Pandemi yüzünden eve kapanınca, çakışanlar dahil hemen her maçı izler oldum.. Çakışanları dönerek ve de sonra özetlerine bakarak..
Geçen hafta, Beşiktaş-Fenerbahçe maçının "son" düdüğü çalar, ligin 31'inci haftası sona erer ve milli maç arasına girerken içimden, pencereyi açıp sokağa bağırmak geldi..
"Türkiye'de teknik direktör yokkk!."
Yani bu kadar çok hatayı en büyüğünden en küçüğüne hemen bütün takımların hocaları yaparlar mı?.
Baş hata hocalarda, ama en çok konuşan ve kendilerinden başka herkesi ve her şeyi suçlayanlar onlar..
Sokağa haykırmayacağım ama daha iyisini yapacağım.. Köşemde uzun uzun bir milli maç arası analizi yazacak ve sadece teknik direktörleri anlatacağım..
İşe de, "En Büyük"ten, tabii, Fatih Terim'den başlayacağım..
*
İstanbul'a, sadece 1 puan için, kalesini savunmaya gelen bir rakibe 3 gol atmak az bir şey mi?.
Arka arkaya Ankaragücü ve Sivasspor'a iki maçta 5 puan kaybeden Galatasaray, hem de deplasmanda yeni bir takım ve yeni bir futbol anlayışı ile Kayseri'yi 3-0 yenince göklere çıkarılmadı mı?.
Şimdi bu takım hemen hemen ayni (Cezalı Taylan'ın yerine Etebo) 11'le sahaya çıkar ve gene 3 gol atarsa, iyi değil mi?.
İyi tabii, ama karşılığında 4 gol yememesi şartıyla..
Şimdi şöyle bir baktığınızda.. Takım hücumda başarısını tekrarlamış..
Ama bu defa savunma 4 gol yemiş.. Nasıl yemiş?.
Tamamen savunma, hem de bireysel savunma hatalarıyla..
Fatih Terim'in o yok olası anlayışı, "Top bizdeyken gol yemeyiz" inancı yüzünden her maç ortalama yüzde 60, hatta yüzde 70 sahip olduğu topu durmadan kendi yarı sahasında iki stoper ve kaleci arasında çevirerek öldüren ve "istatistik pasları" var ya.. Yana ve geriye oynayıp bomboş adama verirsen, bilgisayar adına "İsabetli pas" yazıyor.. Ama tam penaltı noktasındaki Falcao'ya uzatırsan ve müthiş santrfor ıska geçerse, bu defa istatistikte düşen not, "İsabetsiz pas/Top kaybı" oluyor, o müthiş pası atan adama.
Galatasaray'ın iki stoperi, dünyanın maç boyu en çok top alan ve top veren futbolcuları oluyorsa, bundan..
Tabii bir de Muslera.. Topa ayakla en kötü vuran kaleci..
Bir maç sayın ayakla vurduğu topları..
Yüzde 70-80 rakibe gitmiyorsa, ben bir şey bilmiyorum. Rakibe kaç asist yaptı bugüne dek Muslera.. Ona hatta santradan geri pas atıyorlar ki, intihar. Kaç kere intihar etti Galatasaray.. Ama işte 31 hafta oldu, Fatih Terim asla müdahale etmedi.
"Muslera'ya gereksiz geri pas atanı oyundan alırım" demeliydi oysa..
..Ve Rize maçında dört golün dördü bireysel savunma hatalarından geldi.
Luyindama ve Marcao'nun, yani iki stoperin ve sağ bek Yedlin'in bireysel hatalarından.
Hele Yedlin, Luyindama ve Kayseri maçının bile en kötüsü ön libero Gedson Fernandes üçlüsüne teslim edilen sağ kanat çöktü.
..Ve bakın Fatih Terim, beş değişiklik hakkının beşini de kullanırken, oyuna kimleri soktu?.
5 forvet!.. Kerem, Babel, Feghouli, Onyekuru ve Arda.. Dört forvet ve bir orta saha çıkararak, ama o dökülen savunmaya el sürmeyerek..
Şimdi söyleyin bakalım, bunun adı "maçı okumak" mı?.
Bülent Uygun belli, daha iki hafta önce geldiği Rize'de bu maç öncesi Galatasaray ve Fatih Terim'in yana, geriye, kaleciye futbolunu analiz etmiş. Samudio, Skoda ve Boldrin gibi üç tehlikeli adama, "hücum pres"le top kapma ve hızlı kontratak görevi vermiş..
Peki Terim, Rize'yi analiz ettirmiş mi?.
Kiminle?.
Terim'in maç kadrosunda ona ağzını açıp bir şey söyleyecek cesarette tek kişi var mı?.
Olsa, 3 gol atan forvette mi, 4 gol yiyen savunmada mı değişiklik yapılırdı?.
Olsa?. İki yıldır yazıyorum.. "Bu takım taç atma özürlü.. En korktuğum an, Galatasaray kendi yarı sahasından taç atarken. Çünkü kaptırıp hızlı hücum ve gol yiyoruz" diye kaç kez yazdım bu köşede. Girin internete tarayın.. Çözüm de önerdim..
"Liverpool'un taç atma hocası var.
Sen de bul Fatih Hocam" dedim..
Aldırmadı. Daha ikinci dakikada golü nasıl yedi Galatasaray?. Saracchi'nin kendi yarı sahasının ortasından attığı taçtan..
Rize gollerinden biri penaltıdan geldi.
Boldrin, Muslera'nın aklınca (!) bir köşe seçip uçacağını bildiğinden topu tam durduğu yere, başına nişanladı. Orda Muslera değil, dikili bir direk olsa kaçmıştı penaltı.
Muslera seçti, önceden uçtu ve yedi.
Gene bu köşede bin defa "matematik" yazdım Hocam. Futbol matematiği..
Penaltı kurtarılmaz.. Kaçırılır. İyi atılan penaltıyı köşeyi doğru seçsen bile yersin.
Ama kötü penaltıyı yüzde 90 kurtarırsın. Baştan bir köşeyi seçip atlarsan, sadece ve sadece o köşeye atılan kötü penaltıyı kurtarırsın.
Bu da kurtarma ihtimalini yüzde 90'dan yüzde 50'nin bile altına indirir. Peşin köşe seçip atlamayan kaleci olarak bilinince, artık penaltıcı sana o aptal plaseleri atamaz.
Topa sert ve direklere doğru vurmak zorunda kalır. O zaman da kaçırma ihtimali artar, bu da cabası..
Boldrin koşarken ben "Atlama Muslera" diye bağırıyordum, boşu boşuna..
Çünkü Muslera'ya köşe seçip uçmanın aptallık olduğunu söyleyecek bir kaleci hocası da yoktu, Terim'in kadrosunda..
Sakın bana "Bütün dünya kalecileri böyle yapıyor" demeyin. Dünya aptalsa biz de mi öyle olmalıyız?.
Bir kaleci aptallığı daha.. Kornerlerde gördüğü ön direğin dibine adam koyarken görmediği arka direği bomboş bırakmak..
Kaç gol yedi Galatasaray arka direkten..
Bu hafta kaç gol seyrettik, arka direkte..
Bu ülkede tek bir teknik direktör, "Onlar değil ben bilirim" diyen ve aptallığın kopyacısı olmayan bir yürekli teknik direktör çıksa, bu hemen hepsi, aptallara göre yapılan plase penaltılar yenir mi?. Kornerlerde arka direk "Gel de at" diye boş bırakılır mı?.
Fatih Hocam'ın bir teknik kadrosu yok. Rakip analizcisi yok. Maç öncesi ve sırasında fikirlerini paylaşacağı, tartışacağı yardımcısı yok.
Kafasını ve kalecisini ortak çalıştıran bir kaleci antrenörü yok.
Ne var?.
"Gık" bile diyemeyen köleleri..
Oysa "Gerçek güneşi, fikirlerin tartışmasından doğar.."
Her denene "Başüstüne" diyen kölelerle bir yere varamazsınız!.
***
BETÜL VE NAZAN!..
Tepe, "Hayatta en sevdiğim ve de en saydığım kadınlar" listemin başında gelen iki isim var.
Betül Mardin ve Nazan Ölçer..
Betül Ablam, yazları Tuzla'ya gelirdi, Serpil gibi ve komşu olurduk.
Orada pişirdik muhabbeti, iş hayatına Ankara ve İstanbul'da "Halkla İlişkiler" diye bu ülkede hiç bilinmeyen bir dalı duyuranlar..
Sohbetine doyamadığım muhteşem bir insandır Betül Hanım.
Öteki Nazan Ölçer.. Boğazda, yatağında uzanırken bile karşı sahilleri seyrettiğin o muhteşem Atlı Köşk'ü müze yapıp, ülkem halkına armağan eden Sakıp Ağamın Müzesi'nin Müdürü..
Ne büyük sergiler açtı, ne akılalmaz devleri getirdi oraya, dünya sanat piyasasındaki altın adıyla..
İkisi de hayatımın gururu hazinelerimdir..
Dostlarım yani..
"Betül Mardin Geleceği Şekillendiren Liderler Ödülü" hafta sonunda Nazan Hanım'a sunulmuş..
Sunan da bizzat Betül Ablam..
İşte mutluluk tespihime bir tane daha..
Nazan Hocam, seninle o köşkün terasındaki lokantada yediğimiz yemekleri nasıl özledim biliyor musun?.
Ya Selçuk Efes Harabeleri'ndeki Mario Frangoulis Konseri'ne, İstanbul'dan beraber gidip gelişimiz?.
Ya Betül Abla.. Senin o müze gibi evinde buluşmalarımız.. Hele gelinin Ayşe de (Arman) varken..
***
YILDIRIM!..
Dün sabah, gazetemin son sayfasının tepesinde her günkü gibi İbrahim Sarı kardeşimin şirin mizah bandı vardı. Orta yaşlı adam sabah koşusuna çıkıyor. Yağmur sepeliyor, sonra artıyor.
Son karede adam ağacın altına girmiş, etrafında dönerken "Durmak yok, spora devam" diyor.
Bakarken daha Kilis Kemaliye İlkokulu'nda iken Mazhar Hocamın tabiat bilgisi dersinde öğrettikleri geldi.
"Açık alanda yağmura yakalanırsanız, sakın ağaç altına saklanmayın.
Ağaçlar paratoner gibi yıldırımı çeker.." İbrahim'in o bandının altında hangi haber vardı bilir misiniz?.
"Meclis bahçesine düşen yıldırım korkuttu." Yanında da bir resim..
Devasa bir ağaç, yıldırımla nerdeyse ikiye bölünmüş. Kendisi bir ağaç büyüklüğünde kopmuş dal yerde uzanıyor..
Yani tesadüfe bakar mısınız?.
..Ve de sorar mısınız?.
Meclis'e yıldırım düşer mi?.
Kimdir bu Meclis'in güvenliğinden sorumlu kişiler?.
Paratoner diye bir şey duymamış mı, o adamlar?.
Meclis bahçesi milletvekillerinin dolaşma alanı değil mi?.
Ya iki üç milletvekili dolaşmaya çıksalar ve yağmur başlayınca, İbrahim Sarı'nın bandındaki adam gibi, maazallah o ağacın altına sığınsalardı?.
***
CANDAN BU!..
Müzik Eserleri Sahipleri Derneği (MESAM) Başkanı Candan Erçetin'i istifaya davet etmiş, Hürriyet Yazarı Orkun Ün..
Görünüşte haklı.. Hem de bu pandemi, yani müzisyenler için işsizlik döneminde Çılgın Sedat nam sanatçının evi yanmış.
Bırakın yardımı, bir telefon edip "Geçmiş olsun" bile dememiş Candan..
Bak Orkun kardeşim, oysa ben hiç şaşırmadım.
1980'li yıllarda Erkekçe için İstanbul'a geldiğimde, Boğaz'a bakan bir yamaçta, şimdi galiba Di Mario oldu, Tefo'nun restoran kulübü vardı. Yazları bahçedeki büyük ağacın altında açık büfe yapardı, fiks menü.. Yani ne yersen ye, faturan değişmez.
Hemen her salı giderdim. Hayır yemeğe değil.. Bir genç kız harika Piaf, Mireille şansonları söylerdi Fransızca.. Harika da söylerdi.. Tefo o amatörü meşhur etti o salı geceleriyle..
Ben çok yazıp katkıda bulundum tabii.
Gel zaman git zaman, Tefo parkinson oldu. Elden ayaktan düştü.
Ertekin, Günay, ben ona bir yardım gecesi düzenledik, Günay'da..
Tefo'nun İstanbul'un en ünlü kulüpçüsü olduğu yıllardan başlayarak onun sahnesine çıkan tüm ünlüleri davet ettik.. Hemen hepsi kabul etti. Birisi geri çevirdi bizi ve gelmedi..
Tefo'nun üne kavuşturduğu o genç kız..
Yani..
Candan Erçetin!.
***
TEBESSÜM
İnsan kaynakları müdürü, patrona bilgi veriyordu. "İş için başvuranlardan biri sağır çıktı, efendim.." "Harika" dedi patron. "Yarın gelip müşteri şikâyetleri bölümünde işe başlasın!."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
İşler, o işlere ehil olmayanlara verilirse, kıyamet yaklaşmış gibidir.
Hz. Muhammed
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz