Perşembe günü, Ender Müdürümle, aSpor için haftalık programımızı yaparken öğrendim. Rossi de gitmiş.. Paolo Rossi!.
İtalya'nın yetiştirdiği en büyük santrforlardan biri..
Onunla da özel anılarım var, 1982 Dünya Kupası İspanya'dan.. O zaman gazetecilik, yani bizim meslek neydi, bugün ne, görün diye anlatacağım..
Madrid'de basın merkezinde 20'den fazla Türk gazetecisi toplanmış sohbet ediyoruz. Aslında sayımız 30'dan fazla.. O yıllarda Dünya Kupası öyle izlenirdi. Milliyet, Tercüman, hatta spor karikatüristi bile yollayıp, 6-7 kişiyle rekabet ederdi. Tirajı, geliri düşüklerden benim Cumhuriyet bile 2-3 muhabir yollardı.
Neyse... İlk tur bitmiş..
İtalya, ikinci turda favorilerden Brezilya ve Arjantin ile ayni guruba düşmüştü. İtalya'nın birinci turdan çıkması tamamen şanstı. Üç maçını da berabere bitirmişti. Biri 0-0.. İkisi 1-1..
Kamerun da 3 maçını berabere bitirmişti. Biri 1-1.. İkisi 0-0!.
İşte İtalya 2-2'lik gol averajı ile 1-1 averajı olan Kamerun'u attığı fazla gol farkıyla geçebilmiş, ikinci turda ise iki "Dev"e düşmüştü. Onu konuşuyorduk. Sonra birleştik..
"Brezilya-Arjantin berabere kalırlar..
İtalya'ya hangisi daha çok atarsa, o finale kadar gider" dedik ki, arkamızdan "Beyler" diye bir ses duyduk. Meğer Sinyor (Can Bartu) da arkamızda sessizce durur bizi dinlermiş..
"Beyler siz biraz az biliyorsunuz..
Rossi İtalya'da tatsız olaylara karışmış, 2 yıl boykot almıştı. Enzo (Bearzot, İtalya'nın Hocası) onu gene de aldı getirdi. Burada hazırladı.
Bu yüzden ilk turda görünmedi.
Şimdi başlıyor.. Size bir şey diyeyim mi?. İtalya Dünya Şampiyonu olur. Rossi de gol kralı.." ...Ve cevap beklemeden çekti gitti. Arkasından söylendiler..
"İtalya'da oynadı ya.. İtalyan âşığı ve kendini İtalya uzmanı sanıyor ya!.." Sonra, İtalya hem Arjantin'i, hem de Brezilya'yı yenerek guruptan çıktı. Brezilya maçında Rossi hat-trick yaptı. Yani 3 gol attı.
...Ve İtalya Dünya Şampiyonu, Rossi de kupanın Gol Kralı oldu..
Final maçının akşamı Sinyor'a koştum, sarıldım.. "Şimdi Milliyet, senin öngörünü nasıl manşet yapmıştır" dedim..
"Yazmadım ki onlara" dedi.. "Niye yahu" dedim.. "Yazsam koymazlardı ki.. İtalya delisi herif derler, çöpe atarlardı, nasılsa.." "Allah'tan ben Cumhuriyet'e 'Madrid Mektubu' diye yazmış ve dediklerinin kaydını benim gazeteme düşmüştüm" dedim.. Güldü geçti..
*
O kadar değil.. Bir Rossi anım daha var..
Enzo, kupa öncesi takımı İtalya'da kampa alınca, İtalyan medyasında "Kampta eşcinsellik olayı" diye haberler çıkmıştı. Hele o devirde, kıyamet kopmuştu tabii. Enzo da kampını İtalyan medyasına kapattı.
Sonra Madrid'e taşındılar..
Orada da kapattı. Ama sadece İtalyanları almasa, skandal olabilirdi.
Tüm dünya medyasına yasakladı..
...Ve o kampa, bir, tek bir gazeteci girebildi.. Bir Türk..
Tercüman'dan Kemal Belgin.. Bu işi nasıl başardığını kendisi anlatır, uygun görürse.. Ben basın merkezindeyim gecenin bir saati.. Türklerin masasının telefonu çaldı. Açtım.. Kemal!.
"Hıncal" dedi.. "Ben İtalyanların kamp yaptığı oteldeyim. En başta Rossi, pek çoğuyla konuştum. Şimdi oraya gelip yazdırmaya kalksam, bizim gazete saat farkını da hesapla, baskıya girer, yetişmez.. Şimdi ben sana anlatsam, sen toparlar, teleksle bizim gazeteye geçer misin?." "Tabii" dedim.. "Hiç merak etme.." Kemal bana anlattı.. Notlar aldım. Bitirdi, kapattı. Doğru teleks odasına gittim. Yazmaya başladım, doğru Tercüman'a..
Ertesi gün, dünyayı atlatan röportaj, bir tek Tercüman'da yayınlandı..
Benim Cumhuriyet'te tek satır yoktu, tabii.
Bana güvenen, bana inanan meslektaşımın bu inancını boşa çıkaramazdım. O "Dünyayı Atlatma" heyecanını yaşamayı ve keyfini çıkarmayı tek başına hak etmişti.. Öyle kalmalıydı.
Bana da bunları size anlatmanın gururu..
***
Bir muhteşem "Sinema" ki..
Sinemanın olmadığı günlerde, "Sinema"yı hem de nasıl anlatan bir muhteşem filmi, ekranlarda izlemek nasıl bir ironidir!.
Eğer filmleri, keyif, vakit geçirmiş olmak için değil de, gerçek bir sinema meraklısı olarak izliyorsanız, bu Netflix filmini kaçırmayın..
Mank!.
Mank, sinemanın gelmiş geçmiş en büyük, ama en tartışılan filmlerinden Yurttaş Kane'in çekiliş hikâyesini anlatıyor.
Orson Welles'in yaptığı, yönettiği, başrolü oynadığı ve senaryosunu da paylaştığı Yurttaş Kane..
9 dalda Oscar'a aday olup, sadece senaryo dalında ödül alan efsane film..
İlk gösterildiği salonda 6 kişi vardı. İkinci gece yüzde 33 arttı. 8 kişi oldu.
Sonrası efsane..
Seyirci bugünkü gibi, o zaman da yok.. Ama sebep değişik.. Pandemi değil.. Ekonomik buhran..
Dünyayı sarsan 1929 buhranının etkileri sürüyor. Halk karnını doyurmak için para bulamıyor, nerde ki sinema bileti alacak?..
Canlı yayınlanan radyo programları deliler gibi takip edilen 24 yaşında bir genç dâhi var..
Hatta siz de bir yerlerden duymuş olmalısınız.
Orson Welles bir programına "ana haber bülteni" gibi başladı. Haberleri okurken, aniden yayın kesildi. "Marslılar dünyamızı istila ediyor" diye çığlık duyuldu.
Welles, ünlü bilim kurgu yazarı H.G.
Wells'in "Dünyalar Savaşıyor" adlı romanını radyo oyunu haline getirmiş, onu yayınlıyordu. Ama gerçekten öyle canlı yayınlıyordu ki, dinleyen binlerce kişi sokaklara fırladı..
Evine gitmek isteyenler yolları tıkadı. Polisin, ilkyardımın telefonları kitlendi. Tarihin en büyük kitlesel paniklerinden biri yaşandı.
Ama mikrofon başındaki Welles'in olanlardan haberi yoktu.
Öyküsünü romandaki gibi bitirdi.. Marslılar geldikleri dünyada insanlardan kaptıkları bir mikropla yok oldular. Çünkü o mikropla ilk defa karşılaştıkları için hiç bağışıklıkları yoktu.. Bu, ne garip geliyordur şimdi size.. Kendi dünyamızda halen Marslı gibiyiz bir yerde..
Neyse.. O zaman Hollywood'da stüdyolar devri.. Müthiş rekabet var, en büyük MGM ile ötekiler arasında.. Bu ötekilerden RKO işte, o 24 yaşındaki dehayı "İstediğin yerde, istediğin insanlarla, istediğin filmleri yapacaksın.
Kimse sana karışmayacak" diye ikna etmiş, sözleşme imzalatmış..
Orson'un ekibine ilk seçtiği isim Herman Mankiewic.. Ve kendi ifadesiyle bir de en sonunda gereksiz "z!." Ona herkes kısaca "Mank" diyor. Filmin adı o işte..
Mank, aslında Hollywood'un gizli boykot ettiği bir isim.
Gazeteci, yazar, senarist olarak harika biri ama, boykotlu.. Sebep.. Solcu eğilimleri olması bir.. Bu yüzden çekiniyor Hollywood ondan..
İkincisi.. Alkolik.. Bu sebeple de başladığı işi bitirebileceğine kimse inanmıyor..
Genç Orson işte bu adamla harikalar yaratacağına inanıyor. Onunla bir anlaşma yapıyor:
"90 gün içinde senaryoyu yazıp bitirecek. Ama filmin senarist kadrosunda adı görünmeyecek." Sebebi tahmin edersiniz.
Orson'un adamları, sırılsıklam sarhoşken kaza geçirip ayağını kıran ve alçılı ayağıyla uzun süre yatağa mahkûm olan Mank'ı, Alman asıllı bir bakıcı ve steno ile söyleneni çok hızlı yazan bir genç sekreterle şehre uzak, terk edilmiş bir çiftlik evine kapatıyorlar. Yazım süresini de 60 güne indiriyorlar..
Mank, işte aslında bu senaryonun yazım sürecini anlatıyor.. Ama ona paralel Kaliforniya başta günlük siyaseti, o siyaseti yöneten medyayı ve Hollywood'un içyüzünü de anlatıyor..
Hem de enfes anlatıyor.
Baş kahraman, zamanın milyarder medya patronu William Randolph Hearst.. Yurttaş Kane onun üzerine kurulu zaten. İkinci kahraman MGM'nin kurucu patronu ve Hearst'ten aldığı paralarla ayakta kalan, bu yüzden onun her dediğini yapan Louis B. Mayer.. Onun emri ile en iyi yönetmenine, seçim öncesi yalan yanlış haber filmleri çektirip sinemalarda oynattırıyor.
Seçimleri sağcı adayın kazanmasını sağlıyor.
İşsiz ve sefil olduğu için bu filmleri çekmek zorunda kalan zamanın en iyi yönetmenlerinden Shelly de, utancından intihar ediyor.. Öyle günler yani..
Film boyu David O.
Selznick, İrving Thalberg, Ben Hecht, Eddie Cantor, Norma Sharer, Upton Sinclair, Charlie Chaplin (Şarlo), Carole Lombard, Joan Crawford, Darryl F.
Zanuck ve Grucho Marx (Arşak Palabıyıkyan) gibi ünlüleri de görüyor, duyuyoruz.
Filmin senaryosunu, yönetmen David Fincher'in o günleri küçük de olsa yaşayan babası Jack Fincher yazmış. Ejderha Dövmeli Kız, Benjamin Button, Panik Odası, Dövüş Kulübü gibi filmleri çekmiş, iki defa Oscar adayı (Benjamin Button ve Sosyal Network) Fincher senaryoyu babasından 1997 yılında almış. Ama Sinema'nın 1930 ve 40'lı yıllarını anlatan filmi siyah-beyaz çekmekte direnince, yapımcılar paralarını yatırmaktan vazgeçmişler. Fincher'e filmi çekecek parayı nihayet 2019'da Netflix vermiş.
Anladınız.. Film siyah-beyaz.. Ama yönetmenle ayni fikirdeyim. Bu film renkli olmazdı, olsa seyredeni bu kadar etkilemezdi.
Bu film, yazıda adı geçen hemen herkes ve her şey hakkında bir şeyler bilen benim için gerçekten muhteşem.. Ama genç yaşlardaysanız ve "Kim bunlar yahu" diyenlerdenseniz, 2 saat 11 dakika tahammül etmeyebilirsiniz. Ama deneyin, gene de..
Ben, "Bitmesin" istedim.
***
Pazar Neşesi
Bu hafta neşemiz gene Eyüp Karadayı'dan miras dosyamızdan..
Küresel kriz ormanı da vurmuştu.. Tüm hayvanlar parasızlıktan yakınırken, tavşan, her akşam Orman Bar'da herkese içki ısmarlıyordu!.
Barın patronu aslan meraklanmıştı bu duruma.. Tavşanı sıkıştırıp, "Ulan şerefsiz!.
Millet iş, aş bulamazken, sendeki bu para ne iş" diye sordu.
Tavşan "Kralım, işin kolayını buldum. Benim bir manitam var.. Gün aşırı onu ziyarete gidiyorum..
Başlıyoruz kırıştırmaya.. Tam kıvamına gelince de 'Bir yüzlük vermezsen burada biter' diyorum.. Her seferinde de istediğimi alıp yolumu buluyorum" dedi..
İşe aklı yatan aslan, akşam eve gidince "Karıcığım seni çok özledim" diye dişi aslana sarıldı.. İş iyice hararetlenince, karısına bıyık altından sırıtıp "Bir yüzlük vermezsen, gerisini getirmem ha" der demez dişi aslan öfkeyle bağırdı..
"Ne ulan bu tavşan numarası?."
***
Yüksel'den..
Seksen de bir ömür,
sekiz de...
Ömür; kelebeğinki de,
zulmette hamamböceğininki de.
Ne bilsin?..
Ne bilsin karanlıktaki;
güneşi, uçmayı.
Bazen az, bazen çok.
Mesele hakkını vermek yaşamın...
Yüksel Durak
Latin Sözleri
"Errare humanum est!"
"Yanılmak insana özgüdür!"
Terentius