Uzandım salondaki divanıma.. Başucumda yığılı gazetelere bakmaya başladım..
"Okumaya" diyemiyorum.. Okunacak şey o kadar az ki.. Haberler hemen hepsinde ayni. Çünkü ayni ajanstan alınıyor, yeniden bile yazılmadan (Rewrite) ve üzerine bir de sıkılmadan imza koyup yayınlıyorlar.
Köşe yazılarının yüzde sekseni, tuttuğu siyasi guruptan öteye gözlerini kapamış, tek taraflı övmeler de değil, olsa gam yemem..
Çünkü övülecek o kadar çok şey var ki ülkemde, yerelde ve genelde.. Okuyana moral olur, bu devirde.. Ama bizde en kolayı sövme.. Başlıklarına bakıp ne yazdıklarını tahmin ediyorum artık..
"Okumuyorum, bakıyorum" dediğim o..
Belki de bu yüzden, tahammülüme yardım etsin diye, TRT Müzik kanalını açarım hep, şarkılarımız, türkülerimizin hoşlukları gazete hoşnutsuzluğumu biraz azaltsın..
Tam ilk gazeteye bakıyordum ki, kulağıma çok ama çok sevdiğim bir Aşık Daimi melodisi geldi..
"Ne ağlarsın benim zülfü siyahım.." Kafamı kaldırdım gayri ihtiyari..
Özdemir Erdoğan söylüyor.. Arkasında da, batılısı, Anadolulusu dev bir saz heyeti.. Özdemir nasıl yürekten, nasıl derinden okuyor.. Seyirciyi gösteriyor ekranda..
Arşivden seçilmiş bir tekrar program.. Harman Yeri..
Özdemir de o programın konuğu..
Her türden, yaştan seyirci var.. Özellikle kadın seyirciler mest.. Gençler, orta yaşlılar, yaşlılar.. Örtülü, örtüsüzler..
Hepsinin hayatının bir devresinde en az bir Özdemir var mutlak.. Benim her devrimde, her zaman olduğu gibi..
Özdemir, Özdemirce söylüyor, bu Anadolu mozaiğini.. Benzersiz Özdemir yorumu ile.. ..Ve gene tüm kuşakların ezber bildiği "İsim Şarkısı"na giriyor final için..
"İkinci bahar yaşıyor ömrüm
Gel benim yarim oluver şimdi
Seni gül gibi öpe koklaya
Gözümden dilimden sakınır saklar
Bugünkü aklımla severim şimdi
Şiirler şarkılar söyleyerek
Mehtabı birlikte seyrederek
Benimle bir bütün oluver şimdi"
İyice doğruldum divandan.. Kumandayı elime, programı da başa aldım ve Özdemir'i baştan sona bir daha dinledim.. Sonra bir daha.. Doyumsuz Özdemir ve ölümsüz türküleri tekrar tekrar dinlemekten güzel şey var mı, bu kapanma günlerinde..
Taa 1970'lerden bu yana, en az dört kuşağa şarkılarını ezberletmiş muhteşem yorumcu, besteci, sazcı, gitarcı Özdemir!.
Sen busun işte.
Busun sen!. Bütün ülkem seni bu ezber bildiği şarkılarınla hatırlarken, Zeki Müren'e çamur atarak gündeme gelmeye ihtiyacın mı var?.
Var mı Özdemir, var mı?.
Bu Harman Yeri'ni Youtube koy da gör bakalım var mı?.
***
KâĞITTAN HAYATLAR!..
Netflix'te izlediğim ve bayıldığım bir yerli film oldu, Kâğıttan Hayatlar.. Hayır, vakit geçirmek için değil, "Film" izlemek için birebir..
Başroldeki Çağatay Ulusoy, hayatını kâğıt toplayarak kazanmaya başlamış. Sonra metruk bir depoda işi büyütmüş. Kâğıt toplayanlar, tekerlekli arabalarını ona getiriyorlar. Malları alıyor ve sonra o kâğıtları ikinci el kullanıcılarına satıyor.
Aklıma hemen "İkizler Memo Can" geldi. Türker Ağabeyimin çok izlenen dizisi.. Mark Twain'in ünlü romanı "The Prince and the Pauper"den mülhem..
Orada başroldeki Nehir Erdoğan, gecekonduda yaşıyordu ve kâğıt toplayarak ailesini geçindiriyordu.
Bu defa Ercan Mehmet Erdem harika bir senaryo yazmış.
Can Ulkay harika çekmiş.. Ve de Çağatay Ulusoy, olağanüstü oynamış.. Devreye üvey baba zulmünden kaçan bir küçük çocuk giriyor. Emir Ali Doğrul.. O hele müthiş..
Film nasıl gelişiyor, nasıl bitiyor, inanmazsınız..
"Son" yazdı kalakaldım.. Elim kumandaya gidip Netflix'ten çıkamadım, öylesi..
Sinemaseverlere şiddetle tavsiye ederim..
Bu arada bir haber okudum magazin sayfalarında..
Ümit Evirgen nam zat, "Ben Bir Denizim" diye bir film yazıp yönetmiş. Duymadım bile. Orda da Deniz kâğıt toplayıcısıymış.
Evirmiş, çevirmiş Evirgen "Senaryomu çaldılar" demiş.
Yahu dünyada milyonlarca kâğıt toplayıcısı, milyonlarca hikâye var.. Bu nasıl çalma..
O zaman izlediğimiz bütün doktor, hastane film ve dizileri ilkinden çalma.. Ya da bütün İkinci Dünya Savaşı filmleri yürütme..
Pes..
Hürriyet gibi bir gazete de bunu Kelebek ekine kapak yapmış iyi mi?.
Hadi yaptın, yanına "Ne çalması" desene.. Tam tersini yapmış, umutlandığım gençlerden Onur Erkin, köşesine "E resmen çalmışsın Çağatay" başlığı atarak..
Onur, sen bu ikisine benzemeyen bir kâğıt toplayıcı yaşamı yazıp, birbirine benzemeyen iki metruk ardiyede geçirsene görelim bir..
Aman ha, "Hıncal Ağbi benim yazımı çalmış" deme.. Ben çalmadım.. Eleştirdim!.
***
TÜRKİYE'DE TEKNİK DİREKTÖR YOK!.. (2)
Her hafta on maçın onunu da izleye izleye ve yapılan büyük hataların hem de ayni hocalar tarafından tekrar tekrar yapıldığını göre göre vardım bu hükme ve "Türkiye'de teknik direktör yok" dedim. Demekle de kalmadım, dün yazmaya başladım.. Fatih Terim'den başlayarak..
Sıra öbür büyüklerin hocaları Sergen Yalçın ve Erol Bulut'ta..
Hayır, bir takımım olsa, bunların ikisini de başına getirmem..
Şampiyonluk ya da ilk ikiye girip Şampiyonlar Ligi'nde yarışabilme yolunda çok önemli bir maçtı, Beşiktaş-Fener derbisi..
Ayrıca Erol Bulut için de kader maçıydı, Fener'de kalabilmek açısından..
Sergen de, Erol da, beraberliğin sadece Galatasaray'a, iki gün önce hem de Rize'ye yenilip üç puan kaybeden Galatasaray'a yarayacağını biliyorlardı.
Puan cetveli önlerinde çünkü..
Sergen için 0 puan ile 1 puanın pek farkı yoktu.
Korkusuz 3 puana oynayacaktı.
Erol Bulut'u 1 puan belki hemen kovulmaktan kurtarırdı, hepsi o.. Ama Başkan Ali Koç'un çoktan yeni hoca arayışına girdiğini biliyordu. Onu kurtarsa kurtarsa, parlak bir oyunla kazanılacak bir zafer kurtarırdı.
Yani kaybedecek bir şeyi yoktu. Yani her şeyi riske edebilirdi.
Ne yaptılar peki Sergen ve Erol!.
Hepimiz izledik, maçı rakiplerine armağan etmek için ellerinden geleni yapmakta yarıştılar..
Erol'la başlayalım.
*
Erol her zamanki anti futboluyla, yani geriye çekilerek, taktik fauller yaparak ilk 45 dakikayı ziyan etti. İkinci yarının hemen başında golü yiyince ancak, "Benim takımım gol atmak için oynamalı" dedi, mecburen de Fener ileri çıkmaya başladı.. Başladı ama gördük ki Pelkas dökülüyor. İrfan Can, resmen yok. Fener oyun kuramıyor.
Erol'un bulduğu tek çözüm, Caner'in çıkışları ve kesmeleri.. Sağdaki hızlı ve adam eksilten Osayi Samuel/Sangare ikilisini hemen hiç kullanmıyor. Sangare de iyi değil üstelik.. Oysa Gökhan Gönül kenarda oturuyor. İki özelliği var..
En iyi hücum beklerinden biri.. Hele de Osayi ile birlikte.. Asıl önemlisi, Caner'le birbirlerini ezberlemişler.
Caner ileri çıkıp kestiğinde ya da korner attığında Gökhan tam attığı yerde. Caner pas, Gökhan asist ya da gol olan kafa vuruşu.. Gözleri kapalı biliyorlar birbirlerini..
Fener pozisyona bile giremez, kaleci Altay skoru yarım düzine yapacak golleri kurtarırken, Erol Bulut, Dolmabahçe Parkı'ndan geçen gemileri seyrediyor olmalı.. Birinci saat dolarken nihayet İrfan Can Kahveci'nin oyunda olmadığını tespit ediyor ve aslında ilk 11'de sahada olması gereken Sosa'yı alıyor. Sakar ve kartlı Serdar'ın yerine ondan beter Tisserand'ı, Samatta'nın yerine de daha beter Thiam'ı..
Einstein "Delilik, aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir" demiş.. Bunları daha kaç kez deneyeceksin Erol!. Riske et, korkma yahu.. Riske et..
O beş para etmezleri tekrar tekrar deneyeceğine, mesela Gökhan'ı, evet Gökhan Gönül'ü ya da Ozan Tufan'ı, kafayla, ayakla topa harika vuran adamlar olarak koysana santrfora yüreğini görelim. Hem gol atar, hem hücumu yönetirler..
Gene Einstein Erol.. Gene Einstein..
"Zekânın gerçek göstergesi hayal gücüdür, bilgi değil. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin." Bilgilerin elinde oyunun kaderini değiştirecek forvet olmadığını söylüyorsa, hayal et..
Ozan'ı nihayet oyuna alırken, hücumda en tehlikeli olduğunu gösteren ama senin kullanmayı akıl edemediğin sağdaki Osayi'yi oyundan aldın.
Yokları oynayan Valencia'yı çıkarırken de, gençliği ve tecrübesizliği yüzünden o gergin derbiyi taşıyamayacağını herkesin bildiği Ferdi'yi ziyan etmen neydi peki?. Mert Hakan'ın aklına bile gelmeyişine şaşayım mı?. Yoksa tribünden her işine karışan "Ağalar"ın mı izin vermediler..
Emir kulu olma Erol!. Teknik direktör ol!.
Şu düştüğün durumda Ali Koç'un ihsan ettiği kadar o takımın başındaymış gibi görünmeye devam mı edeceksin, yoksa onurun ve gururunla basıp istifayı gidecek misin?.
Sergen de yarın!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Birinin senden nefret etmesinin asıl sebebi, senin gibi olmayı istediği halde, asla olamayacağını bilmesidir." Victor Hugo
***
TEBESSÜM
Doktor, hastasına sordu.. "Günde kaç saat uyuyorsunuz?."
"İki, üç saat!."
"O kadar size yetiyor mu" diye hayretle sordu doktor.
"Tabii" dedi adam. "Geceleri de sekiz, dokuz saat uyurum ben.."