Başlıktaki laf dün, genelde insanın içini karartan haberler dolu üçüncü sayfamızın manşetinde yazıyordu, 6 sütun üzerinden kocaman kocaman harflerle..
Okudum..
Başlık gerçekten haklı..
Adam, yanında arkadaşları.. Otobüsten inen ve karşı yönde giden genç kıza öyle bir çarpmışlar ki, kız 10 metre savrulup karşıdaki refüje düşmüş. Adam basmış gaza gitmiş. İlerde bir ara sokağa girmiş, saklanmışlar. Bir saat sonra Adem diye biri 112'yi arayıp, "Maddi hasarlı bir kaza yaptım" demiş.. Polis verilen konuma gelmiş ki, arabada hasarla beraber kan izleri var. Bir ekip de yol boyu aramaya çıkmış. Bu ekip refüjde kanlar içinde yatan kızı bulmuş. Derhal hastane.. Ama çok geç artık. 23 yaşındaki kızı kurtaramamışlar.
Öte yanda ifadeleri alan polis, çelişkili laflardan kaza anında arabayı Adem'in değil, patronu Sinan'ın kullandığını belirlemiş. Sinan da itiraf etmiş. Ölçüm yapılmış. Sinan alkollü.. Kayıtlara bakılmış. Sinan'ın çeşitli kereler alkollü araç kullanırken yakalandığı, tekrar tekrar alkollü kullanma yüzünden 2028 yılına dek ehliyetine el konduğu anlaşılmış.
Şimdi adam durmadan alkollü araba kullanıyor. Yani alkolik.. Ehliyetine 2028'e dek el konuyor, ama gene alkollü, gene direksiyonda, Azrail gibi gezmeye devam ediyor. Genç kıza çarpıyor. Hemen ambulans çağırsa kız büyük olasılıkla kurtulacak. Ama onu kanlar içinde bırakıp kaçıyor.
Tam bir saat sonra, adamı, kazayı kendi yapmış gibi ihbarda bulunuyor. Yalan ihbar.. "Hasarlı kaza yaptım" diyor. Üç kuruş sigorta alacak ya.. Kızı refüjde buluyorlar. Kaza yerinden on metre uzaktaki refüje uçmuş.. Çarpma hızına bakar mısınız?.
Adam alkollü.. Adamın durmadan alkollü araba kullanmaktan ehliyeti 2028'e dek alınmış. Yani ehliyetsiz.. Yani araba kullanması yasak.. Bu adam işte bir de cehennemi hızla gidiyor. Kıza çarpıp uçuruyor. Gidip bakacağı, yardım çağıracağına, kaçıp saklanıyor. Bir saat sonra adamı polisi arıyor, "Ben kaza yaptım" diye.. Polis kızı hastaneye kaldırıyor, ama çok geç. Kız kan kaybetmiş bir saat boyu..
Ölüyor. Katil adam, suçu adamına yüklettiriyor, artık ne vaat etti ya da nasıl tehdit ettiyse.. Polis itiraf ettirmese, elini kolunu sallayarak çıkacak.
Gene kafayı çekecek. Gene birini ezecek, öldürecek..
Bu şimdi vicdansızlık değil mi?.
"Vicdansızlığın böylesi.." başlığı haksız mı?.
Şimdi burada durun..
Başlığın devamını düşünün..
"Vicdansızlığın böylesi görülmüş şey mi" demek istiyor, o iki kelime beyinlere.. Algı o..
Peki söyleyin bakalım ey millet ve ey devlet?.
"Görülmüş şey mi?" sorusunun cevabı ne bu ülkede?.
"Evet, görülmüş.. Hem de çok.. Yüz.. Bin.. On bin!."
O zaman suç, durmadan alkollü araba kullandığı için ehliyetini senelerce kaybeden, ama gene de ehliyetsiz, ama alkollü araba kullanan pervasızlarda mı, yoksa?.
Bu ülkede göreve gelen her İçişleri Bakanı "trafik suçları ile mücadele edeceğini" ilan eder.. Ne olur?. İnsanlar gene trafik kurallarını hiçe sayar, gene kazalara, gene ölümlere sebep olurlar. Gene trafiği kilitler, gene ters yola, hatta kaldırıma girerler. Gene.. Gene hiçbir trafik kuralını takmazlar. Hatta adam öldürürler, gene umursamazlar. Çünkü bu ülkede herkes bilir ve görür ki, trafik katilleri, katil muamelesi görmez. "Bu nasıl karar?. Bu katil nasıl serbest?" der herkes.. Ama..
Ama, suç, polis, savcılar ve yargıçlarda değil, yasadadır.
Anayasamız "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" der. Yani yargıç, suç icat edemez. Vicdanı ne kadar sızlarsa sızlasın, ceza da icat edemez.
Kanunda ne yazıyorsa o.. Yazanın da en küçüğü.. Bir gün yukarı çıkmak için, gerekçe bulması gerek..
Yoksa kararı bozulur.
Bu sütuna yeni başladığım 90'lı yıllarda Bağdat Caddesi'nde zilzurna sarhoş ve ehliyetsiz biri, kaldırıma çıktı ve orada yürüyen (Siz de olabilirdiniz. Suçunuz yanlış zamanda yanlış yerde olmaktı sadece) bir yargıca çarptı ve öldürdü.
Ve Türk yargıçları, kaldırımda yürümek dışında hiçbir suçu olmayan meslektaşlarını, bir yargıcı, alkollü sürat yaparken direksiyona hâkim olamayan ve kaldırıma çıkıp ezen, hem de üstüne üstlük ehliyeti olmayan adamı "cinayet" suçundan yargılayamadılar. Trafik kazalarında ölüm ve yaralanma tek kişiyle kalırsa, hatta tutuksuz yargılanır, sonunda ertelenen bir ceza alırsınız bu ülke yasalarına göre.. Ölenin yanında en azından yaralanan bir kişi daha yoksa, boşuna uğraşmayın.
Yargıç öbür âleme gitti. Öldüren aramızda dolaşıyor ve belki bu yazıyı da okuyordur. Çünkü meslektaşları ona ceza veremediler. Neden?.
Kanunsuz suç ve ceza olmaz da ondan..
Cüneyt Ağabeyimi (Koryürek) öldüren adamın aramızda dolaştığı gibi.. Patronum dostum Ercan Arıklı'yı ezip öldüren belediye otobüs şoförünün, hâlâ otobüs kullandığı gibi, yargıcı öldüren de sıyırdı, yasalarımız yüzünden..
Ve ben 30 senedir yazıyorum..
Bu ülkede adam öldürmenin en kestirme, en cezasız yolu, o adamı bir şekilde kıstırıp trafikte öldürmektir. İyi değil, sıradan bir avukat sizi o gece karakoldan alır. Nezarette bile kalmadan çıkar evinize gider, ertesi gün korkusuz, fütursuz gene direksiyona oturursunuz.
Tutuksuz yargılanıp üç gün ceza alsanız, o da ertelenir, büyük olasılıkla..
Dedim ya.. Kanunlar öyle..
Bizde cezalar o kadar küçük, o kadar azdır ki..
Oysa hele bir İçişleri Bakanı bilmelidir ki, cezanın amacı, bedel ödetmek değil, önleyici olmaktır.
Bunun yolu da o cezanın ürkütecek kadar büyük olmasıdır.
Çarpılıp yol kenarına fırlatılan ve orada acılar içinde kıvranarak kan kaybından ölen kızın günahı, o alkolik ve ehliyetsiz adam ve olanlara ses çıkarmayarak, hatta kazayı yüklenerek suç ortaklığı yapanlarda değil, bütün bunları yarın serbest bırakacak yasalarımızda ve onları hâlâ ve hâlâ değiştirmeyen siyasilerdedir, bu bir..
İkinci suçlu da haber takibi yapmayan medya, yani bizleriz.
"Vicdansızlığın böylesi" diye manşet atan benim gazetem, bu davayı izleyecek mi?. Sonuna dek gidecek, yani mesleğin temel kuralı "fikri takip"e uyacak mı?.
Karar kesinleştikten sonra, "İşte olay!. İşte karar!." diye bu defa birinci sayfadan manşet atıp devleti, trafik kazaları için önleyici güçte yasalar çıkarmaya zorlayacak mı? Benim vurulma davama dahi foto muhabiri bile yollamayan gazetem, şimdi fikri takip yapacak öyle mi?. Görürüz..
Bu ülkede, binde 5 oy alandan tek başına iktidar olacak güce ulaşanı dahil, ben bu köşeye başladığım 30 yıldan beri, Meclis'e bir yasa önerisi sunan siyasi görmedim.
30 yıldır görmedim. Gene görmeyeceğiz..
Ve gene pisi pisine ölmeye, gene "Vicdansızlığın böylesi" diye başlıklar atmaya ve gene şu anda okuduğunuz gibi on paralık değeri olmayan, kendi meslektaşları tarafından bile dikkate alınmayan ve desteklenmeyen yazılar yazıp, sözüm ona kendi vicdanımızı tatmine devam edeceğiz.
Trafik kazaları cenneti Türkiye'de adam öldürmek için mafya kurmaya ya da yeraltından suikastçılar bulmanıza gerek yok.
İyi bir şoför bulun. Cebine üç kuruş koyun. İşi bitirsin.. Bir sıradan avukat bile yeter.. Bir gün içerde yatmadan yanınıza gelip vaat ettiğiniz paranın gerisini alsın.
Acılı aile de, Mahkeme, İstinaf, Yargıtay, hatta AİHM, sürünsün dursun ve bir gün anlasın ki, kabahat yargıçlar, savcılar ve polislerde değil..
Suç, komik cezalarla dolu ceza, usul ve infaz yasaları ve sadece bir dilencinin yarım günlük kazancını "ceza" diye yazan trafik yönetmeliklerinde..
Ki o cezaları hiç ödemezseniz de, mutlak bir seçim öncesi af çıkar, sadece on binleri bulan faizleri değil, anapara da affedilir. Cezayı peşin ödeyen uygar, yani gerzek vatandaşlar cezalandırılmış olur, benim ülkemde..
***
TİYATRO SEZONU İYİ BAŞLADI!..
Bandırma ve Kilis'te turneye çıkan tiyatroları izleyerek başladı serüvenim.. Ayşe Opereti'ni izlediğimde kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Ama Muhlis Sabahattin'in o opereti öyle beynimi yıkamış ki, üç kuruş para kazanmaya başladığımdan itibaren, müzikal hastası olarak New York'lara, Londra'lara taşındım..
Tabii arada, Cüneyt Gökçer'in sahnelediği muhteşem Kiss Me Kate'ler, Damdaki Kemancı'lar ve My Fair Lady'lerin hiç de Broadway ve West End'dekilerden geri kalmadığını mukayese ederek gördüm de nasıl gururlandım..
Sonra özel teşebbüs.. Egemen Bostancı..
Hisseli Harikalar Kumpanyası.. Yedi Kocalı Hürmüz.. Ve dahası..
Bu arada, Ankara'da 15 yaşımdan itibaren kaçırmadan izlediğim bütün oyunlar, tiyatroyu yaşantımın ayrılmaz parçası yaptı..
Son yıllarda büyük kadrolu, büyük maliyetli oyunları devlet ve belediye tiyatroları bile yapamaz oldu ama tiyatro ile gönül bağım sürdü.. Hele pandemi döneminde artarak sürdü..
Kapanma yüzünden nasıl özledim tiyatroyu..
Özlem en güzel duygudur bence.. Çok da güzeldir.. Sevgiden de güzeldir..
"Ne mutlu bana" derim, "Özleyecek insanım var. Özleyecek bir şeyim var.." Tersini düşünün.. Özleyecek bir şeyiniz olmasa, ne boş yaşamış olurdunuz değil mi?.
Hayatıma giren herkese, sonu ne olursa olsun teşekkür borçlu olmam, bu yüzden. Diyelim 1 gün. Tek bir gün.. Öylesi hiç olmadı ama diyelim 1 tek gün beni mutluluğun doruklarına çıkardı ve sonra sebepsiz, terk etti gitti.. O tek gün, hayatıma renk kattığı o tek gün için teşekkür etmem gerekmez mi?. Onu tanımasam, o tek günü yaşamış olmayacaktım.. Ne mutlu bana ki, yaşadım..
Tiyatro hayatımın nerdeyse tamamında vardı..
Anlayın onu nasıl özlediğimi..
Seyrettiğim iki oyunu da harika buldum..
Buldum da, bana bulduran bu iki yıllık özlem hissi olmasın sakın..
"Bu da ne demek?" diyenleri duyar gibi oluyorum..
Bamya en nefret ettiğim yemektir.
"Önümüze konan her şeyi yemek zorunda olduğumuz" savaş sonrası, ekmeğin, şekerin, et ve yumurtanın karne ile olduğu yokluk yıllarında, en bol ve yılın her ayı bulunan şeydi bamya..
Yazın tazesi, kışın kurusu.. Bandırma'da başlayan ilkokul yıllarımda, bamya ağzıma değdiğinde kusacak gibi olurdum. Bamya zaten öyle bir sebze.. Ya Paşa Dayım gibi ölüp bayılanları var ya da ağbimle ben gibi nefret edenleri..
Bamya önüne kondu mu, ekmeğin içini elimle çörek hamuru gibi ezer, bamya tanesini içine kor, ağzıma atar, çiğnemeden hap gibi yutardım.
Öylesi nefret..
O bamyaya bir gün nasıl saldırdım ben..
Salçası ile birlikte pilavın üzerine döküp, kaşıkla ve nasıl iştahla daldım.. İlk ve son..
Aileye bütün çocuk hastalıklarını getiren benim.. Kızamık, kabakulak, suçiçeği, kızılcık.. Ne varsa..
Kızamık oldum. Beni evde bir odaya karantinaya aldılar. 21 gün. Tam 21 gün sadece şeker ve şekerlemeler yiyecektim. Bir an önce döküp iyileşmek için. Kırmızı tabaka halinde bir kızamık şekeri vardı. Hiç unutmam.. Kırar kırar onu yerdim açlık gidermek için ve nasıl gün sayardım.
Kapıdan içeri annem girerdi sadece. Ağbim ve kardeşlere yasaktı. Serpil'i görürdüm ara ara, kapıyı aralamış bana bakarken.. Büyüklerden biri koşar gelir, kızı çeker, kapıyı pat diye kapatırdı..
O 21 gün nihayet bitti. Törenle karantina odamdan çıktım. Masaya oturdum ki.. İlk yemeğim için masaya oturdum ki, ortada günün menüsünü gördüm..
Pilav... Salata ve bamya.. Bamya yapmıştı annem iyi mi?.
Ve siz beni görmeliydiniz... Yemeğe hasret Hıncal'ı.. Tabağıma pilavı doldurdum.. Üzerine iki kepçe o salçalı bamyadan.. Sonra nasıl kaşık salladım..
21 günlük özlemden sonra, dünyanın en lezzetli yemeği oldu bamya iyi mi?.
Ama o kadar.. Sonra gene ekmek arası yutmalar ve kendi kendime yemin etmeler..
"Kendi paramla yemeğe başladığım günden itibaren ağzıma bir daha bamya girmeyecek.." Ve girmedi.
Tiyatro, bamya ile mukayese edilmez, ama 21 gün ile 2 sene edilir.. Anlayın nasıl özlemiştim tiyatroyu, haber alabildiğim bu iki oyuna, Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde, Müjdat'la kızı Elif'in oynadığı Baba Kız'a ve Das Das'ta tesadüfen rastladığım, çok sevdiğim yazar Turgut Özakman'ın eserinden derlenen, Metin Akpınar ve Mert Fırat gibi iki büyük sanatçının yönettiği Deli Bayramı'na koşarken hissettim..
Koştum ama.. İşte gene gevezelikten lafı uzattıkça uzattık. Oysa her ikisini de tatlı tatlı yazmak istiyorum. O zaman yarın..
Ama bir notum var.. Performans sanatları olarak çok şey oluyor İstanbul'da.. Ama duyuru sıfır..
Doğru dürüst ilan yok. Nasıl olsun. Para lazım.
Gazeteler de yazmıyor. Çoğunu Google'da bile bulamıyorsun.
Yani tiyatro kurmuşlar ama iletişim kuramıyorlar.
Das Das'ı benim evimden çıkmayan, kardeş bildiğim Muzaffer Yıldırım kurmuştu.. Hâlâ hissesi var mı bilmem.. Ama beni ve benimle birlikteki salı yemekleri ve bizim maç gurubunda dostlarını nasıl unuttuysa, tiyatrosunu da unutmuş, satmış olabilir.
Yapmayın tiyatrolar.. Tiyatro yazan kaç kişiyiz zaten. Mail adreslerimiz de açık.. Birer tıkla her şey elimizde olur. Çok mu zor.. Bu bir.
İkincisi.. Cuma, cumartesiye temsil koymayı marifet sanıyorsunuz.. Yahu o günler bin kanalda yayınlanan bin maç, bin spor var.. Böyle bir rakiple savaşılır mı?. Hafta arasına, maçsız güne, mesela salı akşamlarına bir temsil koyun da deneyin bakalım, birkaç hafta, millet alışana dek..
Kaç oyun var aklımda, ama bu rezil maçları bile bırakıp gidemiyorum.. Anlayın..
Hafta arası oyun. Cumartesi, pazar öğleden sonra da Halk Matinesi.. Bir deneyin, ne olur?.
***
TEBESSÜM
Anne, ders çalışan kızının hırsla masaya vurduğunu görünce yanına gitti. "Ne oluyor kızım?" dedi.. "İngilizce çalışıyorum anne" dedi, küçük kız.. "Ama şuraya bak.. Burada Büyük Okyanus'un İngilizce'si yazıyor. Pacific Ocean.. Ama üç C harfi de başka türlü okunuyor!. Biri S, biri K, biri Ş!.. Nasıl öğrenicem ben bu dersi?."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Suçlamak, anlamaktan daha kolaydır. Anlarsan, değişmen gerekir!." Peyami Safa