Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

O. Henry’den... Kıyafetler geçidinde yitirilen...

O. Henry'nin "Yeşil Kapı" adlı kitabından bir hikayemiz daha var, bugün...

*

Bay Towers Chandler, yatağının da bulunduğu küçük salonda akşam giyeceği takım elbisesini ütülüyordu. Ütünün biri küçük bir gaz sobasında kızarken diğeri Bay Chadler'in rugan ayakkabılarından düşük kesim yeleğine uzanacak ütü çizgilerinde istenen keskinliği sağlamak üzere canlı hareketlerle ileri geri gidip geliyordu.
Kahramanımızın giyim kuşamı hakkında edindiğimiz izlenim şimdilik bununla sınırlı kalabilir. Gerisini soylu yoksulluğun kibar sillesini yemiş kötü niyetli kişiler tahmin edebilir.
Onu daha sonra pansiyonunun merdivenlerinden inerken görüyoruz, tertemiz ve kusursuz kıyafetiyle, sakin, kendinden emin ve yakışıklı. Tıpkı akşamın getireceği keyifleri başlatmak üzere dışarı çıkan, canı biraz sıkkın, bir kulübe üye, tipik New York'lu bir genç görünümünde.
Chandler bir mimarlık bürosunda çalışıyordu. Aldığı ücret haftada on sekiz dolardı. Yirmi iki yaşındaydı.
Mimariyi bir sanat olarak görüyor ve New York'ta açıkça söylemeyi göze alamasa da Flatiron Binası'nın* (Yapımı 1902'de tamamlanmış. New York'un 22 katlı ünlü binası, iki caddenin kesiştiği köşede inşa edildiği için sivri köşesiyle bir ütüye benzediğinden bu ismi almıştır) tasarım yönünden Milano'daki büyük katedralin gerisinde kaldığına yürekten inanıyordu.
Her hafta kazancından bir doları bir kenara koyardı. Chadler, her on haftanın sonunda birikmiş olan parayla pinti Zaman Baba'nın kelepir şeyler tezgahından beyefendilere yaraşan bir akşam satın alırdı.
O akşam boyunca kendini milyonerlerin ve başkanların şaşaalı çevresinde sayar, kentte yaşamın en parlak ve en gösterişli olduğu semte gider ve ağız tadıyla havalı bir yemek yerdi orada.
On dolarla bir insan birkaç saatliğine aylak bir zengin rolünü kusursuzluğa varan kertede oynayabilir.
Söz konusu tutar güzel bir yemek, seçkin etiketli bir şişe, bunlara yaraşır bir bahşiş, bir puro, taksi ücreti ve sıradan ufak tefek masraflar için yeter de artardı bile.
Sönük geçen her yetmiş akşamdan sonra gelen bu tek, harika akşam, mutluluğun yeniden doğmasını sağlayan bir kaynaktı Chandler için. Yeniyetme bir kız sosyeteye attığı ilk adımı, tül giysisiyle dans ettiği ilk akşamı anımsar, saçları ağarıncaya dek unutmaz onu. Fakat Chandler için her on haftalık süre, ilki kadar heyecanlı ve yoğun bir sevinç yaşatıyordu ona. Nereden geldiği anlaşılmayan müzigin baş döndürücü ezgileri kulaklarına çalınırken, palmiyeler altında bon vivants*(iyi yaşayanlar) arasında oturmak, bu cennetin habitues'lerini (sürekli müşteri) izlemek ve onların da sizi izlediklerini görmek.. bunlarla karşılaştırıldığında bir kızın ilk dansı ve tül giysisi nedir ki?
Chandler Broadway'e çıktı, akşamlık giysilerini sergileyerek piyasa yapanların arasına katıldı.
Çünkü bu akşam kendisi hem izlenilen hem de izleyendi.
Gelecek altmış dokuz akşam kaba yün giysilerini kuşanmış, sıradan tabldotlarda, kalabalık büfe tezgahlarında yemek yiyecek, kendi pansiyon odasında sandviç ve birayla yetinecekti. Bunları bilerek ve isteyerek yapıyordu, çünkü o, hareketle karmaşayı harmanlayan bu büyük kentin sadık bir çocuğuydu.
Sahne ışıkları altında geçirdiği tek bir akşam, birçok karanlık akşamın yerini dolduruyordu.
Chandler bu ışıltılı keyif yolunun eski, 40'lardan kalma binalarla kesiştiği yere kadar uzattı yürüyüşünü.
Ne de olsa akşamın ilk saatleriydi daha. İnsan yetmiş günde sadece bir gün beau monde'dan* (güzel dünya, varlıklıların şatafatlı yaşamı) payını alıyorsa bunun keyfini fazlasıyla çıkarmak isterdi kuşkusuz.
Bakışlar; parlak, fesat, meraklı, hayran, kışkırtıcı ve çekici bakışlar geziniyordu üzerinde, çünkü kıyafeti ve havası onu ele veriyor, neşe ve keyifle örülü saatlerin sadık bir yandaşı olduğunu açığa vuruyordu.
Bir köşe başında durup geri dönmeyi ve bu özel keyif gecelerinde akşam yemeği için uğramayı alışkanlık haline getirdiği o gösterişli ve günün modası restorana doğru yürümeyi düşündü. Tam o sırada köşede genç bir kız sendeledi, buzlaşmış bir kar topağına basıp kayarak kaldırıma yığılıverdi.
Chandler hemen fırladı, kızın yanına gidip incelikli bir tavırla ayağa kalkmasına yardım etti. Kız seke seke binanın duvarına gidip sırtını yasladı, kibarca teşekkür etti Chandler'e. "Sanırım bileğimi burktum" dedi, "düşerken kıvrılıverdi."
"Çok acıyor mu?" diye sordu Chandler.
"Sadece üzerine bastığımda. Bir iki dakika içinde geçer herhalde." "Bir yardımım olabilirse" dedi genç adam, "bir taksi çağırayım veya..."
"Teşekkürler" dedi genç kız hafif bir sesle, fakat içten bir tavırla, "Zahmet etmeyin, sakarlık ettim. Ayakkabılarımın suçu yok."
Chandler kıza bakarken ilgisinin giderek arttığını duyumsadı. Güzel bir kızdı, gözlerinde neşe ve sevecenlik okunuyordu. Ucuz görünümlü, düz, siyah bir giysi vardı üzerinde; tezgahtar kızların giydiği bir tür üniformayı andırıyordu. Tek süsü kadifeden bir şerit ve fiyonk olan basit, siyah bir hasır şapkanın kenarından parlak kumral saç bukleleri süzülüyordu.
Kendine saygısı olan işçi kızları simgeleyen bir model olarak poz verebilirdi, hem de en iyisinden.
Genç mimarın aklına birden bir fikir geldi. Akşam yemeğini birlikte yemeyi teklif edecekti kıza. Hoş, fakat yalnız geçen bu dönemsel şölenlerinde eksik olan şey, karşısında duruyordu. Bir kadının birlikteliğini ekleyebilirse kısa süren bu lüks mevsiminin keyfi iki katına çıkabilirdi. Bu kız hanımefendiydi, emindi bundan. Davranışları ve konuşmasından anlaşılıyordu.
Ve gösterişsiz kıyafetine karşın onunla bir masada bulunmaktan hoşlanacakmış gibi bir duyguya kapılmıştı Chandler.
Bu düşünceler hızlıca geçti belleğinden ve sonunda teklif etmeye karar Verdi. Kuşkusuz, görgü kurallarına aykırıydı bu; fakat çalışan kızlar bu tür olaylarda formaliteleri pek umursamazdı. Onlar genellikle erkekleri kurnazca bir değerlendirmeden geçirir ve yararsız geleneksel kalıplardan çok kendi yargılarına güvenirlerdi. Cebindeki on dolar hesaplı harcandığında iki kişilik iyi bir akşam yemeği için yeterdi. Bu yemeğin kızın sönük gündelik yaşamında harika bir deneyim olacağı kuşkusuzdu. Ayrıca kızın bu akşam yemeğini canlı bir teşekkür duygusuyla yaşaması Chandler'in hesabına ek birer zafer ve keyif artısı olarak geçecekti.
İçtenlikli bir ciddiyetle, "Sanırım ayağınız..." dedi kıza, "yani ayağınızın sandığınızdan daha uzun süre dinlenmesi gerekiyor bence. Bunun için bir önerim var. Kabul ederseniz hem ayağınıza bu dinlenme fırsatını verir hem de bana bir iyilikte bulunmuş olursunuz.
Siz köşede yere düştüğünüzde ben tek başıma akşam yemeğine gitmek üzereydim. Benimle gelin; birlikte hoş bir yemek yer ve sohbet ederiz. Eminim bileğiniz bu arada sizi eve götürecek kadar iyileşir." Kız birden başını kaldırıp Chandler'in yakışıklı yüzünde gezdirdi bakışlarını. Gözleri bir anlığına parladı, sonra sevecen bir tavırla gülümsedi. "Fakat birbirimizi tanımıyoruz ki... doğru olmaz, öyle değil mi?"
"Bunda yanlış olan bir şey yok" dedi genç adam, kibarca. "İzin verin kendimi tanıtayım;
Chandler Towers, Yemeğimizden sonra, yani güzel geçmesi için elimden geleni yapacağım akşam yemeğinden söz ediyorum, iyi akşamlar diler veya kapınıza kadar eşlik ederim size, nasıl isterseniz."
"Fakat ya üstüm başım?" dedi kız, Chandler'in kusursuz kıyafetine bakarak; "bu eski elbise ve şapkayla mı?"
"Boş verin" dedi Chandler neşeyle.
"Üzerinizdekilerle en gösterişli yemek giysisi içindeki bir kadından daha hoş göründüğünüzden eminim." Genç kız sekerek adım atmaya çalışırken, "Bileğim hala acıyor" dedi.
"Teklifinizi kabul ediyorum Bay Chandler.
Bana Miss Marian diyebilirsiniz."
"Tamam, böyle gelin Miss Marian, zaten çok yürütmeyeceğim sizi. Yakında çok iyi bir restoran var, müşterileri saygıdeğer kişilerdir; koluma girin, yavaş yavaş yürüyün. Tek başına yerken yalnızlık çekiyor insan. Ayağınızın kaymasına biraz sevindim doğrusu."
Masaya yerleşip başlarında garson dolanmaya başladığında Chandler bu özel akşam serüvenlerinden aldığı gerçek keyfi yaşamaya başlamıştı.
Restoran, Chandler'in her zamanki tercihi olan, Broadway'in biraz daha aşağısındaki kadar gösterişli değildi, ama neredeyse yakındı ona. Masalar varlıklı görünen müşterilerle doluydu. İyi bir orkestra, konuşmaları bastırmayan bir havada çalıyordu; mutfak ve servis, eleştiri kabul etmeyen bir düzeydeydi.
Chandler'in masa arkadaşı ucuz giysisi ve şapkasıyla bile yüzünün ve bedeninin doğal güzelliğine seçkinlik ekleyen bir duruşla oturuyordu karşısında.
Chandler'in canlı, fakat ağırbaşlı duruşuna, sevecenlik saçan mavi gözlerine bakarken kızın sevimli yüzünde hayranlıktan pek de uzak olmayan bir şeylerin bulunduğu kesindi.
Sonra Manhattan Çılgınlığı'na kapıldı Chandler Towers. Gösteriş yapma coşkusu, Övünme Mikrobu ve Kasıntı Belası ele geçirdi onu. Bulunduğu yer Broadway'di; debdebe ve moda çemberinin içindeydi; ona bakan gözler vardı. Bu komedinin sahnesinde sosyetik bir kelebeğin bir gecelik rolü ile varlıklı ve zevk sahibi bir aylağı oynamayı üstlenmişti. Bu rol için donanımlıydı ve iyilik meleklerinin tümü o rolü oynamasına engel olacak güçten yoksundular.
Chandler, Miss Marian'ın karşısında konuştu da konuştu, bol keseden attı. Kulüplerden, çay partilerinden, golften, atçılıktan, balolardan, yurtdışı turlarından söz etti; Larchmont rıhtımına bağlı bir yat sahibiymiş gibi dokundurmalarda bulundu. Kızın bu boş konuşmalardan çok etkilendiğini görebiliyordu.
Gösteriş düşkünlüğünü zenginlik üzerine rastgele seçtiği sözcüklerle pekiştirirken tanıdıklarıymış gibi bir kaç isim de saydı, hani işçi sınıfının saygıyla söz ettikleri tanınmış güncel isimlerden. Chandler'in kısa günüydü bu; o da alabileceğinin en iyisini kendi bildiği ve gördüğü biçimde söküp alıyordu. Ben merkezciliğinin kendisi ile çevresindeki her şeyin arasına indirdiği pus katmanı arasından kızın altın gibi parlayan varlığını bir kaç kez ayırt etti yine de.
"Sözünü ettiğiniz yaşam biçimi" dedi kız, "çok boş ve amaçsız görünüyor. İlgi alanınızı genişletecek bir işiniz yok mu bu dünyada?" "İş mi dediniz, Miss Marian?" dedi Chandler, sesini biraz yükselterek. "Bir düşünün hele; her gün akşam yemeği için kıyafet değiştirmek, öğleden sonraları yarım düzine ziyarette bulunmak, bir at arabasından biraz daha hızlı gitseniz her köşede otomobilinize atlayıp sizi karakola götürmeye hazır bir polis..
Biz aylaklar, ülkenin en ağır işçileriyiz aslında." Yemek son bulmuş, garsona yüklü bir bahşiş verilmişti. İki genç, karşılaştıkları köşeye doğru yürüdüler.
Miss Marian'ın yürüyüşü düzelmişti, sekmesi dikkat çekmiyordu artık. "Teşekkürler, çok güzel vakit geçirdim" dedi kız, içtenlikle. "Eve dönmeliyim şimdi; yemek çok hoştu Bay Chandler." Genç adam, kibarca gülümseyerek kızla el sıkıştı.
Bu arada kulübündeki bir briç partisiyle ilgili bir şeyler söyledi. Hızlı adımlarla Doğu Yakası'na doğru giden kızın arkasından baktı bir süre, sonra bir taksi çevirdi.
Serin yatak odasında akşamlık kıyafetini altmış dokuz günlük bir dinlence için dolaba kaldırırken düşünceliydi Chandler. "Harika bir kızdı" dedi kendi kendine, "çalışmak zorunda kalmış olsa bile her yönüyle düzgün bir kızdı, bundan eminim. Keşke bütün o zırvalıklar yerine gerçeği söyleseydim, belki o zaman aramızda... fakat lanet olsun, ne yapayım, kıyafetime uygun davranmak zorundaydım." Manhattan Kabilesi'nin kırsal çadırlarında doğup büyüyen yiğit savaşçı işte böyle konuştu.
Genç kız, kendisini ağırlayan delikanlıdan ayrılır ayrılmaz hızlandı, birkaç blok sonra çok alımlı ve oturaklı bir binanın önünde durdu. Binanın baktığı cadde Mammon* (İncilde sözü geçen, yeryüzündeki geçici zenginliği ve parasal hırsı kişileştiren simgesel bir tanrı) ile ikincil tanrıların arabalarını sürdükleri ana yoldu.
Marian aceleci tavırlarla binaya girdi ve üst kata çıktı.
Orada güzel ev giysileri içinde endişeyle pencereden bakan genç ve güzel bir kadın bekliyordu onu.
"Seni çılgın şey" dedi büyük olan kız. "Bizi böyle korkutmaktan ne zaman vazgeçeceksin?
Üzerindeki bu paçavramsı elbise ve başında Marie'nin şapkası ile evden fırlayalı iki saat oldu.
Annemiz çok endişelendi. Şoförü arabayla seni aramaya gönderdi. Yaramaz ve düşüncesiz bir kediciksin sen." Abla olan kız bir düğmeye bastı. Gelen hizmetçiye, "Marie" diye seslendi, "anneme git de Miss Marian'ın döndüğünü söyle." "Beni azarlama abla" dedi Marian, " sadece bir koşu Madam Theo'ya gidip ek parça için pembe yerine leylak rengi kullanmasını söylemek istedim.
Giderken giydiğim elbise ile Marie'nin şapkası tam istediğim gibi oldu. Eminim herkes beni tezgahtar kızlardan biri sanmıştır." "Yemekten yeni kalktık şekerim, geç kaldın."
"Biliyorum. Kaldırımda ayağım kaydı bileğimi burktum.
Yürüyemeyince seke seke bir restorana girip acısı dinene kadar oturdum orada. İşte bu yüzden geciktim." İki kız, akıp giden araçların ışıklarına bakarak pencerenin önüne oturdular.
Genç olan, başını ablasının kucağına yaslayıp sarıldı ona. "Elbet bir gün" dedi, dalgın bir tavırla, "ik-i miz de evleneceğiz. Varlıklıyız ve bu yüzden toplumu hayal kırıklığına uğratamayız. Sevebileceğim erkek nasıl biri olurdu, bilmek ister misin abla?"
"Söyle bakalım, sersem şey" dedi abla.
"Yoksul kızlara kibar ve saygılı davranan, iyi huylu ve yakışıklı, flört etmeye çalışmayan, mavi gözlü, sevecen bakışlı bir erkeği sevebilirdim. Fakat yalnızca bir amacı, tutkusu, işi varsa sevebilirdim onu. İşinde izlediği yolda destek olabilirsem yoksul olmasına bile aldırmazdım. Fakat sevgili ablacığım, karşımıza sık sık çıkan, sosyete ile kulüpleri arasında aylak bir yaşam süren türden bir erkeği, sokakta karşılaştığı yoksul kızlara sevecen davransa ve gözleri mavi olsa bile sevemezdim."

***


Pazar Neşesi
Bu pazar neşemizi Şerafettin Yamaner adlı okur yazmış..
Bu sabah bir televizyon kanalında şöyle bir görüntü gördüm.
Bir masa üzerine bal ya da bal peteklerini koymuşlar ve altlarına da o balların isimlerini yazmışlar... Sonra masanın başına bir ayı getirdiler ve ayı, "Anzer Balı"nı seçti ve onu yalamaya ve yemeye başladı... Bunları görünce, yazdığınız yazıların aralarına serpiştirdiğiniz gülmeceler geldi aklıma..

......


Bir adam, bal satan bir dükkana girer ve sorar..
- Hani ayıların sevdiği bir bal var ya adı...
Satıcı..
- Ha anladım...Anzer balı!.
Müşteri..
-Tamam işe o!. O baldan yarım kilo verir misiniz!.

Latin Sözleri
Caeci sunt oculi, cum animus alias res agit.
"Zihin başka şeylere kaydı mı, gözler görmez olur!"
Publilius

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA