Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır!..

Bana Kesit Yayınları'ndan yollanan "Ömürlük Şarkılar" ya da ikinci adı ile "Şarkılaşan Ömürler" kitabı, daha karıştırırken çarptı beni.. Sevdiğim şarkıların öykülerini kaleme almıştı Ömür Ceylan.. Daha başlarda "Ömrüm Seni Sevmekle Nihayet Bulacaktır"a rastlayınca hele, durdum..
Bir nefeste okudum.. Sonra dedim ki, "Bu yaşanmış öykü, bir pazar yazısı olacak."
Yasemin hemen bilgisayarıma girdi. Uygun bir pazar beklerken 1 Kasım Pazartesi günü geldi. Doğum günü sabahı daha uyandığımda, cep telefonum uyarılarla doluydu. Yığınla arayan.. Yığınla mesaj.. Sabah kahvemi içemedim doğru dürüst, gazetemi açamadım, arayanlardan, mesajlardan..
Hayır.. Çalışmam mümkün değildi. Ama köşem de boş kalamazdı.. O sırada Yaso ile Can geldiler.. Ellerinde çiçekler ve hediye paketleriyle..
İki çift laf ederken, Yaso "Hıncal Bey, Yesari Asım yazısını hâlâ kullanmadınız" der demez, jeton düştü. Bugünü o yazı ile dolduracak, pazarı beklemeyecektim işte.. O şarkının benim için de ayrı anlamı ve öyküsü var. Onu hafta sonu anlatırım işte. Çünkü bu uzun ama çok güzel öyküyü biçmeye içim razı olmadı.

*

Avuçlarındaki elin tanıdık sıcaklığını, artık çıkarmamak üzere giyilen bir matem kıyafeti gibi son kez kuşanıyordu Suzan Hanım. Takvimler 18 Ocak 1992 gününü gösteriyordu; saat, gece yarısına yaklaşmıştı ve Yesari Asım Bey'in birkaç saat önce başlayan rahatsızlığı gözle görülür bir hızla artıyordu. Halsizdi, yüzü belirgin biçimde soluklaşmıştı. Gözleri yarı açık, yorgun ama anlamlı bakıyordu.
Erenköy Arsan Sokak'taki dairenin ud tınılarına alışkın duvarları, bir ağıt dinler gibi Yesari Asım Bey'in gittikçe sıklaşan soluk alışverişlerini dinliyorlardı.
Doksan iki yaşındaydı Yesari Asım Bey ve kendisi de seksenli yaşlarda olan Suzan Hanım; evlendikleri günden beri, yani son on beş yıldır tek bir ciddi rahatsızlığına dahi şahit olmamıştı onun.
Bu cuma da önceki cumalardan farklı geçmemiş, her zaman olduğu gibi kahvaltıdan sonra birer kahve içimi sohbet etmişler, sonra da Asım Bey, cuma namazı için hazırlanıp çıkmıştı.

Namaz dönüşü, Dramalıların ve tabii Asım Bey'in en sevdiği çorba olan ekşi çorbadan birer kâse içmişler sonra da Asım Bey, her zaman olduğu gibi, akşama dek küçük nota defterine gömülmüştü.
"Çocuklarım" derdi bestelerine Asım Bey. Hakikaten de varlıklarıyla iftihar ettiği ama dertleri ve sıkıntıları da bir türlü bitmeyen çocukları gibiydi besteleri onun için. Onlarca yıl önce yaptığı bestelerini dahi hemen her gün yeniden gözden geçirir, sürekli hata arayan acımasız bir öğretmen gibi kendi hatalarını arardı onlarda.
Akşam ezanı okunduktan ve hayli hafif bir akşam yemeği yendikten sonra istirahate çekildikleri zaman başlamıştı Asım Bey'in rahatsızlığı.
Kimi zaman yaşadıkları küçük nabız dengesizliklerinden biri sanmıştı önce Suzan Hanım; ama bu sefer farklıydı.
İçirilen birkaç damla su, kolonya ile ovulan şakaklar, derin nefes telkinleri...
Bildiği her şeyi defalarca denedikten sonra çaresiz başucuna oturmuş ve düşmekte olan birini kurtarmak istercesine elini sımsıkı avuçlarına almış,Yesari Asım Bey'in anbean solan yüzüne bakıyordu şimdi.
Kelimenin tam anlamıyla benzersiz bir sevda hikâyesiydi onlarınki.
Tanıştıklarında Yesari Asım Bey yirmi yedi yaşındaydı; kendisi de on yedi yaşında gencecik bir kız.
Yesari Asım Bey'in Colombia şirketinden çıkmaya başlayan plakları ortalığı kasıp kavuruyordu o sırada. Bir yaz akşamı, Büyükada'daki çay bahçelerinin birinde tanışmışlardı. Önce, şöhretini dahi mahcup eden mütevazılığı ile dikkatini çekmişti onun. Sohbet ilerledikçe de çok ama çok farklı bir adamla karşı karşıya olduğunu anlamıştı.
Dindar bir ailenin çocuğu olduğu belliydi. Suzan Hanım da dindar bir Yahudi ailenin çocuğuydu neticede; ama inanmanın verdiği huzuru bu kadar sindirmiş birine rastlamamıştı onunla tanışana dek.
Mensubu olduğu kültürün asaletini öylesine tabii bir biçimde taşıyordu ki Yesari Asım Bey.
Çocukken büyük annesinden dinlediği kadim Musevi hikâyelerinden çıkıp gelmiş bir aziz gibiydi adeta.
- Aşk, mukaddes bir şeydir. Onu layık olduğu mertebede tutmalıyız. Ben bu kâinata, Allah'ın yarattığı her şeye âşığım diyordu.
- Benim aşkım, ben doğmadan önce doğmuş. Ben doğunca aşkımı, beni beklerken buldum diyordu.
- Mecazi aşk, hakiki aşkı idrak için bir vesile olmalıdır diyordu ve bütün bunları söylerken de öylesine samimi ve inanmış bir insan edasıyla söylüyordu ki sözleri, gözü olan her insanın ilk bakışta teslim edeceği yakışıklılığını dahi gölgede bırakıyordu.
Daha o ilk akşam büyülenmişti Suzan Hanım. Yesari Asım Bey'in de kendisine gönül verdiğini bir hafta sonra yine aynı çay bahçesinde onu görünce anlamıştı.
1927 yazı, istisnasız her hafta sonu Büyükada'ya geldi Yesari Asım Bey.
Sabahlara dek süren doyumsuz sohbetler, Yesari Asım Bey'in sol el parmakları ile tuttuğu ud mızrabından çıkan lahutî tınılar, kaçamak bakışlar, zarif imalar ve Ada semalarını dolduran leylak kokuları...
Gönlünü Müslüman bir gence kaptırması Suzan Hanım için de sıkıntı idi ama asıl büyük sıkıntı, Yesari Asım Bey'in "Büyük Türkoğulları" unvanıyla bilinen Rumeli asıllı ailesindeydi.
Yesari Asım Bey de Drama'da doğmuş, İstanbul'da bir süre kaldıktan sonra ailesiyle birlikte Adapazarı'na gelmişti. Babası Ömer Lütfü Bey, sekiz kardeşin altıncısı olan Yesari Asım Bey'in musikiden ziyade dini ilimlere yönelmesini arzu etmiş; hatta onun hafız olmasını istemişti.
Yıllar sonra, "Eğer ilhamsız bir eser besteleyecek olursam, yarın Allah'ın huzurunda ne cevap veririm" diyecek olan Yesari Asım Bey ise babasına rağmen musiki ile alakasını kesmemişti. Şimdi; yayınlanan plaklar ve onların getirdiği şöhretle birlikte musiki meselesi aile içinde bir miktar soğutulmuşsa da Yahudi bir kızla evlilik, hâlâ kabullenilesi bir durum değildi.
Fatih'te ailesiyle birlikte yaşayan Yesari Asım Bey, bir akşam konuyu babasına açtı ama öyle sert bir tepki ile karşılaştı ki bu kadarını o bile beklemiyordu.
Uzun bir süre Suzan'dan bir daha bahsetmedi ailesine.
Kışın İstanbul'da, yazın Büyükada'da Suzan'la görüşmeye ise devam ettiler. Bir gece Adapazarı'nda sinirlenip udunu kıran babasının zamanla musiki konusunda yumuşadığı gibi bu konuda da yumuşayacağını ümit ediyordu Yesari Asım Bey, ama öyle olmadı.
Yıllar geçiyor fakat Ömer Lütfü Bey, bir türlü bu beraberliğe rıza göstermiyordu. Suzan otuzlarını, Yesari Asım Bey ise kırklarını aşmıştı artık. Gün geldi, Ömer Lütfü Bey, Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Ailenin reisliği Kayseri'de yaşayan amca Mahmut Remzi Bey'e geçti.
Bir gün, köklü Rumeli ailelerinin hürmetine ve nezaketine uyarak meseleyi amcasına açtı Yesari Asım Bey; amcası ise ona, kardeşinin vasiyetine binanen böyle bir evliliğe olur vermeyeceğini kati bir dille ifade etti.
Bu, Yesari Asım Bey için Suzan'sız bir ömür demekti...
İçinden sürekli, "Suzan bunu hak etmiyor" diye geçiren Yesari Asım Bey, önce onunla görüşmeyi kesti, yıllarca görüşmediler. Suzan'ın kendisini beklemekten vazgeçmediğini görünce de 1954'te, ailesinin tasvip ettiği zoraki bir evlilik yaptı, ama Suzan yine vazgeçmedi beklemekten.
Bu gönülsüz evlilik ve Suzan'sızlık onu daha da bunalttı.
Artık beste de yapamıyordu. Hiç olmazsa uduyla dertleşebilmek için evliliğini noktaladı.
Artık tüm vaktini uduyla geçiriyor, birbiri ardınca besteler yapıyordu.
Büyük paralar karşılığı yapılan sahne ve program teklifleri hiçbir zaman cezbetmedi onu. Ama Suzan'dan haberler getiren ortak arkadaşlarını dört gözle bekliyor, aynı haberi defalarca anlattırıyordu onlara.
Ailesinin ve çevresinin baskısına rağmen hiçbir teklife evet demeyerek kırk yıldır kendisini bekleyen Suzan'ın hasreti bütün ruhunu sarmıştı.
Dönemin ünlü güftekârlarından Fitnat Sağlık Hanım'la dertleştikleri bir gün, kendisinden ve Suzan'dan bahsetti ona. Artık her ikisi de altmış yaşını aşmış bulunan bu iki insanın hazin hikâyesi çok duygulandırdı Fitnat Hanım'ı:
"Nereye kadar Asım Bey" dedi.
"Bu böyle ne zamana dek devam edecek? Vazgeçin bu sevdadan!" Yesari Asım Bey ise Fitnat Hanım'ı derinden sarsacak şu cevabı verdi:
"Bizim gönlümüz yazboz tahtası değildir, biz bir insanı gönlümüze ya hiç yazmayız, yazarsak da bir daha silmeyiz!" Bütün geceyi gözyaşları ve düşüncelerle geçiren Fitnat Hanım, ertesi sabah erkenden yine Yesari Asım Bey'in yanındaydı. Ama bu kez elinde dört mısradan oluşan alevden bir güfte vardı...
Birkaç gün sonra bütün cesaretini toplayan Yesari Asım Bey, elinde udu, zihninde yeni hüzzam bestesiyle Ada vapurundaydı. O günü hiç unutmuyordu Suzan Hanım. Yesari Asım Bey'in yıllar sonra Ada'ya gelişi, Ada sakinleri arasında da heyecana sebep olmuş; fısıltı gazetesi birkaç dakika içinde haberi Suzan Hanım'a ulaştırmıştı. Kardeşlerinin torunları tarafından uzun süredir büyükanne olarak çağrılan Suzan Hanım'ın eli ayağı birbirine dolaşmış, genç bir kız gibi ne giyeceğine bir türlü karar veremeyip tüm gardırobunu odanın ortasına yığmıştı.
Nihayet akşam üzeri iskeledeki çay bahçesinde buluştular. Kısa bir sohbetten sonra, Yesari Asım Bey Dilburnu'na gitmeyi teklif etti. Bir faytona atlayıp Dil'e geçtiler; deniz kıyısındaki çamların altında bulunan ahşap masalardan birine oturdular.
Artık başbaşaydılar. Yanlarında yalnız Yesari Asım Bey'in udu ve telafisi imkânsız yılların pişmanlığı vardı. Bir de gecenin huzur dolu sessizliğine ve karanlığına sığınmış olan ayla deniz...
Yesari Asım Bey, usulca uduna doğru uzandı. Onun sesini yıllardır yalnızca plaklardan dinleyen ve artık bu ana dair tüm ümidini kaybeden Suzan Hanım yaşadıklarına inanamıyordu.
Halbuki bütün bu yıllar boyunca Yesari Asım Bey'in kimi bestelerinde kendisinin de gizli gizli yaşadığını düşünürdü Suzan Hanım. Yesari Asım Bey;

"Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık
Sandallarımız neş'e dolar zevke kanardık" dedikçe Suzan Hanım da kendisini o sandallarda hayal eder,
"Uçsun Ada'dan gönlüme sînendeki gamlar" mısrasının kendisi için söylendiğini vehmedip bununla avunur,
"Adalar'dan bir yâr gelir bizlere" dizesini duydukça o yârin kendisi olduğuna inanırdı.
Ama bu şarkılardan hiçbirine girmedi Yesari Asım Bey. Sol elindeki mızrap ağır ağır hüzzamda dolaşmaya başladı. Henüz bir gün önce tamamlanmış bulunan ve o akşam ilk kez Suzan Hanım tarafından dinlenen bu hüzzam feryat, o akşamdan sonra, masumiyeti ve asaleti ile Leyla'dan Mevla'ya uzanan tüm aşkların ve âşıkların ebedi neşidesi olacaktı:

"Ömrüm seni sevmekle nihâyet bulacaktır
Yalnız senin aşkın ile rûhum solacaktır
Son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır
Yalnız senin aşkın ile rûhum solacaktır"

Dil'deki o geceden sonra dönemin en ünlü seslerince plaklara okunan ve radyoda sürekli çalmaya başlayan hüzzam şarkı, tüm ülkenin gündemine oturmuştu. Zengin, fakir herkesin yüreğine işleyen bu beste ve güfte, bir kişiye ise çok daha ağır acılar veriyordu.
Amca Mahmut Remzi Bey, şarkıyı duyduğu anda anlamıştı notaların yüklendiği ızdırabı. Buna rağmen ancak 1977 yılında vefat ederken ardında bıraktığı vasiyetle evliliğe onay verdi ve nihayet o yıl, yani tanışmalarının üzerinden tam elli sene geçtikten sonra Suzan Hanım ve Yesari Asım Bey evlenebildiler.
Evlendiklerinde Suzan Hanım altmış yedi, Yesari Asım Bey ise yetmiş yedi yaşındaydı.
Bütün bunları düşünürken gözlerinden bir damla yaş süzüldü Suzan Hanım'ın. Yesari Asım Bey fark etmesin diye de hemen hareketlenip sağ avucundaki eli bırakmadan sol koluyla ona sarılarak omuzlarından kavradı; hafifçe kaldırıp yastığı biraz daha beline doğru destekledi. Yüzü soluklaşmaya devam ediyor, elleri yavaş yavaş soğuyordu ama anlamlı bakışlarında hiçbir eksiklik yoktu Yesari Asım Bey'in.
Adeta bir ömür boyu bekleyerek birbirlerine kavuşmuşlar ve masal gibi bir on beş yıl yaşamışlardı birlikte.
Hiçbir şeyini gizlemezdi Yesari Asım Bey, Suzan Hanım'dan. Ayrı geçen yıllarda yaşadığı tüm olayları en ince ayrıntısına kadar anlatırdı Suzan Hanım'a. Hatalarını, kaçırdığı fırsatları, pişmanlıklarını, hatta ilk evliliğine dair detayları dahi tüm açık yürekliliğiyle paylaşır; Suzan Hanım da büyük bir olgunlukla dinlerdi onu. Doğrusu Suzan Hanım da böyleydi Yesari Asım Bey'e karşı.
Gerçi bir ömür boyu Yesari Asım Bey'i beklemek dışında kayda değer bir hadise olmamıştı Suzan Hanım'ın hayatında. Hatta onun için tüm ömrünün en heyecanlı dönüm noktası, belki de on beş yıl önce Dil'de yaşadığı o akşamdı.
Hemen her hafta birkaç kez Münir Nurettin Bey'in sesinden dinlemeyi alışkanlık haline getirdikleri o hüzzam bestenin, kendisi için Tanrı tarafından gönderilmiş ilahi bir yardım olduğuna inanırdı Suzan Hanım. Şarkıyı dinlediği ilk akşamdan bu yana, istisnasız her gün, yüzlerce kez onu gönlünden ve zihninden geçirir, gün içinde birkaç kez de bir dua vecdi ile dilinden dökülürdü.
Eğer sır denebilirse, Yesari Asım Bey'den gizlediği yegâne sırrı da işte yine bu şarkı ile ilgili idi.
Suzan Hanım da çocukluğundan beri şiir okumayı sever; hatta kimi zaman da yazardı. Yazdığı dizelerden bazılarını Yesari Asım Bey'e okur, fikrini alır, bazen bir mısra üzerine saatlerce konuştukları olurdu. Hüzzam şarkıyı dinlediği o akşam da eve döner dönmez güfteyi bir kâğıda kaydetmiş, mutluluktan ve heyecandan uyuyamadığı gece boyunca da güfteye bazı dizeler eklemişti. Fakat şarkının hızla şöhrete ulaşması mı, yoksa bir süre sonra Suzan Hanım'ın şarkıya ilahi bir anlam yüklemesi mi, nedendir bilinmez; çok istemesine rağmen Yesari Asım Bey'le şiiri paylaşamamış, her geçen günle birlikte de şiir Suzan Hanım için bir sırra dönüşmüştü.
Ama bu gece, tam şu anda; Yesari Asım Bey'in eli, avuçlarında anbean soğurken o kadar pişmandı ki daha önce bir vesile ile ona şiiri okumadığına.
Kalbinin son atışında bile onun adını heceleyeceğini yıllar evvel haykırmış olan koca yürekli adam, gözlerinin önünde o son darbe-i kalbe yaklaşıyordu işte.
Birden, hayatının en önemli kararını açıklayacak insanlara mahsus bir ciddiyetle, - Asım! dedi. Dudakları belli belirsiz kıpırdayan Yesari Asım Bey, son bir gayretle kafasını hafifçe Suzan Hanım'a çevirdi. Avuçlarındaki eli sıkı sıkıya saran Suzan Hanım, Yesari Asım Bey'in kulağına eğilerek okumaya başladı:
"Ömrüm seni sevmekle nihâyet bulacaktır
Yalnız senin aşkın ile rûhum solacaktır
Bin cânı fedâ eylesem azdır sana billâh
Hayfâ ki ecel sadece bir cân alacaktır
Mecnûn seni, Leylâ beni kıskansa aceb mi
Efsane-i aşkım ile dünya dolacaktır
Yıllarca bu yollarda kalan gözlerim elbet
Son uykuya sensiz sana hasret dalacaktır
Etmez ise kısmet yüce Rabbim seni bir gün
Tâ mahşere dek gökte şu feryat kalacaktır
Son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır
Yalnız senin aşkın ile rûhum solacaktır

Yesari Asım Bey'in dünyada duyduğu son sözler, bu mısralar oldu.
Dilinden ise kelime-i şehadetten önce, kalp atışını andırır sadece iki hece döküldü:
"Suzan!"
*

SEVDİĞİM LAFLAR
Yaşınızı sayın dostlarım, yıllarınızı değil; gülümsemelerinizi sayın, gözyaşlarınızı değil." John Lennon
***

TEBESSÜM
- Her doğum gününüzde mutlaka aldığınız şey nedir?.
- Bir yaş daha!..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA