Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

“Hakkını aramayan köpektir!..”

Bu köşeye yerleşip dükkan açtığımdan beri başlıktaki lafı bir kaçkez ettim, eski okurlar bilir.. Bugün altını çizerek yazıyor ve haykırıyorum..
"Hakkını aramayan köpektir!."
Arayanı eziyorlar.. Pazartesi gecesi yaşadık.. Ezsinler.. Bu haksızlık ilk değil.. Boyun eğmeye devam edersek son da olmayacak..
Çünkü bu ülkede "büyük" olanın "küçük" olanı ezmesi var, özellikle de sporda..
Yasama, oy yüzünden büyüklerden yana.. Yürütmenin gıkı çıkmıyor, bunca haksızlığı gördüğü ve hemen her hafta yaşadığı halde.. Oy var ya oy!.
Yargı?. 6222 Sayılı Futbolda Şiddet Yasası'nı dahi uygulamaktan çekinen özel savcılar mı var?.
Var mı sahiden?. Üç büyüklerin başkanları, hocaları her hafta tüm hakem medyasını yerle bir ederken gık demeyen 6222 savcılarıyla "adalet" gelecek öyle mi?.
Dördüncü güç medya?.
Güldürmeyin beni.. Benim medyam zaten güçlünün yanında.. 3 büyüklerin kölesi.. Çünkü tiraj onlarda.. Reyting onlarda.. Hem de şaşmaz sırasıyla..

Türkiye Süper Ligi'nin nasıl dizayn edildiğini bir kez daha kanıtlayan o an!. Yan hakem orda.. Tam 1.5 dakika evire çevire bakan VAR orada.. Ama top oyunda.. Ne var canım bir tacın lafı mı olur?. O taçla Beşiktaş gol yese.. O taçla Beşiktaş kaptanı oyundan atılsaydı peki.. O zaman sahadaki hakem ve VAR'daki ayni hakemler, ayni kararları verebilirler miydi bu ülkede, asıl onu tartışın.. Hatayı değil, böylesi hatayı Fener, Galatasaray ve Beşiktaş aleyhine yapmayı bizim hakemlerin göze alıp alamayacaklarını tartışın asıl.. Maçaları sıkar mıydı?. Sorun hata değil.. Her hakem hata yapar.. Doğal.. Ama büyükler aleyhine yaptılar mı, düdük astırırlar adama.. O zaman "Vur abalıya.." Lig böyle dizayn ediliyor işte.. Biz ahmaklar da her gece ekrana bakıyoruz, saf saf.. Şampiyonu bile belli ligi izleyen ahmaklar olarak..

1. Fenerbahçe
2. Galatasaray
3. Beşiktaş
Peki, Süper Lig'de bu yıl sayıları 18'e çıkan "KÜÇÜK" kulüpler ne?.
"Büyük Oyun"un figüranları..
3 otuz paraya, ezilerek, dövülerek büyüklere yem yapılan figüranlar..
Hani Yeşilçam filmlerinde Cüneyt Arkın'dan dayak yiyerek beş on lira yevmiye almak için, Beyoğlu arka sokaklarındaki kafede bekleyen figüranlar var ya, onlar!.
Herkes, hatta Sivas'ın "Güya" hocası Rıza Çalımbay bile azarlamış, eleştirmiş, bu açık haksızlığa, bu milyonların gözü önünde alenen, resmen işlenen cinayete seyirci kalınmasına isyan eden Sivas Kaptanı Hakan'ın başkaldırısını..
Kendisi laf edemez Rıza'nın.. Ederse, hani o Aboubakar'ın ölmüş anasına söven hain linççiler Beşiktaş tarihinin en ünlüleri arasına adını yazan Rıza'yı öyle bir çarmıha gererler ki, Atom Karınca'nın bir gün Beşiktaş'a hoca olma hayalleri söner.. Bir daha o kulübün kapısından adım atamaz..
İlk yarı boyunca tüm bu rezillikler olurken, Rıza'yı kenarda gören oldu mu?.
Sinmiş, saklanmış Rıza'yı..
O zaman kim arayacak, o ligi dizayn edenler tarafından alenen, resmen yenen Sivas'ın hakkını?. Küçük kulüp, figüran kulüp Sivas'ın hakkını?.
O gecenin kahramanı Hakan'dır Beyler..
Bu aleni haksızlığa başkaldıran, Sivas'ın hakkını arayan Hakan!.
Başlıktaki lafı niye yazdım, anladınız herhalde..
Kurtuluş Ortaokulu son sınıfındayken bir gün Biyoloji Hocamız Salih Pala, adını sırf bu laf yüzünden unutmam, 1.90 basketçi boyu ile, kürsünün üzerine çıkmış ve tüm sınıfa haykırmıştı..
"Hakkını aramayan köpektir!." Sivas'ın, ironiye bakın, dünyaca ünlü, dünyaca en kıymetlidir, Sivas'ın köpekleri, o Sivas'ın hakkını aradı işte Hakan..
Kendini feda ederek "Sivas'ın Kangal'ı varsa, Hakan'ı da var" dedi..
Ne oldu?. Kendi hocası başta, benim medyam kuyrukta, hak arayanı lanetledik, haksızlığı yapanları değil..
Sergen Efendi "Bir taç için o kıyamet kopar mı" demiş.. Vay be Sergen?.
Ne büyük laf!.
"Bir İzmir için o kıyamet kopar mı, Hasan Tahsin?. O kurşun atılır mı?. Sana ne?. Saklan evine.. Yaşa ailenle be.." Sivas Kaptanı Hakan, o ilk kurşunu atandır, bu dizayn edilmiş ligdeki haksızlıklara başkaldırıp, kendini feda eden.. Örnek olan..
Rıza'da yürek olsaydı, o rezil ana, o Sivas'ın alenen ve resmen sırtından vurulmasına, o isyan ederdi. O zaman da, Hakan hakemin üzerine yürümezdi.
Hakemi, yardımcısı, VAR'ı, MHK'sı, başkan ve Ceza Tahkim başta kurullarıyla, Futbol Federasyonu, ligi rahatça dizayn etmeye cesaret edebilir miydi?.
Federasyon ve kurulları üzerinde "Yasal İdari Vesayet" yani "Denetim ve Gözetim Hakkı" olan Spor Bakanı, sanki uzayda yaşar gibi seyirci mi olurdu, haftalardır olup bitene..
Mehmet Sepil denen adam..
Olmayan o palavra Kulüpler Birliği'nin hayalet başkanı..
Bu birlik bile 3 büyüklerin uşağı..
Senden ve birliğinden de hayır gelmez..
O zaman kim ne yapacak?.
Ey küçük kulüpler?. Ey figüranlar birliği!. İşte Hakan gösterdi ne yapacağınızı..
Böyle bir rezillik anında, birinizin başkanı sahaya insin ve takımını sahadan çeksin.. Sonra biri daha.. Biri daha..
Dövecek adam bulamasa Cüneyt'in filmine kim gider?. Haksızlığa isyan eden çeksin takımı sahadan..
Bu üç büyükler ve onların Federasyon'u 3 takımlı lig yapsınlar..
Statlar devletin değil, sizin.. Siz de aranızda birleşir, bir federasyon kurar oynarsınız. O zaman görelim bakalım, FIFA hangi federasyonu tanır?. Kuklayı mı, gerçek olanı mı?.
Bu kadar büyük düşünecek, bu kadar yürekli olacak, Hakan Arslan'ı, Hasan Tahsin yapacak bir yürek var mı içinizde?.
Ezilmeye razı olanı ezerler beyler!.
Hak verilmez alınır!.
Siz neyi hak ettiniz bugüne dek!.
Hakan Arslan, tam adına layık Hakan ve de Arslan yılbaşından sonra oynanacak 16. hafta Denizli maçında yok.. O maç Sivas'ta..
Tüm takım sahaya, üzerinde Hakan olan tişörtlerle çıkmalı.
Milli Marşı öyle dinlemeli.. Yayına giren Kapalı Tribün'ün boş koltuklarına Hakan Arslan'ın resimleri yerleştirilmeli..
Sivas, tüm Türkiye'ye "Hepimiz Hakanız" demeli..
Sivas, Hasan Tahsin'in attığı İlk Kurşun'dan sonra "Milli Mücadele"nin başlama kararının alındığı kenttir.
Haksızlığa, emperyalist büyüklerin işgaline başkaldırının imzalandığı "Tarih" yazan kent!.
Sivas öyle bir tepki göstermeli ki, birlik, beraberlik ve haksızlığa isyan yolunda, o kukla federasyon ve onun emir kulu, kurul ve kişileri, benzeri bir rezillikte Sivas'ın sahadan çekileceğini bilsin ve o zaman başlarına geleceği düşünmeye başlasınlar!.

***


MUTLULUK DEFTERİ!..

Sevgili Zeynep Özyılmazel, bizim ailenin ikinci Zeyno'su, yeni yıl öncesi gene enfes bir yazı göndermiş köşemize.. Bu salgınlar, depremler, seller yılında kahredip oturmaya ve hayatın yaşanan her gününü zehir etmeye direnenlerin başında geliyor Zeynep.. 2020'nin son yazısında bu savaşı hem de nasıl, öğüt vererek değil, çözüm üreterek sürdürdüğünü anlatıyor..
Okuyun hemen.. Bayılacaksınız!.

*

Bir önceki yazımda bakış açımızı değiştirmenin, sahip olduklarımıza, hayatımızdaki güzelliklere odaklanmanın özellikle bugünlerde olumlu yönde bizlere yardımcı olacağından bahsetmiştim.
Şimdi de sizlere bunun için kendi uyguladığım bir yöntemden bahsetmek istiyorum:
"Mutluluk Defteri"nden...
Tam da geçen sene, bu zamanlardı.
Hayatımın bambaşka bir yöne doğru gittiğini zannederken birdenbire hiç ummadığım şeyler oldu.
Hayatımı, kelimenin tam da anlamıyla, en baştan kurmam gerekti.
Yepyeni bir semtte, yepyeni bir eve taşınmış, çatal bıçağıma kadar en baştan almam gerekmişti.
Her şey ama her şey yeniydi ve de aslında tam da istediğim gibiydi ama o zaman bunu göremiyordum.
Hâlâ eski hayallerime tutunuyor, yeni hayaller kurmayı reddediyordum.
Bu ruh haliyle günler, haftalar geçirdim...
Sonra bir gün bir davete katıldım. O davette yapılan sunumu not alabilmem için bir defter ve bir kalem hediye edilmişti. Gecenin sonunda eve geldiğimde, uzun zamandır bu kadar keyifli zaman geçirmemiş olduğumu fark ettim.
Acaba hiç mi başka güzel şey olmuyordu hayatımda? Yoksa ben mi durup fark etmesini bilmiyordum?
İşte o geceden başlayarak, her akşam uyumadan önce yaşadığım günü düşünüp, beni mutlu eden keyifli anları, bana hediye edilen deftere yazmaya başladım.
O deftere de "Mutluluk Defteri" adını verdim.
Bir süre sonra fark ettim ki, uzun zamandır aramayan arkadaşlarım arıyor, çeşitli davetler alıyor, aradığım iş ortaklarına ulaşıyor, hiç ummadığım işler alıyordum. Gerçekten tam olarak böyle oldu. Ve ben o kötü dönemimi Mutluluk Defteri ile atlattım...
Evet, bu bahsettiğim günlerin üzerinden 1 sene geçti ve itiraf etmeliyim ki, 2. kez restoranlar kapatılıp, işlerimiz durunca, ilk günlerde biraz zorlandım.
Zaten kendimi motive etmek için büyük çaba harcayarak geçirdiğim o zorlu bahar ve yaz aylarından sonra en başa dönmüşlük hissi hiç iyi gelmedi.
Neden sonra, Mutluluk Defteri'ni hatırladım ve yeniden uyumadan önce o günün güzelliklerini hatırlayıp yazmaya başladım.
Sonra bir baktım gün içinde güzel anları kovalıyorum ve aklımda tutmaya çalışıyorum akşama yazmak için. Ve uyku saatim yaklaştıkça bir heyecan, bir heyecan!
Mesela bugün uzun süre sonra ilk kez güneş açtı ve kısa da olsa küçük balkonumda oturabildim.
Dün bir dostum bana nefis bir şiir kitabı göndermişti, onbirkahvesi'nde yeni tanıdığım bu sanatçının şiirleri bana eşlik etti ve beni bilmediğim bir dünyaya götürdü...
Bu arada çok değer verdiğim ve saygı duyduğum iki büyüğüm, biri baba yarısı, biri çok değerli hocam, aynı anda bana gülümsemenin önemi ile ilgili iki video gönderdiler.
Gerçekten aynı anda!
Üzerine de yurtdışında yaşayan ve çok özlediğim bir arkadaşım aramasın mı?
Belki dışarı çıkamadım ama ne kadar güzel bir gündü!
Şimdi bana neşenin neşeyi, umudun umudu, sevginin sevgiyi çekmediğini söyleyebilir misiniz?

*

Müzik önerisi: Smile - Nat King Cole

***


SEVDİĞİM LAFLAR

17 Aralık'ta bu köşede Sadi Şirazi'nin şu sözünü okumuştunuz..
"Ciğerlerimize çekilen hava ömrü uzatır. Bırakılan soluk bedeni rahatlatır. Öyleyse bir nefeste iki nimet gizlidir ve her bağış bir 'Şükür' gerektirir."
Dün Sevgili Dost Erol Kaynar'dan bir not geldi..
İtalya'da yaşayan 93 yaşındaki bir adam koronavirüs bulaştığı için hastaneye yattı, uzun süre kaldı ve iyileşti. Hastaneden çıkarken yoğun bakımda takılan solunum cihazını kullanma bedelini ödemesi istenince, yaşlı adam ağlamaya başladı.
Doktoru, "Fatura yüzünden ağlama" dedi..
Yaşlı adamın söyledikleri tüm doktorları ağlattı.
"Ödemem gereken para yüzünden ağlamıyorum. Tüm bunları ödeyebilirim. 93 yıldır Tanrı'nın havasını soluyorum ve bunun bedelini hiç ödemedim diye ağlıyorum. Hastane solunum cihazını bir günlüğüne kullanmak için 500 euro istendi.
Tanrı'ya ne kadar borcum var biliyor musunuz? Ve ben bunun için Tanrı'ya teşekkür bile etmedim. Ağrısız ve hastalıksız olarak havayı özgürce soluduğumuzda kimse havanın değerini bilmiyor. Ama hastaneye, yoğun bakıma girdiğimizde nefes almanın parayla olduğunu öğreniyorsunuz. 93 yıldır her gün nefes alıp, nefes verdiğim için Allah'a sonsuz şükürler olsun!."

*

Biri 700 yıl önce İran'da Şiraz'da yaşamış Farisi din alimi.. Öteki bugün İtalya'da onu aynen yaşamış bir Napolili ihtiyar..
Kim ki, ömrü gider, adı kalır, lafı yüzyıllar boyu dilden dile akar gider, ne mutlu ona!.

***


YENİ YIL!..

Bugün, bizim dükkanın 2020'deki son günü desem yeridir.. Doğru daha ayın 30'u.. Yarın da var.. Var ama, yarın "Geleneksel Yılbaşı Öykümüz" var. Bu köşe açıldığından beri her yılbaşı yayınladığımız öykü.. ..Ve tabii 1 Ocak günü de kapalıyız, gene geleneksel.. Onun ardından 2 ve 3 Ocak geliyor. Cumartesi ve pazar.. Pazartesi zaten kapalıyız hep.. Yani yeni yıl buluşmamız 5 Ocak Salı günü.. 2020 boyunca hiç izin yapmadan yazan Hıncal'a bu ilave 2 gün tatili çok görmezsiniz sanırım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA