"Geleneksel Türk sanatlarından biri olan çini, çok eski zamanlardan beri klasik mimari yapıların, camilerin, köşklerin ve diğer eserlerin hem içini hem de dışını süsler. Yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahiptir. İlk örnekleri Karahanlılar döneminde görülen bu sanat, Osmanlı döneminde de önemli bir gelenek olarak sürdürülmüştür.
Cumhuriyet döneminde bu geleneği sürdüren ustaların başında Sıtkı Olçar gelir. Çini sanatını bu alandaki derin bilgi ve becerisi ile hem günümüze taşır hem de gelecek nesillere aktarır. 'Çininin Picasso'su' ya da 'Çini Derviş' olarak anılan Sıtkı usta, 2008 yılında UNESCO tarafından Yaşayan İnsan Hazinesi Ödülü'ne layık görülmüştür" diye başlıyordu, Sıtkı Olçar'ın Büyük Millet Meclisi Şeref Salonu'nda bizzat Meclis Başkanı Mustafa Şentop tarafından açılan muhteşem sergisinin Daily Sabah'taki yazısı..
Bu ülkede kültür ve sanata en çok yer ayıran gazeteydi, İbrahim Altay kardeşimin yönettiği bu günlük İngilizce gazete..
İrem Yaşar, gene o kadar canlı yazmıştı ki açılışı.. Hemen İbrahim'i aradım. "İrem o açılışı benim köşem için Türkçe özetler mi" dedim. Cuma sabahı elimdeydi yazı..
Buyurun.. Okuyun ve gurur duyun..
Nida, Başkan ve konuklarına sergiyi gezdiriyor ve minderden tabloya, kol düğmesinden yaka mendiline, çeşit çeşit objeler üzerine işlenmiş geleneksel ve çağdaş Kütahya çini desenlerini anlatıyor.
***
***
Bu serginin 1 numaralı hamisinin, Sıtkı Usta öldüğü gün beni arayan ve "Hıncal Bey, bu sabah Kütahya Valisi ve Belediye Başkanı'nı aradım ve Sıtkı Usta Müzesi'nin en kısa zamanda açılması emrini verdim" diyen zamanın Başbakan'ı Recep Tayyip Erdoğan olduğunu biliyorum.
Teşekkürler, Sayın Erdoğan!.. Teşekkürler Sayın Şentop!..
..Ve teşekkürler, babasının Kütahya'daki tarihi evinde kurduğu ve büyük gayretler ve adeta savaşla yaşattığı "Osmanlı Çini Atölyesi"ni yaşatan, genişleten, büyüten, Kapadokya'ya kadar yayan Sevgili Nida!.
***
MÜZİĞİN EMSALSİZ MUCİZELERİ...
Çarşamba gecesi yatağa girdiğimde içimde bir sıkıntı var.. Bende pek böyle şeyler olmazdı son zamanlarda.. Ne sıkıntılar yaşadım, iyi bilirim ne olduğunu..
Ama öyle ki, içimden hiçbir şey gelmiyor..
Sabah Erdal Müdürüme (Şafak) telefon edip, birkaç gün izin isterim diye düşünüyordum nihayet uykuya dalarken..
Sabah, her gün olduğu gibi 08.06'ya kurulu radyomun ışıklarının yanması ve TRT Nağme'den gelen şarkının sesiyle uyandım..
"Hayatta en sevdiğin üç şarkıyı söyle" deseler, onlardan biri.. Bandırma çocukluk günlerimden..
Münir söylerdi, Vecdi Bingöl'ün daha çocukken içime akan sözlerine yaptığı kendi bestesini..
"Dumanlı başları göklere ermiş
Yedi renk üstüne hâreli dağlar
Yan yana yaslanmış, el ele vermiş
Ezelden ebede sıralı dağlar
Bağrımı yaslasam şu dağlar erir
Kayalar sussa da kaval söylenir
Sesim dağdan dağa yankılar verir
Nerede gönlümün maralı dağlar"
Ne gönlü, ne ceylanı o devirler?. Ama çocukluğumu geçirdiğim Kilis'te sevdiklerim var.. Bağlarım, bahçelerim, koyun kuzularım var.. Onlar mı dokunurmuş acaba?. Şarkı bu iki kıta ile ağır ve yanık başlar.. Ama üçüncü kıtada ritim değişir, hızlanır, coşar.. Bu coşku "umut"tur, çocuk Hıncal için..
Uzaktaki dosttan gelen cevaptır sanki.. Onların da beni özlediğini anlatan cevap..
"Gurbet çağladıkça gözüm yaşında
Üflerim sazımı pınar başında
Bir çoban kızıyım sürü peşinde
Gönlümü rüzgâra vereli dağlar"
Nasıl keyifle kalktım yataktan.. Kahvaltım her gün aynidir. İki dilim kızarmış bol tahıllı tost ekmeği..
Yanında günümüzden tereyağı gibi sürülen eritme peyniri ve de Kilis usulü zeyt/zahter.. Bitirdim.. Salona geçtim.. Benim ev müziksiz olmaz ya.. Hemen kumandaya dokundum. TRT Müzik ve gelen şarkı.. Ayarlasan olmaz..
İşte gene ilk üçteki şarkılarımdan biri.. Karacaoğlan'ın sözleri üzerine Sadi Hoşses, 40'lı yıllarda babamla birlikte yattıkları Bulgar sınırı siperlerinde, Alman tanklarını beklerken, İstanbul'da bıraktığı nişanlısı için bestelemiş.. Ben de "Ya savaş çıkarsa" diye sınıra götürmeyip Kilis'te bıraktıkları ben de, aileme kavuşmak için sabredermişim ya, uzaklara.. Sevmem bilinçaltından mı acaba?.
"Hicrânı açmıştır sînede yâre
Zavallı gönlümün neş'esi kara
Talihin zulmeti yol vermez yâre
Bahtım kara, gül kara, sümbül kara
Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter
Çekilen acılar canım gün olur geçer."
Birlikte söylemeye başladım ekrana eşlik ederek.. Ve içimdeki sıkıntı hızla azalarak.. Yerini keyfe bırakarak..
Şarkı bitti. Dünden kalmış bir iki gazete var. Onlara uzanırken yeni şarkı başladı..
Babamın meşk arkadaşı büyük usta İsmail Baha Sürelsan'ın Turgut Tarhan'ın sözleriyle bestelediği en kıvrak, en şakrak, en sevdiğim şarkısı.. "Kız sandalı kalbim gibi oynatma dümende.."
"Gönlüm düşüyor çırpınarak gizli kemende
Kız sandalı kalbim gibi oynatma dümende
Râm oldu deniz kollarına aşk ile bende
Gel sandalı kalbim gibi oynatma dümende
Oynak sesinin aksine can verdi uzaklar
Her kuytu bugün kahkahanın yâdını saklar
Hülyalı nefesler beni onlar yakacaklar
Kız sandalı kalbim gibi oynatma dümende.."
Bu şarkı gençlik yıllarım.. Moda koyunda, Yoğurtçu Parkı, o zaman "B.klu Dere" dediğimiz leş kokan yerde (Hâlâ öyle kokuyormuş, gazetelerde okuyorum) sandal kiralardık.. Birkaç defa kız arkadaşımla kürek çektiğimi hatırlarım.. İsmail Baha Amca da o günlere götürdü beni ve şarkıyı söylerken, ayağa kalkıp şıkır şıkır oynamak geldi içimden.. Sanki ilahi mucize, hayatımı, çocukluk ve gençliğimi özetleyen bu üç şarkının arka arkaya karşıma çıkması sabah sabah..
Müziğin mucizesi işte bu dostlar.. İşte bu!.
"Müziksiz Evin Konukları" olmayın.. Bak işte Macide Hanım'ı, Büyük Macide'yi, Macide Tanır'ı hatırladım gene.. Ne muhteşem oynamıştı, o piyeste..
..Ve en güzeli dostlar.. Ve en güzeli..
Bu yazıda adı geçenlerin hepsi, Münir, Sadi Hoşses, İsmail Baha Sürelsan, Macide Tanır, hepsi ama hepsi hayatıma girdiler. Hepsiyle dost, kardeş, akraba kadar yakın olduk iyi mi?.
Dünyada bundan büyük zenginlik, bundan büyük mutluluk olur mu?.
Teşekkür ederim Ustalar hepinize.. Ve hepinizi hayatıma sokan, müziğe, sanata ve kültüre..
Benden mutlu insan olabilir mi?.
Benim sıkılma hakkım olabilir mi?.
Sıkılmak, bana tüm bunları veren Yüce Tanrı'ya nankörlük olmaz mı?.
Nasıl neşeliyim şu anda, bilseniz!.
***
TEBESSÜM
İşte hafta sonu dostlarınızla gülüşeceğiniz iki bilmece..
1- Kulağım yok duyarım. Ağzım yok bağırırım. Neyim ben?.
2- Düzayak evin her şeyi sarıydı. Sarı duvarlar.. Sarı kapılar.. Sarı mobilyalar.. Merdivenler ne renkti o zaman?.
..Ve cevaplar..
1- Yankı, 2- Düzayak evde ne merdiveni!.
***
SEVDİĞİM LAFLAR
"Ben kaybetmekten korktuğum herkesi özgür bıraktım."
Stefan Zweig