Başlığa bakıp, kafayı üşüttüğümü düşünüyorsunuz.. Acele etmeyin.. Biraz bilimsel konuşalım.. Hani Einstein'ın ünlü "Görelilik Teorisi" var ya..
Cenneti ve cehennemi görüp de gelen var mı aramızda?.
Bunlar hemen her inanç kitabında olan kavramlar..
Ama dünyanın her yerinde insanlar tarafından sık sık kullanılır..
"Hava cehennem gibi sıcak!."
"Bu bahçe cennet!."
İtiraz eden de pek çıkmaz.. Onlar da katılır, çünkü..
Çünkü, kafalarındaki soru anında cevaplanmıştır bile..
"Neye göre cehennem?."
"Neye göre cennet?."
Yıllar yıllar önce İzlanda'ya gitmiştik.
Yazdım da.. Eski okurlar bilir..
Havaalanından Reykjavik kentine gidiyoruz.
Ben meraklıyım ya.. Otobüste şoför yanı oturuyorum. Şehre girerken bir taş anıt.. Üzerinde kocaman harflerle bir yazı..
"Şehrimizde tarihin en yüksek sıcaklığı (Bir tarih yazılı.. Temmuz bilmem kaç, 1918 falan) tarihinde 18 derece olarak kaydedilmiştir..." Bu rekor 2008 yılında 25.7 olarak kırıldı.
Küresel ısınma bu olmalı.. Ama bakın 18 oldu diye anıt dikmişler o ülkede..
Şimdi, bu İzlandalı, bir yaz günü İzmir'e gelse..
Hava sıcaklığı 30 derece ise..
İzmirli tatlı tatlı esen İmbat'a kendini verip serinlerken, "Bugün hava cennet" diye mutlu olurken İzlandalı "Cehenneme mi düştük" demez mi?.
Ayni hava.. Ayni insan.. Ama işte o hâlâ kimsenin doğru dürüst anlayamadığı ve anlatamadığı Görelilik Teorisi ile Einstein..
Her şey bir şeye göre, hızlı ya da yavaş.. Soğuk veya sıcak.. Güzel veya çirkin..
Şişman veya zayıf.. Aklınıza ne gelirse..
Peki 2020 neye göre "Cennet Yıl" oluyor, eğer ben kafayı üşütmediysem..
Dün akşam, evde tek başımayım. Saat akşamın dokuzu.. Uyumak için erken..
(Neye göre, kime göre?..) Netflix'e girdim..
"Midnight Sky" diye bir film.. George Clooney'nin başrolünü oynayıp yönettiği bilimkurgu filmi.. New York Times'da epey şey okumuştum hakkında..
Sinema salonlarının açılmasından umut kesmişler, Netflix'te girmişler..
İki saat sürüyor.. Eh.. 11 iyi bir yatağa girme saati.. (Neye, kime???)
Oturdum TV'nin karşısına..
Film sonradan Kuzey Kutbu'ndaki bir Amerikan Gözlem Merkezi olduğunu anladığımız yerde başlıyor ve o buz gibi beyaz ekranın üzerinde bir siyah gölge yürüyüp gelip bir yere oturunca da ekrana bir yazı düşüyor..
"2049.. Olaydan üç hafta sonra!."
... Ve günümüzden 29 sene sonrayı anlatan bu distopyada gördükleriniz ve yaşadıklarınıza bakınca, şu lanet ettiğimiz, şu "Bitiyor" diye bayram ettiğimiz 2020'nin nasıl bir cennet yılı olduğunu ortaya koyuyor..
Eskiler "Beterin beteri var" derler ya.. George Clooney'nin bu muhteşem, mesela bu yılbaşı ailece ekran başında toplanıp seyredilecek harika filmi, 2020'yi yaşayanlara çok ama çok şey söylüyor..
Bilimkurgular genelde gelecek üzerine kuruludur.. Mutlu bir gelecek hayal edenler "Ütopya" çekerler.. Sir Thomas Moore'un 1516'daki hayali adası.. Orda sosyal, siyasal yaşam da mükemmel, hak ve hukuk da..
Ama kötümserler de var tabii..
İnsanlığın felaketi üzerine.. Uzaydan istila..
Salgın.. Açlık.. Aklınıza ne gelirse.. O türün adı da distopya..
Midnight Sky, bir romandan alınma tam bir distopya..
Einstein'dan bu yana yaşamış en büyük fizik teorisyeni Stephen Hawking "Dünya tükeniyor. İnsanoğlu yaşayacak yeni bir gezegen bulamazsa, insan türü, bu dünya ile birlikte tükenir" demişti ya..
O yeni gezegen için çalışmalar zaten başlamıştı ya..
Yıl 2049.. Jüpiter'in yeni keşfedilen K23 kod adlı gezegenine giden Aether adlı Uzay Gemisi, oranın tam da yaşanacak yeni dünya olduğunu keşfeder. Görür, yaşar ve topladığı bilgi ve belgelerle dönüş yoluna çıkar..
Oysa dünya artık bıraktıkları dünya değildir.. Müthiş bir radyasyon yeryüzünde insanlığı bitirmiştir. Filmin başındaki "3 hafta sonra" denen olay, yani..
Uzay Bilimci George Clooney, radyasyonun en son ulaştığı yer, kutuplarda kalan tek insandır. Üstelik hastadır.. Ağır hasta.. Yakında öleceğini bilir.. Ölmeden evvel bir tek şeyi başarmak ister..
Dönüş yolundaki Aether Uzay Gemisi'yle iletişim kurmak ve o gemideki iki kadın ve üç erkeğe "Dünya bitti. Buraya dönerseniz siz de ölürsünüz ve insan neslinin sonu gelir.. K23'e geri dönün ve orada insan neslini yeniden başlatın" mesajını verebilmek..
Clooney, işin içine harika aksiyon sahneleri ve kendi özel yaşamıyla ilgili duygusallığı ve sürprizleri de katarak, merakla ve hüzünlü bir keyifle izlenen bir film çekmeyi başarmış..
"2020'de izlediğim en güzel film" diyebilirim..
Gidin.. Görün ve 2020'nin geleceğin, mesela 2049'un dünyasına göre nasıl bir cennet olduğunu düşünün..
Nasıl haklı olduğumu anlayacaksınız..
***
"SOSYAL" DEĞİL, "SOYSUZ" MEDYA BUNLAR..
Yani bir insan bu kadar şerefsiz, bu kadar onursuz, bu kadar hain, bu kadar aşağılık olur mu?.
"Sosyal medya" dediğimiz şeyin büyük bir bölümünün nasıl soysuzlardan oluştuğunu ve bunların cezasız kaldıkları, hatta takibe bile uğramadıkları için meydanı boş bulup nasıl azdıkça azdıklarını her gün artan öfkeyle görüyoruz..
Görüyor da ne yapıyoruz?.
Hiçbir şey!.
Yapıyor muyuz İçişleri Bakanımız?.
Yapıyor muyuz?.
Emniyet Genel Müdürlüğü?.
Yapıyor muyuz?. Polisin Siber Suçlar Dairesi ve onun şefleri?.
Ya medya?. Benim güya "Dördüncü Güç" olan zavallı medyam.. Sırtını, haberlerini ve köşelerini sosyal medya soysuzlarına dayamış, onların hizmetine girmiş, onlara göre yayın yapan, mesela bu ülkenin en ünlü sanatçılarından birine söven soysuzu "Tel'in" edeceğine, o soysuzu mahkemeye veren sanatçıyı eleştiren, sosyal medyaya köle olmuş medyam..
Düşünün..
Beşiktaşlı futbolcu Vincent Aboubakar'ın annesi geçen hafta başında vefat etti. Aboubakar, annesine son görevi için ülkesine gitti.
Beşiktaş kulübü de resmi bir başsağlığı mesajı yayınladı..
İşte bu mesaja gelen cevaplardan biri..
"Tayfun" adlı insanlık dışı bir yaratık şu mesajı yaydı sosyal medyaya..
"Ha ha ha ha ha ha ha... Ölmüş anneni s..eyim.. A..na kodumun zencisi.." Onun yazdığında noktalı yerler dolu.. Ben nokta koydum.. Düşünün, ölmüş bir annenin ardından oğluna attığı mesaja bakın.. Kendisinin aslında ne kadar aşağılık, ne kadar O. Ç. olduğunu kanıtlayan satırlarında bir de ırkçılık var..
Dünyada zenci ırkçılığının tarih boyu olmadığı, hatta göç ederek ülkemize gelen siyah insanların aile içinde sevgi sembolü oldukları, sanatta baş tacı yapıldıkları bir ülkeyiz, Osmanlı'dan başlayarak?.
Bu O. Ç. nerden fırlamış bilmem..
Bildiğim... Beşiktaş Kulübü derhal polise ve savcıya resmi başvuru yaptı, bu ve benzeri iğrenç mesajları sosyal medyada yayanların bulunmasını ve yargılanmasını istedi.
İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş'ı, göreve başlamasından kısa süre sonra makamında ziyaret etmiş ve onunla, beni fevkalade umutlandıran bir sohbet yapmıştık.
9 Eylül'de bu köşede "İstanbul'a bir sahip daha geldi" başlığı ile mutluluğumu yazmıştım. Tam bir halk adamı, bizden biri olarak bulduğum Zafer Müdürle ilgili yazım şöyle bitiyordu..
"Kendisi her yerde görünmenin önemini bilen ve seven bir müdürümüz var.. Gece saat üçe kadar en ücra karakollara giden, ordaki rütbesiz polis memurları ile sohbet eden ve bunu bir yaşam tarzı yapan müdürümüzle İstanbul çok daha rahat ve çok daha güvenilir bir şehir olacak" diye düşünerek ayrıldım, Vatan Caddesi'nden."
Zafer Müdürüm,
Beşiktaş Kulübü İstanbul Emniyet Müdürlüğüne, yani size resmen baş vurdu. Şimdi ben de başvuruyorum..
Bu onursuz, şerefsiz, ayrılıkçı, ırkçı haini en kısa zamanda bulmalı, teşhir ve adalete teslim etmelisiniz..
Sosyal medyada adlarını gizleyen korkak rezillerin, en kutsal varlıklara ve inançlara, hem de böyle en iğrenç sözlerle saldırmasının önüne, bu sapıkları yakalayarak, adalete teslim ederek ve mahkum ettirip, içeri attırarak geçebilirsiniz.
En büyük sorumluluk sizde..
En kısa zamanda haber bekliyorum, Zafer Müdürüm!.
***
BEN DE EMİN.. BEN DE..
Sevgili Dostum Emin Çölaşan Sözcü'de "Bu Yılbaşı Milli Piyango almayacağım" başlığı ile yazdı.
Ben de almayacağım Emin, ben de..
Ben Milli Piyango'yu hele babamın vefatından beri adeta bir vasiyet olarak alırım.
İlk çıktığında adı "Tayyare Piyangosu" idi.
Çünkü geliri Türk havacılığını geliştirmek üzere, zamanın tek kuruluşu Türk Hava Kurumu'na tahsis edilmişti.
Çocukken bir gün babama "Bişey çıktığı yok, niye alıyorsun" dediğimde, Atamızın "İstikbal göklerdedir" lafını hatırlatmış "Türk havacılığına hizmet için" demişti.
Ölümünden beri vazife gibi bilet aldım.
Türk Hava Yolları dünyanın en saygın, en itibarlı Hava Şirketi olarak, üzerinde güneş batmadan dünyayı dolaşan ve bayrağımızı taşıyan kurum olarak devleştikçe, daha da gururla almaya başladım. Hele yılbaşlarında muhakkak seri alırdım.
Özelleştirmeye karşı olmadım. Milli Piyango, onun yaptığı diğer çekilişlerle birlikte satıldı. Sonra ne olduysa oldu.
Milli Piyango'nun şans oyunları kişisel kâr aracı oldu. Mesela Sayısal Loto, 49 rakamdan 6 seçilerek oynanırken 90'da 6 oldu. Yani kazanma ihtimali yarı yarıya azaldı.
Zaten bilmem kaç milyonda bir.
Şimdi iki misli milyonlarda bir.. O zaman da çıkmıyor, devrediyor.
Yani patronun banka hesabına her hafta milyonlar ekleniyor.
Bu devirde..
Düşünün.. Yarın 180 rakamdan seçer oluruz.
Karışan eden yok nasılsa..
Milli Piyango'da seri satış ses etmeden yasaklandı.
Seri aldın mı, iki bilete amorti kesin.
Yani yüzde 20 indirimli alıyorsun..
Öyle yağma yok.. Falan filan..
Dedikodular aldı yürüdü ve "Proje" denen ısmarlanmış ve parası ödenmiş yazıları ünlü imzalara yazdırdıklarını itiraf eden ve böylece her yazarını şüphe altına atan Hürriyet'te Ertuğrul Özkök dostum, nerdeyse tam sayfa Milli Piyango övgüsü yazdı. Eee..
Milli Piyango'nun da, Ertuğrul'un da, Hürriyet'in de patronu ayni adam olunca, ne yapsın zavallı Özkök?.
İşte Emin de, Özkök'ün "Her şey temiz" yazısını ele alarak "Bu yılbaşı Milli Piyango almayacağım" dedi.
Ben de ayni, tamamen ayni sebeple "Ben de" diyorum, işte..
Artık elimde, cebimde "Gayri" Milli Piyango bileti görmeyeceksiniz?.
***
MESAJ!.
Galatasaray Başkanı, Antepli hemşerim, Mülkiyeli kardeşim ve Alkentli komşum Mustafa Cengiz'e, Galatasaray, Trabzon maçı için sahaya çıkarken (Cumartesi 19.00 civarı) şu mesajı attım... (Ben sosyal medya kullanmadığım için kendi medyamda açıklıyorum.) "Koyu turuncu, açık turuncu!. Kim bu takım?. Fatih, takımı Belhanda'ya kurban eder. Yönetim, formayı oyuncağa çevirir. Artık Galatasaraylı olmama gerek kalmadı. Yazıklar olsun!."
Yani.. Bu Fatih Belhanda'sını da alıp gidene ve Sarı Kırmızı sembol forma "Parçalı" dönene dek, artık Galatasaraylı değilim.. Dosta düşmana duyurulur!.
***
Tebessüm
Cumartesi, Sevgili Dost Ünal Ersözlü'den nakil bir Tebessüm yazmıştım, "Hem düşünün, hem gülün" diye.. Şöyleydi..
"Büyük İskender, hocası Aristoteles'e sormuş.. 'Lider için, adalet mi daha önemli, cesaret mi?' Aristoteles, fazla düşünmeden 'Adaletin olduğu yerde, cesarete gerek kalmaz' diye cevaplamış."
Ayni gün akşamüzeri, Sevgili Genel Yayın Müdürüm Erdal Şafak aradı..
"Peki" dedi, "Sen Büyük İskender'in babası Kral Filip'in, oğluna hoca olarak niye çağın en büyük filozofu Aristoteles'i tuttuğunu biliyor musun?."
..Ve cevabımı beklemeden ekledi..
"Çünkü Filip, 'Filozoflar kral olamadığına göre, krallar filozof olmalı' diyordu."
***
Sevdiğim Laflar
"Sevdiklerine bağlı ol, ama bağımlı olma.
Fedakar ol, ama kendini feda etme.
Dünü unutma, saplanıp kalma da!
Sabret ama katlanma.
Eleştir ama suçlama.
İste ama ısrar etme.
Ve en önemlisi kimseye biat etme.
Bir gün hepimizin öleceğini de asla unutma."
(Bir Şaman sözü)