Beşiktaş iki gün içinde Türk futbolunun en büyük iki kupasının ikisini birden kazandı. Hem de, son haftaları sahaya çıkaracak 15 sağlam adam bile bulamadan oynayarak.. Takımın lideri, kaptanı Oğuzhan, tribündeydi mesela.. Avrupa çapında iki golcü Aboubakar ve Cenk Tosun tribündeydi mesela.. En kritik anlarda, oyunun gidişini değiştirebilecek tek kişi yoktu kulübede..
Sahada oynayanların pek çoğu için de "Bunları kim aldırdı" diye soranlar çoktu.
Bu Beşiktaş, 2 kupayı da aldı işte..
..Ve ben bu iki kupayı hak eden kişinin Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi olduğunu en iyi bilenlerdenim.. Çünkü içlerindeyim uzun zamandır.
Beşiktaş'ın yıllanmış kanaat önderlerinden Erol Kaynar kardeşim, kendisi gibi önde gelen Beşiktaş Kongre ve Divan üyesi dostlarına, Nişantaşı'ndaki mekânı Salomanje'de her perşembe yemek vermeye başlamıştı. Beni de çağırdı. Gittim.
Hepsi harika kafa dengi insanlar. Zaten uzaktan tanışıklığımız da var. Bir kaynaştık.
Perşembeleri Erol'un yerinde, Beşiktaş'ın deplasman maçları olduğunda da benim evimde buluşuyoruz. Fatoş'un yemeklerine öyle bayıldılar ki, hatta sipariş verecek kadar can oldular..
Fikret Orman'ın Beşiktaş enkazını bırakıp kaçtığı günler.. Bizim gurubun gündemi de yeni Başkan tabii.. Ama enkaz öyle büyük ki, kimse elini taşın altına koymuyor.. Kime gidilse cevap "Hayır!."
İşte gene öyle asap bozucu bir günde Ahmet Nur Çebi önce elini masaya vurdu, sonra bağırdı..
"Beşiktaş sahipsiz değildir arkadaş.. Ben adayım.."
Şan, şöhret olsun için değil.. Beşiktaş'ın sahipsiz olmadığını dünyaya göstermek için..
İşte o Başkan aldı çifte kupayı.. Yoku var ederek.. En eleştirildiği günlerde bile Sergen'in arkasında durarak..
İnanarak.. Güvenerek.. Direnerek..
Ahmet Nur Çebi Başkan'ı canı yürekten kutlar, ellerim şişene dek alkışlarım..
Uzun zamandır Avrupa'da adı geçmez olan Türk futbolunun alnını da havaya kaldırmanı dilerim Sevgili Başkan..
*
İkinci sevincim, Ercan izne çıktığından bu yana, nefes almadan, 7/24 beni kollayan, yanımdan ayrılmayan, hem de nasıl candan Beşiktaşlı genç yardımcım Caner Öncel için..
İnan bu kupalara, en çok da senin için ve senden fazla sevindim, Caner!. Kutlu olsun!.
***
KALECİNİN AKILLISI...
Çocukken mahalle maçlarında beni hem kaleye koyar hem de dalga geçerlerdi, "Adamın ahmağı kaleci olur" diye..
Kızmazdım.. Çünkü kaleci olmamın sebebi, zekâmın değil, yeteneğimin sıfır olmasıydı.
Arsada kale direği yerine konan taş yapmadıklarına sevinirdim.
Bu sene kalecilerle çok uğraştım, penaltı atışları yüzünden.
Kaç yazı yazdım.
"Penaltı kurtarılmaz, kaçırılır. Vuruştan önce köşe seçip oraya atlamak aptallıktır. Adam iyi atmışsa, doğru köşeyi seçmeniz işe yaramaz. Gol olur. Ama atlamaz vuruşu beklerseniz, sizin bir köşeye atlayacağınızı bilerek topu tam durduğunuz yere yollayanların rezil penaltılarını çok kolay kurtarırsınız. Son ana kadar bekleyin ve kötü penaltıları yüzde 100 kurtarın" diye özetleyebilirim.
Dinleyen pek olmadı.
Pazartesi ve salı günleri iki play-off maçı izledik. Süper Lig'e terfi için..
Altay-İstanbulspor ve Altınordu-Samsunspor.
Altay 3-2 kazanırken, iki golü de penaltıdan yedi.
İkisinde de kaleci Cihan Topaloğlu doğru köşeyi buldu, uçtu ama, Onur öyle güzel atmıştı ki iki penaltıyı da, dokunamadı bile topa..
Altınordu-Samsun maçında ise, bir Samsun forması giymediği kalan Abdülkadir Bitigen, kendisi ile sabaha dek tartışacağım bir penaltı yarattı, Altınordu aleyhine son dakikada.. Top ele gitmiyor, yerli yerinde duran ele dokunuyordu.
Bu dokunma öyle parmak ucunaydı ki, ne yön değiştiriyordu top, ne hız.. Geldiği yöne aynen devam ediyordu.
Bitigen, VAR'da seyrettiği halde bu pozisyonda penaltı yorumunu nasıl ve neye göre yaptı, hele bana bir anlatsın.. Ben de ona maç boyu yorumlarında nasıl Samsunlu olduğunu anlatırım.
Neyse.. Futbol ilahları değil ama, Altınordu kalecisi Erhan penaltıyı kurtardı.. O kaleci Erhan nasıl kurtardığını da maçtan sonra anlattı..
"Gökhan Ağabey daha önce takip ettiğim, penaltı atışlarını bildiğim bir oyuncuydu.
Topa vurana kadar hareket etmemem gerektiğini biliyordum. Bu nedenle son ana kadar bekledim ve hislerim beni yanıltmadı."
***
BU NE MUHTEŞEM CIA İMİŞ, MEĞERSE...
Dünyada, hakkında en çok komplo teorisi üretilen kurum kesin CIA'dir. Yani Amerika Merkezi Haberalma Kurumu..
Yahu yapmadıkları iş yok.. Türkiye'de seçimleri, darbeleri yönetmekten tutun da, Afganistan, Körfez savaşlarını çıkarmaktan, İsrail- Filistin olaylarını yaratma ve yönetmeye, dünyanın neresinde, siyasal, sosyal, ekonomik bir kırıntı varsa onların işi.. Uzaydan gelen yaratıkları bile saklayan ve besleyenler onlar.
Yetmedi mi?.
Kızıl Meydan Tablosu.. Kazimir Malevich.. Bu tablo 1915 yılında yapıldı. Rus Devrimi ise Ekim 1917'de.. Tablonun adı Red Square.. Bir kelime oyunu. Square hem "Kare" demek hem de "Meydan." Kazimir Malevich'in tablosuna bugün paha biçilemiyor. Çünkü Rus halkının malı olduğu için satılmıyor ve St. Petersburg'da "Rusya" müzesinde saklanıyor. Yani CIA'in icat ettiği(!) akım, CIA'dan da, Soğuk Savaş'tan da, Komünist Rusya'dan da önce başlamıştı, sevgili kardeşim.
Dünyayı sallayan salgınlar kimin işi?. Tabii CIA'in.. Kovid'i laboratuvarda onlar yarattılar ve şüphe çekmemek için Çin'de ortaya saldılar, hem de Çin'i zayıflattılar.. Yani aklınıza bir şey mi geldi.. Hemen oturun sosyal medyada "CIA yaptı" deyin, o kadar çok inanan çıkar ki, şaşarsınız..
Pek çok köşe yazarı, bu komplo teorileri sayesinde konusuz kalmıyor.
Var tabii CIA.. Başka ülkelerin içişlerine de karışıyor tabii.. Bizim MİT karışmıyor mu?.
Gizli teşkilatların işi biraz da bu değil mi?.
Ama CIA için iddia edilenler "Yok artık" isyanı düzeyinde..
Ama bana sorarsanız, asıl bu komplo teorilerini uyduran ve yazdıran CIA'in ta kendisi..
Dünyanın gidişini değiştirecek çapta bir gücü olduğunu yayıp, inandırıp devlet yönetenleri, onlarla işbirliği yapma baskısı altında tutmanın bundan güzel yolu mu olur?.
Kızıl Meydan Tablosu.. Fedor Alekseyev.. Bu da Kızıl Meydan'ın klasik bir resmi. Alekseyev 1801'de yaptı.. Beş kuruşa satamadığı için açlık ve sefalet içinde öldü. Günümüzde değerli.. Değerli ama, 46.5 milyon dolar değil, bu değer.. Tabii o da CIA'in işi.. Bir kare çiz, içini kırmızıya boya, milyoner ol.. Gerçek Kızıl Meydanı boyamak için yeteneğin olsun, yetmedi, Güzel Sanatlar oku.. Yetmedi bir ünlü ressamın atölyesinde yıllarca çalış, gene de adını kimseler bilmesin.. Fedor Alekseyev'i duyan var mı aranızda?. Duyamazsınız. Çünkü CIA istemiyor, tamam mı?. (Bana da bu yazıları parasını verip CIA yazdırıyor. Biri açıklamadan ben itiraf edeyim bari..)
Dün Mevlüt kardeşim (Tezel), Fener bayrağı gibi üstü sarı, altı lacivert olarak ikiye bölünmüş bir dikdörtgen resmi basmış..
"Bu tablo 46.5 milyon dolar eder mi?" diye soruyor.
Rus asıllı Amerikan ressam Mark Rothko'nun 1954'te yaptığı tablo, açık artırmada bu fiyatı bulmuş.
Mevlüt, "Al nalburdan sarı ve mavi boya, duvar boyar gibi boya" diyor.
Mevlüt sonra 46.5 milyon doları izah ediyor..
"Bunun arkasında CIA var. Komünizm, Soğuk Savaş döneminde Batılı aydın sanatçıları edebiyattan resme etkilemeye başlamıştı.
ABD, bu hegemonyayı kırmak için, sosyalist gerçekliğe karşıt olan akımları desteklemeye başladı.
CIA 'Propaganda Araçları Yönetimi' diye bir bölüm kurdu.
Bu bölüm dünya çapında 800 dergi ve gazeteye fonlar verdi.
Bu akıma ait eserlere akıl almaz paralar ödenmesini sağladı." Mevlüt şöyle bitiriyor yazısını..
"CIA desteklemesiydi soyut ekspresyonizm akımının akıbeti ne olurdu acaba? Bugün modern sanat diye dayatılan birçok garip sanat eserini konuşuyor olur muyduk?"
Şimdi sözü köşemdeki iki resme bırakıyorum.. Bakalım ne oluyormuş..
***
GERÇEK DEMOKRAT BEDRİ BAYKAM!.
Bedri Baykam aile dostumdur.. Babası Suphi Baykam, Ankara'dan dost olduğum ender siyasetçilerdendi. Dostluk sebebim de "Harika Çocuk" oğlu Bedri Baykam.. Onun Fransız Kültür'de açılan sergilerine gide gele Suphi Bey'le tanıştık, ahbap olduk.
Bedri ressamlık ve fotoğrafçılıkta büyük yol almasına rağmen babasının izinde de gitti ve CHP'ye girdi.
Laf ola değil..
Savaşçı üye oldu..
"Bu ülkede demokrasi istiyorsak, önce CHP'yi demokrat yapmalıyız" dedi. Mekteb-i Mülkiye'den sevgili Deniz Hocam başkandı ve öyle bir tüzük yaptı ki, kendisi istemedikçe onu düşürmek imkânsızdı.
Başkan partide her konuda tek seçiciydi. (Nitekim Baykal ancak kasetle düşürüldü, biliyorsunuz.) Bedri Baykam dünyayı gezmiş, dolaşmış, en büyük başkentlerde sergiler açmıştı.
Demokrasi nedir, nasıl olur, biliyordu.
Oturdu bir yeni CHP Tüzüğü hazırladı. Yetki başkandan alınıyor, her makam, kurul için, tüm parti üyelerinin oy verdiği seçimler esas oluyordu.
Baykal gündeme bile almadı.. Bedri pes edenlerden değildi. Savaşını sürdürdü. Biliyorsunuz nisan sonunda, CHP'yi gerçek demokrat yapacak tüzük değişikliğini gene parti merkezine sundu.
Kılıçdaroğlu dikkate alır mı?.
Güldürmeyin beni.. İktidara bile talip olmayan, "Ana muhalefet liderliği bana yeter" diyen adam, kendisini CHP Başkanlığı'ndan üye oyları ile düşürecek tüzüğü ister mi?.
Ama CHP içinde, her şeye rağmen bir demokrasi savaşçısı olması beni mutlu ediyor.
Demokrasi savaşı kaçıp gidenlerle değil, kalıp direnenlerle yapılır, çünkü..
Kaçan ülke için değil, kendine kaçıyordur çünkü..
***
TEBESSÜM
Sigortacı, evini sigortalatmak için çağıran müşterisine masanın ortasında duran pahalı vazoyu gösterdi.
"Bunun içinde bir şey saklıyor musunuz?. İçinde bir şey var mı?."
"Var" dedi kadın.. "Kocamın külleri.."
"Affedersiniz" dedi, sigortacı.. "Kocanızı kaybettiğinizi bilmiyordum.."
"Kaybetmedim ki" diye gülümsedi kadın. "Uzanıp bir kül tablası almayacak kadar tembel biridir eşim.."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"İnsanların çoğu yanlış düşünür. Bir kısmı hiç düşünmez. Geri kalanları da düşünenleri kötülemekle uğraşır." Voltaire