Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Galatasaray’da sorun Marcao değil, Burak Elmas!..

Maçı tribünden ve ekrandan izleyenlerin şaşkınlıkla açılmış gözleri önünde, 50 metre koşarak, takım arkadaşı Kerem'in yanına gelen ve genç adama önce kafa, sonra da yumruk atan Marcao, bir anda her şeyi unutturdu.. Olay aniden sosyal medyada gündem oldu. Taraftar, genelde Marcao'yu lanetledi.
Ertesi sabah gazetelere baktım. Manşetlerde hep Marcao vardı.. Yorumlarda ise ona verilmesi gereken cezanın tartışmaları.
"Derhal gönderilmeli" diyenler çoğunlukta idi, ama Fatih Terim'in konuşmalarından çıkan sonuç çok farklıydı.
Bodrum-Alaçatı arasındaki 400 kilometrelik yolu 4 saatte gelirken kendine gelemeyen ve en yakın kişisel dostu Yüzevler Sabahattin'in dükkânını darmadağın etmek için basan Fatih Hocam için, 50 metrede kendine gelememek, öfkesine hâkim olamamak ve takım arkadaşını dövmek neydi ki?.
Hocam "Ne olacak?" diyenlere, "Sabah ola hayır ola" diye cevap verdi..
"Hele bir İstanbul'a dönelim. Orda çözeriz. İkisi de iyi oyuncu bunların.
Marcao önce Kerem'den, sonra takım arkadaşlarından, sonra da tüm Galatasaray camiasından özür diler" diye de kafasındaki çözümü önerdi.
Galatasaray'ın gelenek ve görenekleri, "Batı'ya açılan pencere" oluşu umurunda değildi. Umurunda olan, stoperini kaybetmemekti.
Önemli olan puan almak, önemli olan kupa kaldırmaktı.
Bu durumda, 1 numaralı sorumlu Marcao değil, Fatih Terim mi oluyordu?.
Hayır!.
1 numaralı sorumlu, Galatasaray'da Başkan olmadığını bir kere daha gösteren Burak Elmas oluyordu..
Genç, tecrübesiz ve daha işbaşına gelir gelmez, hayranı olduğu Fatih Terim'e kulübün anahtarlarını hem eylem, hem de söylemleri ile teslim ettiğini gösteren Burak Elmas..
Futbolseverler hatırlar.. 2018 yılında Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, Akhisar'da tüm takıma ceza vermişti. Ceza spor tarihimize geçti. Başta takımın Sportif Direktörü Damien Comolli olmak üzere, tüm teknik ekip ve futbolcuların uçak biletleri iptal edildi. Hepsi İstanbul'a otobüsle döndüler.
Galatasaray'da Marcao'nun cezası ise, havaalanına takımla gelmemek oldu, o kadar. Önceden taksiyle yollandı. Birlikte otobüse binmediği takımla ayni uçağa bindirildi. Ona, "Bu takımla seyahat etme hakkına sahip değilsin.
Haydi otobüse" diyen bir Ali Koç yoktu, Giresun'da..
Neden?.

Çünkü, ne kadar kızılsa ve ne kadar ağır eleştirilse bile, Fener'de bir Başkan vardı, ama Galatasaray'da ne yazık ki, yoktu. Göstermelik olarak bile yoktu..
Daha geldiği gün Fatih Terim'e teslim oldu, genç ve tecrübesiz Burak..
Kulüp tarihinde Başkan'ına "Galatasaray düşmanı" diyen ilk ve tek maaşlı eleman, Kongre ve Divan Kurulu üyesi Fatih Terim'e, sözleşmesi bittiği ve yenisi yapılmadığı halde, Florya'da sahaya çıkarılıp takıma idman yaptırıldı.
Hemen ardından da kulübün borçları ve maddi durumu yüzünden "fazla" diye eleştirilen maaşına da yüzde 100'e yakın zam yapılarak, 3 yıllık sözleşme imzalandı. 3 yıl.. Yani kendisinden sonra gelecek Başkan'ın da elini kolunu bağladı.
Ardından basın toplantısı yaparak, kendisinin ve yönetimin görevini özetledi..
"Fatih Hocam karar verir, biz uygularız." Yani Başkan'ın ve arkadaşlarının, Terim'in emir kulu olduğunu söyledi, çekinmeden sıkılmadan..
Bunu nasıl gerçekleştirdiğini de gösterdi..
Başkan, Feghouli ile bizzat görüşmüş, "Kendine takım ara, seni istemiyoruz" demişti.
Fatih Terim tam tersini uyguladı.
Feghouli'yi Avrupa maçında oynattı ki, Avrupa liglerinde oynayan hiçbir kulüp ona talip olmasın.. Böylece transfer pazarını daralttı.
Sonra Galatasaray'da oynatmaya başladı. Bir yandan da basındaki emir kullarına "Gazlayın" talimatını verdi..
Ve başkana, sözleri yalatıldı.
Feghouli kaldı, göreceksiniz. Ocak transferinde Belhanda'yı da kiralık miralık geri alırsa şaşırmayın..
Hadi Türkleri ezmesi, yok etmesinden geçtik, Falcao gibi bir dünya çapında yıldızı değil, Feghouli gibi sıradan bir adamı, taraftara ve Başkan'a rağmen "kazanmaya(!) çalışan" bir Teknik Direktör için ne düşünürsünüz?.
Bu soruyu Burak Elmas'a sorduğumu sanmayın.
Burak, dedim ya, kulübün anahtarlarını teslim etmiş, oturuyor.
Galatasaray Başkanı olarak, kendinden evvelki Başkan'a "Düşman" diyeni baş tacı yapıyor.
Ama Galatasaray Kulübü'nü maddi yıkımdan kurtaran, tersine, arkasında transfer limitleri en yüksek bir takım bırakan, bir yıldır ağır hasta, şu anda da ölümle pençeleşen Mustafa Cengiz'i kulüp onur kuruluna sevk ederken, ona hakaret edene kulübü teslim eden Burak Elmas, ne kadar başkan ki, ona soru sorayım!.

*

Burak ile kişisel hiçbir sorunum yok. Babası Sezgin Elmas ile neredeyse aile dostu gibiydik, 2000'li yıllar başlarken.. Tüm aileyi yakından tanır ve severdim. Kayınpederi Faruk Süren de en sevdiğim dostlarımdan ve Galatasaray başkanlarındandır. Kongrede oylar sayılırken "Lisecilerin (Liselilerin değil) lideri Hamamcıoğlu" ile baş başa kalınca, Burak kazansın diye ne kadar heyecanlandığımı, yayını birlikte izlediklerim bilir. Kazanınca da bir kutlama ve başarı dilekleri mesajı attım. Cevap vermedi..
"Şu anda yüzlerce mesaj almıştır, hepsine cevap verecek hâli ve zamanı mı var" dedim. Aldırmadım..
Bakın Fatih Terim'le de çok yakın aile dostuyuz. Onu nasıl eleştirdiğimi herkes bilir.. Ama her iyi ve kötü gününde ona mesaj attım. Fatih Hocam da hepsine cevap verdi, sağolsun..
Çünkü o dostluk ile işin ayrı şeyler olduğunu bilenlerden.
Kilis deyişini bir daha hatırlatayım..
"Dostluk kantarla.. Hesap miskalle.."
Açıklarsam..
Kantarla odun tartılır, miskalle elmas.. Ne tesadüf değil mi, Burak Elmas?.

***


İLK HAFTANIN İLK KONUSU HAKEMLER!..
Doğru dürüst hazırlık yapılmasına dahi izin verilmeyen ve transfer devam ederken başlayan bir ligin ilk haftasında takımlar için karar vermek erken.. Düşünün pek çoğunda, hayatlarında ilk defa bir arada oynayan futbolcular var..
Marcao gibi insanlık dışı yanlışlar yapanlar hariç, gerisi için sabırlı ve hoşgörülü olmalıyız diye düşünüyorum..
Buna karşılık pek çoğunu izlediğim maçların hakemleri konusunda olumlu ve olumsuz izlenimlerim var.. Hem orta hem de VAR hakemleri konusunda daha ilk haftada ortaya çıkanlar yani..
Önce olumluyu yazalım..
Geçen sezon iğrenç bir âdet vardı futbolumuzda..
Utanç verici bir âdet..
Bir hava topu ikili mücadelesinde topu kaybeden yüzünü tutarak kendini yere atıyor, yerde 3 tur dönüp yüzükoyun duruyor ve eliyle çimleri dövüyor, yani "Ölüyorum, ambulans yetiştirin" havası veriyordu.
Hakemler yüzde 80 oranında bu sahtekârlığı yutup, faul çalıp, bir de sarı kart çıkarınca, bu sahtekârlığın baş teşvikçisi oluyor ve en sportmen futbolculara bile, "Bakın sahtekâr kazanıyor.
Centilmenliğin âlemi yok" dedirtiyorlardı.
Her maç tonla yüzünü tutup yere atlayan ve çimleri döven futbolcu görüyorduk, bir..
Topu kaptırıp, kontratak yiyen futbolcu da yerden kalkmıyor ve hakemi maçı durdurmaya zorluyordu. Hakem de düdük çalıp başucuna geliyordu. Bu yüzden sık sık duran maç yüzünden futbol oynamaya, oyun kurmaya vakit kalmıyordu.
Bir yandan sezon arasındaki hakem seminerleri, bir yandan da gene ayni dönemde izlediğimiz Avrupa maçlarını yöneten hakemlerin böylesi sahtekârlıklara asla ödün vermediklerini, biri yerde yatıyor diye oyunu durdurmadıklarını görmeleri bizimkileri de etkilemiş olmalı ki, zırt pırt düdük çalmaz, oyunu durdurmaz ve kart çıkarmaz oldular.
Daha heyecanlı maçlar izlemeye başladık.
Daha da iyi olacaklarına inanmak istiyorum.
Kötü yan ise..
Hakemler, yorum haklarını büyük, çok büyük oranda "büyük takımlar lehine" kullanıyorlar. Yazılı ve sözlü medya korkusu bilinçaltlarına işlemiş.. Birbirinin ayni iki hareketten birine faul verirken, ötekine devam diyorlar.
Küçük takım lehine, biri ters ayakla girip rakibi devirmek, öteki şutu elle kesmek gibi iki net penaltıyı VAR dahi çağırmadı.
İki rakibin iki devrede ayni kaleye yaptığı iki akında, ayni yan hakem ofsayt bayrağı kaldırdı. Ayni orta hakem büyük takım aleyhine gösterilen pozisyonda bayrağa aldırış etmedi. Arkasından penaltı ve gol geldi.
Küçük takım lehine olan bayrakta ise anında düdük çalıp akını kesti.. Yani skoru etkiledi..
Neden acaba?.

*

Büyük takımlar "Ligden çekilir, kendi ligimizi kurarız" diye tehditler savururken, küçük takımlarda çıt yok..
Yahu hem de nasıl çoğunluksunuz..
Bir araya gelip "Biz büyüklerin figüranı değiliz" diye masaya vursanıza..
Birlikten kuvvet doğar.. Böyle susar oturursanız, hakemlere, "Siz büyükleri tutun, mutlu olun. Bize aldırmayın" mesajı vermiş olursunuz.
Böylece, yorumların hep aleyhinize olmasını hak edersiniz.
Tek tek ağlamayın o zaman..
Ya birlik olup gürleyin..
Ya da susup oturun!.

***


BUGÜN DE BİRKAÇ NOT!..
Ekranlarda uzun zamandır devam eden iki elmas, pırlanta reklamı var.. Tepe yazı Burak Elmas'a da ordan mı takıldım bilmem..
Birinin oyuncusu Seda Sayan.. Reklamın vurucu lafı da tam kendisini anlatıyor.. Büyük servetine rağmen evinde kiracı ve yapılan anlaşmaya rağmen o çok ünlü Etiler Şamdan'ı kapıya kamyon çektirip çanak çömleğine dek haczettiren ve bu sırada ağır kalp rahatsızlığı yüzünden yoğun bakımda yatan işletmeci Mehmet Tuna'nın krize girip ölümüne yol açan, paraya doymaz Seda..
Diyor ki..
"Elmas her kadının hakkıdır.." Yani diyor ki, "Elmas almayan erkeğe yüz vermeyin kadınlar.."
Ötekinde Halit Ergenç, pırlantayı uzattığı Bergüzar Korel "Neden" diye sorunca cevap veriyor..
"İçimden geldi!."
Şimdi tüm kadınlara ben sorayım?. Siz hangi elması tercih edersiniz?.

*

TRT'nin Yönetim Kurulu da, Genel Müdür'ü de değişti..
Ama izlediğim tek TRT kanalı TRT Müzik'te zerre gelişme yok..
"TRT'nin zengin arşivinden seçmelerle hazırlanan" diye sunulan "Arşivden" adlı sıfır maliyet "Klip seç, yayınla" programı 10 kez tekrar edilir mi?.
Yahu madem arşiv zengin, oturup derleme yapmaya mı üşeniyor da durmadan tekrar yayınlıyorsunuz, milletin ailecek evde oturduğu pandemi aylarında hem de..
Bu halka ve bu halkın TRT'sine sahip olacak tek kişi gelmeyecek mi, bu kurumun başına..
Gelir gelmez de, "Artık işler değişti" diyecek, dedirtecek?.

*

Takvim'de hoş şakalar derleyen ve okuyanı keyiflendiren şeyler sıralayan Lütfi Albayrak'ın Facebak köşesinin tiryakisiyim.
Ama son zamanlarda, ille de Türk'ü eleştiren şakaları öyle yoğunlaştı ki..
Üstelik yalan yanlış.
Restoranda bir sarışına gidip "Merhaba, Türk müsünüz?" demiş. Sarışın da "Nereden anladınız?" diye sorunca, "Tabağındaki köfteyi yanında bıçak dururken çatalın kenarı ile kesmeye kalktın da ondan" demiş..
Sevgili Lütfi, aptal sarışını, aptal Türk yapan fıkran yanlış..
Aç bir görgü/adab-ı muaşeret kitabını.. Orda "Köfte bıçakla değil, çatalın kenarıyla kesilir" yazar.. Üstelik "Köfte yenirken çatal sol değil, sağ elle tutulur" der.

***


SEVDİĞİM LAFLAR
Çalışmak bizi üç beladan kurtarır.. Can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk.. Voltaire

***


TEBESSÜM
Kendi kendime "İçkiyi bırakmalısın" dedim. A
ma kendi kendine konuşan bir sarhoşu dinleyecek değilim..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA