Ender, Ender Müdürüm.. aSpor Müdürü..
Hani her perşembe beraber program yapıyoruz ya.. Bu haftalık cumaya kaydı.. Niye?. Türkiye Kupası maçlarını aSpor yayınlıyor ya.. Perşembe maç doluydu..
Yahu Ender, sadece programı değil, benim hayatımı kaydırdı, maçların..
Karantina var. Kapı dışarı çıktığım yok. Programı bile Skype'den yapıyoruz..
Öğleden sonra okuma saatim..
Gazeteler.. Dergiler.. Harika kitaplar..
Divana uzanıp karıştıracağım..
Eee!. Saat 13.30'da başlıyor Kupa Maçları.. Süper Ligin devleri, bilmem kaçıncı kümeden adını duymadığım takımlarla oynuyorlar.. 90 dakika ziyan etmeye değer mi?. Açarsın aSpor'u, kısarsın sesi biraz.. Spiker sesini yükseltirse bir şey oluyor demektir. Gazeteni hafif indirir bakarsın..
Evdeki hesap bu..
Ama öyle bir çarşı var ki.. Yok canım Beşiktaş Çarşısı değil.. Benim hesabın uymadığı senin maç çarşın..
Yahu o adını ilk defa duyduğum bilmem kaçıncı küme takımlarında bir yürek.. Bir takım ruhu.. Bir hırs.. Bir bitmez tükenmez fizik..
İkinci, üçüncü de değil, Dördüncü Küme Takımı Darıca Gençlerbirliği'ni dandik bir penaltıyla 1-0 zorla geçebilen, ligimizin bir numaralı şampiyon adayı Galatasaray'ın Hocası, Avrupa Ligi Kupasını kaldırmış Fatih Terim "Önemli olan sonuçtur. Turu geçtik ya" diyor, hiç sıkılmadan.. Hadi İtalya'da Milan'da iken "Risultato importante" demesi neyse de..
Sahada takım diye sadece Darıca var.
Sahada futbol diye sadece Darıca var.. Sahada hoca diye de sadece Darıca Hocası var.. Bir de son dakikalarda Galatasaray bir kazaya kurban gitmesin dercesine tarafsızlığını yitirmiş, yorumlarını Galatasaray lehine yapan hakem hoca var..
O Dördüncü Lig takımı, Süper Ligin Süper takımını öyle perişan etti ki, gözlerimi ekrandan ayırmam mümkün değil..
Hele hele, bir zamanlar Türkiye Şampiyonu olmuşken, yanlış yönetim yüzünden nerelere düşen Bursaspor'un şimdi Sepil'in elinde eriyor da olsa, Göztepe'yi kupa dışı bırakırken oynadığı müthiş futbol..
Gençlik yıllarımın beni Adanalara götüren Füze Selami, Kartal Yaşar, Muharremli Adana Demirspor'u dönüşe geçmiş yahu.. Trabzon formasını giymediği kalan bir hakeme rağmen, Abdullah Avcı'nın takımını, adını ilk kez duyduğum Dumlupınar Hoca ile nasıl, ama nasıl elediler inanmazsınız.
Nefes kesen bir maç oynadı benim Demirspor'um.. Maçın son dakikasında solbekleri kendisini zorla attırıp (O ikinci sarıyı, yani ilk sarıya tepkiden gelen ikinci sarıyı, ayni hakem Trabzonlu oyuncuya gösterebilir miydi?.
Göstereni gördünüz mü?.) uzatma 30 dakikasını on kişi oynattığı halde geçti, Trabzon'u, Adanam..
Nefes kesen bir maç izledik Caner'le.. Ne bir şeyler okuması..
Yani Ender bilader, senin yüzünden salı ve çarşamba günleri öğleden sonradan başlayıp, gecenin 11'ine dek satır okuyamadım. Plan, program allak bullak oldu..
Ama değdi be Ender..
Değdi.. Meğer neymiş Anadolum.. Meğer neymiş "Küçük" takımlar..
Meğer neler saklarmış 3 büyük sayfaları bizden, yıllardır?.
Asıl futbolun, asıl yüreğin, asıl varını yoğunu ortaya koymanın, aslanlara, kaplanlara, timsahlara, boyuna çapına bakmadan saldırma yüreğinin, spor sayfalarımızda satır bile adları geçmeyen o Anadolu takımlarında olduğunu gördüm..
İtiraf ediyorum..
Senin ve koronanın sayesinde.. İkiniz birlik olup gelmeseydiniz üstüme, o maçları bana, sırtıma kaleş dayasalar izletemezlerdi!..
***
BU TAKIM SENİN İÇİN OYNAMAZ, HOCAM!..
Belhanda adlı ruhsuzu, Galatasaray'a, başkana, yönetime kafa tutarken, inat edercesine (Bunu lafın gelişi ediyorum. Olanları görmeyecek, yorumlayamayacak kadar geri zekalı değilim) her maç ilk 11'e alan, yüzde 15 indirimi kabul etmeyip, bir de zamlı uzatma isteyen adamdan asla vazgeçmeyeceğini dosta düşmana ilan eden sendin Hocam..
Belhanda korona olunca, mecburen oynamadı. Sen de mecburen, Belhanda uğruna yok ettiğin Türklere döndün. Takım her maç daha iyi oynayarak gönülleri fethetmekle kalmadı ve şampiyonluk yarışına döndü.
Büyük bir iyimserlik içinde alkışladım.. Ama içimde bir şüphe hep vardı..
"Belhanda iyileşince ne yapacak, bekle gör.. Asıl hükmünü ondan sonra ver" diyordu, beynimde dönüp duran ses..
Belhanda iyileşti ve gördük..
Sen hâlâ Belhanda'na esirsin Hocam..
Aranızda ne var, bilmiyorum ama, sen Belhanda'na esirsin.
İlk fırsatta ilk 11'e al.. Beş kişi değiştirir, sonuncu Bertuğ adlı geleceğin umudu genci, 30 saniye kala alay eder gibi çizgiye yolladığından hakemin bitiş düdüğüyle oyuna sokama ve çocuğun hevesini kursağında bırak, ama o hastalıktan yeni kalkmış, kim bilir topu topu kaç idman yapmış Belhanda'yı 90 dakika oyunda tut. Bunun ne demek olduğunu idrakten aciz miyiz?
O Belhanda'nın istatistiklerini açıklayabilir misin, Hocam.. Ya da Belhanda'ya 7 vererek sahanın en iyisi ilan eden ve maçı yazan gazetemiz sayfasını Belhanda övgüsüne çeviren Spor Müdürüm, sen sayfana koyabilir misin?.
Kaç kilometre koşmuş?. Kaç hatalı pas verip, rakip kontratağına sebep olmuş?. Kaç ikili mücadele kaybetmiş?.
Belhanda sahanın en kötüsüydü, Fatih Hocam.. Oyundan daha ilk 45 dakikada alınması gerekirdi.
Çıkarmadın.. Penaltı dahil bütün duran topları ona attırdın. "Gol istatistiği, asist istatistiği olsun da, fiyatı dolsun" diye..
Bir frikikte topu Emre'nin elinden, vücut dili ile söverek aldığını tüm izleyiciler gibi sen de gördün. Ama gıkın çıkmadı.. Atacaksa Belhanda atmalıydı. Galatasaray değil..
Yani Hocam..
Yani, o takımda, yenisi, eskisi, genci yaşlısı, yanı başında oturan Selçuk dahil Belhanda ile oynayan herkes senin dünya batsa Belhanda'dan vazgeçmeyeceğini bir kere daha gördü, öğrendi, ezberledi Hocam..
Bu ne demek bilir misin?.
Bu "Üvey Evlatlar" artık senin için oynamazlar.. Mecbur kalmadıkça takıma konmayacaklarını bildiklerinden, hasbelkader konduklarında, sana değil, kendilerine oynarlar..
Belhanda oldukça, Galatasaray "Takım" olmaz. Galatasaray'da "Takım Ruhu" olmaz.. Ve sen, Galatasaray'a bu ülkede gelmiş geçmiş en iyi futbolu oynatan ve en büyük kupayı kazandıran sen, bir dördüncü küme takımını dandik penaltı ile geçebildiğin rezil maçtan sonra "Önemli olan turu atlamaktır" deme aczine düşersin Hocam..
Belhanda zaafın, inadın, her ne dersen de, senin her dediğini yazanlar, yazdıkları sayfalarına ne kuş kondururlarsa kondursunlar, gene de sonun olur Hocam..
Dilerim kararmış gözlerin bu satırların hâlâ bir "Dost" mesajı olduğunu görür..
***
DAĞLAR... OY DAĞLAR... DAĞLAR!..
Yani bu nasıl üst üste tesadüftür.. Hafta başından beri ayni şey oluyor. Kalkıyorum. Kahvaltımı yapıyorum. Salona geçip TRT Müzik kanalını tıklıyorum. Fatoş sabah kahvemi, yanında bir minik cevizli Antep sucuğu ile getirene dek, müzik dinleyip, masamda biriken dergi ve kitaplara bakarım ya..
TRT Müzik'te bir şarkı çıkıyor.. Alıp beni götürüyor..
Sezen'in Gülümse'si ile başlamıştı, pazartesi günü..
Perşembe sabahı da önce kaval sesi melodi girmez mi?. Yahu bu yanık melodiyi nerdeyse ömür boyu bilirim ben.. Münir Nurettin'in, gurbeti, hasreti en güzel anlatan eseridir.. Vecdi Bingöl'ün insanın yüreğini yakan sözleriyle..
...Ve "Dumanlı başları göklere ermiş" diye girdi solist..
Adını ilk defa duyuyorum. Fuat Karayavuz diye yazdılar ekrana.. Ama nasıl içten, nasıl yanık okuyor.. Bitti.. Başa aldım.. Bir daha.. Bir daha.. Harikasın Fuat.. Doyamıyorum..
Bir ömür boyu doyamadım ki..
Yolların, araçların olmadığı o devirlerde, dağ, gurbet sembolüydü..
Aşılmaz dağlar, sevenleri, sevilenleri ayırırdı.. Bandırma ile bizim Manyas Çavuşköy'ün arası, şimdi bizim evle Serpil'in Tuzla'daki evi kadar.. Ama biz çocukken, yol yok, yordam yok.
Babam haber salardı köye.. Sırrı Eniştem yaylı arabayı hazırlatır, yollardı..
Akşam gelirdi araba ve sürücüsü..
Paşabayırı'ndaki evin hemen altı han. Orda gecelerdi. Sabah binerdik ağbimle.. Bütün gün gider, akşam güneş batarken Babaanneme sarılırdık..
Anlayın.. Bir de Kilis'i düşünün..
Aktarmalı trenlerle 3 gün git.. İn otobüse bin, yarım gün daha git..
15 yaşında annesi, babası, kardeşlerinden ayrı düşmüş annemin hasretini düşünün..
Münir "Nerede gönlümün maralı dağlar" derken annemin gözlerinin yaşardığına bakmaz, hissederdim.
Benim de gözlerim yaşarırdı çünkü..
Van'da bıraktığım her gün on saat birlikte oynadığımız kardeşlerim Suay ve Suzan vardı mesela.. Kilis'te beni büyüten dedem, anneannem, teyzelerim, dayılarım ve de emsalsiz büyük teyze, büyük dayılarım.. Çocukla çocuk olmayı bilen, benimle saatlerce oturup oyalayan, oynayan insanlar..
Özlenmez mi?. Ama arada öyle sıra sıra dağlar var ki, ezelden ebede uzanan..
Vecdi Bingöl de ne yazmış..
"Dumanlı başları göklere ermiş
Yedi renk üstüne hâreli dağlar
Yan yana yaslanmış, el ele vermiş
Ezelden ebede sıralı dağlar
Bağrımı yaslasam şu dağlar erir
Kayalar sussa da kaval söylenir
Sesim dağdan dağa yankılar verir
Nerede gönlümün maralı dağlar
Gurbet çağladıkça gözüm yaşında
flerim sazımı pınar başında
Bir çoban kızıyım sürü peşinde
Gönlümü rüzgâra vereli dağlar.
Oy dağlar!.. Dağlar, dağlar!.."
O ne yanık göğüstür ki, yaslasan dağları eritir.. Bu ne anlatımdır, usta..
Ya "Gönlünü rüzgara vermek.."
Senin gitmen mümkün değil.. Üfle sazını.. Ver gönlünü rüzgara.. O gitsin aşsın dağları.. Dağdan dağa yankılar vererek aşsın dağları da sevgiliye ulaşsın..
Burada durun.. YouTube'a "Dumanlı başları göklere ermiş" yazın.. Münir'den dinleyin.
Ya da Emel'den (Sayın).. Bakın Emel, "Bir çoban kızıyım sürü peşinde" derken, gözleriniz ıslanacak mı, ıslanmayacak mı?.
***
Sevdiğim Laflar
"Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de gitsin."
Tolstoy
Tebessüm
- Yumurtaların neden seveni olmaz?
- Çok çabuk kırılırlar da ondan..