Bunaltıcı sıcak da yok.. Doğal klimalı sanki..
Dünya "Napoli'yi gör ve öl" der.. İtalyan işini biliyor.. Sophia Loren'li İtalyan filmleri, tanıttı Napoli'yi.. Devlet destekledi, Hollywood Roma Tatili'ni çekti.. Aşk Çeşmesi'ni çekti.. Sinema yıllarca İtalya'ya çalıştı.. Fransa, İspanya'ya çalıştı..
Yunanistan'a çalıştı.. Bize niye çalışmadı peki?..
Açık.. Bastır parasını çalışsın!..
İşte THY!. Akıllı yönetim.. Akıllı reklam kampanyası.. Şimdi dünyanın en iyilerinin tepesinde..
Türkiye, her bölgesinde turizmle ihya olacak her şeye sahip.. Ama her şey dahil sistemiyle 3 otuz para verip bir tatil köyüne hapsettiğimiz, kafasının ucunu, kapı dışına uzatmayan bedavacı turist kellesini sayıp turizm yaptığımızı sanıyoruz..
Ah Yavuz ah.. Diyarbakır dedin, en güzel anılarımı ve de bir büyük üzüntümü deştin.. Nasıl muhteşem bir dost, bir devlet görevlisi idi, 2001'deki Emniyet Müdürü Gaffar Okkan.. Ve de nasıl şık.. Nasıl tığ gibi.. Duruşu güven verirdi insana.. Daha görür görmez içinizin ısındığı, kalbiniz ve beyninizin güvendiği insanlar vardır. Tam da öyleydi Gaffar Müdür.. Tuzak kurdular. Çapraz ateşe aldılar..
"Diyarbakır" deyince o aklıma gelir. Pazartesi de, o büyük kaybın 21. yıldönümüydü.. O da sevgili kardeşim Uğur Mumcu gibi bir 24 Ocak günü suikasta uğradı, yani..
***
TEBESSÜM
Kadın bir paket tuvalet kâğıdı almıştı. Kasanın önünde çantasını açtı. Bozuk paralarını saydı. 25 kuruşu eksik kalmıştı. Kasadaki kız, "Üzülmeyin" dedi, tuvalet kâğıdını poşete koyarken. "25 kuruş benden.."
"Teşekkür ederim" derken gözleri doldu kadının.. "Bu kâğıdı her kullanışımda sizi hatırlayacağım!."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Akıllı bir adamla tartışmayı kazanmak zordur. Ama bir aptalla tartışmayı kazanmak asla, ama asla mümkün değildir.
Bill Murray (Hollywood'un ünlü komedyeni)