Kopenhag maçından sonra, Okan Hocam "Erken gol bizi bozdu" demiş..
Eğer gerçek buysa Okan Hocam, takımını bu maça moral olarak hazırlayamadığını itiraf etmişsin, demektir.
Şunu ezberletecektin maçtan önce oyuncularına..
"İlk maçı 1-0 kazandık. Şimdi 2-1 yenilsek bile turu atlarız. 1-0, hatta 2-0 geri düşsek bile tur için bize 1 gol yeter. Yani moralinizi asla bozmayın."
Kendi sahanda gol yemeden kazanmanın avantajı burada. Deplasmanda 1 gol atarsan, rakibin artık 3 atması gerek. Hangi deplasmanda?.
Seyircisiz, sessiz deplasmanda..
Şimdi mazeret mi, "Erken gol" hocam?.
1 gol atsan rakibi 3'e zorlayacağın, seyircisiz deplasmanda, sahaya çıkardığın savunma takımına bak!. İki stoper.. Bir ön stoper (M. Topal) ve tam iki ön libero (M. Tekdemir ve İ. C. Kahveci).. Yani "Ben korkuyorum" diye bas bas bağıran bir savunma 11'i..
Futbolcu, senin korktuğunu daha 11'i açıkladığın anda anlamadı mı?. Moral hazırlığı da yok. O zaman üçüncü dakikada golü yiyince bozulurlar tabii.
Korku ve bozulma zeminini sen hazırladın Hocam.. İtiraf dediğim, bu..
İşte asıl sorum?.
Adamlar futbol oynadı, Hocam!. Sen ne oynadın?.
Futbolun "F"si var mıydı?. O futbolsuz oyunu, hiç müdahale etmeden 2-0'a kadar seyrettin. Yani "Tur" onlara geçene kadar.. 1 gol atsa rakibi 3'e zorlayacak takımın, rakip çerçeveyi bulan ilk şutunu, 66'ncı dakikada, yani maç 3-0 iken attı, iyi mi?.
Başakşehir'in oynayacağı futbol mu, 66'ncı dakika olmuş ve tur nerdeyse gitmişken, ilk şutunu atmak?. O ilk şutu da sezon başı harcadığın ve iş işten geçtikten sonra oyuna aldığın Elia attı Hocam!.
Ya pozisyon?. Hiç müdahale etmeden seyrettiğin Başakşehir'in o dakikaya dek tek gol pozisyonu var mıydı peki?.
Sahaya öyle bir takım çıkardın ve öyle kötü futbol oynattın ki.. Sadece Kopenhag maçında değil, Güya şampiyon olduğun Süper Lig'de de kötüydü Başakşehir..
Bizim medya tabelacıdır. Kazananı eleştirmez. Bunu da açıkça ve yüzü kızarmadan söyler. Bu yüzden bu ülke okuru, skora göre eleştirel olur. Spora göre değil..
Fener döküldü. Beşiktaş döküldü. Galatasaray döküldü. Trabzon döküldü.. Şampiyonluk o zaman sana kaldı. Biri şampiyon olacak. Mecburen sen oldun Hocam.. Başakşehir, şampiyonluk sonrası yazılanları hak eden futbol oynasa, Liverpool gibi, haftalar önceden ilan ederdi, kupayı aldığını..
Ayni anda 2 takım çıkarıp, iki ayrı sahada iki derbi oynayacak kadar dolu kadrona lig boyu izlenmeye değer tek maç oynatmadın Hocam?.
Abartıyor muyum?.
Bir maç seç.. Bir de jüri.. Hep beraber izleyelim. Görelim.
Abdullah Avcı, sana bu ülkenin en güzel, en verimli futbolunu oynayan takımını bıraktı. 8 puan farkla önde iken, işte asıl o zaman yapılan dizaynla şampiyonluk elinden alınan ve Galatasaray'a verilen takımı..
O takımdan Adebayor ve Mossoro gitmişlerdi sadece. Ama Adebayor'un yerine hiç de ondan aşağı kalmayan Demba Ba gelmişti. Mossoro'nun yerine de onu defalarca katlayacak bir dünya yıldızı Robinho!.
Yapacağın şey, bu yeni ikiliyi, gidenlerin yerine koyup, takımın artık ezberlediği o harika hoş ve etkili futbolu sürdürmekti.
Ama sen onu yapmadın.
"Ben Okan Buruk'um. Abdullah Hoca'nın futbolunu sürdürmem. Okan Buruk futbolu oynatırım" dedin..
Sol açık Elia'yı kestin, yerine kendi transfer ettiğin bir koşucu, Gulbrandsen'i koydun.
İşte bu "Takımın oyununu yıkma hamlesi" oldu.
Başakşehir'in hücum gücünü, sağda Visca/ Caiçara, solda Clichy/ Elia ikili atakları başlatıyor, ortada önde Adebayor ve ön arkada Mossoro da geliştiriyordu. Bu zengin hücum rakip savunmanın başını döndürüyordu.
Sen Avcı futbolunu bıraktın. Fatih Terim'in yengeç futboluna döndün. Bir kanat yok. Bütün hücumlar tek kanattan.. "Ver Visca'ya" futbolu.
O zaman rakiplerin savunma işi kolaylaştı. Başakşehir'in de o seyre doyulmaz futbolu bitti..
Dahası Hocam.. İlk 11'e almadığın, ama oyuna girdiği andan itibaren maçın kaderini değiştirecek çapta dünya çapındaki yedek oyuncun Robinho sen turdan elenip gider ve Türkiye'nin çok kritik ülke puanını dondururken, memleketi Brezilya'da tatil yapıyordu..
Bu izni nasıl verdin Hocam?. Aslında sen gönderdin değil mi? Oynatmayacaktın çünkü..
Başkalarını bilmem, ama seni futbolculuğundan başlayarak, gerek oyuncu, gerek Teknik Direktör olarak ne kadar beğendiğimi, insan olarak da ne kadar sevdiğimi en iyi bilenlerdensin, Okan..
..Ve şunu bil!.
Başakşehir'in başındaki Okan, benim bildiğim Okan değil!..
*
En büyük Şeyma!..
Bu ülkenin en büyük otoritesi Şeyma!. Şeyma Subaşı!.
Neden?. Çünkü sosyal medyada 3.5 milyon takipçisi var.. Eee!.. Türkiye'de yargı dahil, her idari kararda sosyal medya başrolü oynamıyor mu?.
Varsa sıkıntınız, hatta yoksa bile Şeyma'yı bulun. İki tweet.. Devlet emrinizde..
Salda Gölü var. Dünyada tek.. NASA bilim adamları gelip uzayı ilgilendiren bir araştırmayı orda yaptılar. Kimsenin haberi olmadı.
Valisinden İçişleri, Turizm Bakanı'na çıt çıkmadı. Salda Plajı (!) şimdi rezil halde. Hala susuyor, bakanı, valisi..
Ama Çeşme Kaymakamı cart diye görevden alındı. Turizm Bakanı, Çeşme Plajı'na el koyduğunu apar topar dünyaya duyurdu.
Neden?.
Şeyma Subaşı, arkadaşı bir mankenin plaj güvenlikçileri tarafından dövüldüğünü sosyal medya hesabında açıkladı ya..
Yetti Şeyma, bu devleti harekete geçirmeye.. Yetti çünkü arkasında 3.5 milyon var.
Ama bugün şahitlerle anlaşılıyor ki, mankeni dövüp o hale getiren kendi sevgilisi..
Yani plaj günahsız. İki bakan da, hem Turizm, hem İçişleri Bakanları aculluk yapmışlar, sosyal medya korkusundan..
Şimdi sosyal medya ile ilgili yeni yasa çıktı.
Bakalım, Şeyma'nın delilsiz, belgesiz yaptığı ağır suçlamalar ve doğurduğu sonuçlar için ne yapılacak?.
Yeni yasanın ilk önemli uygulamasını merakla bekliyorum!.
*
"Ne bu şiddet bu celal" ya!..
Bu Yüksel'in, yani Yakın Kumanda Köşemiz yazarı Yüksel Aytuğ'un dünkü nefis yazısının başlığı.. Yüksel Aytuğ'un. Aytuğ.. Aytuğ.. Niye tekrar ediyorum?
Kendi kendime ceza verdim çünkü.. İnsan 40 yıllık arkadaşının soyadını yanlış yazar "Yüksel Günay" der mi?. Derse Yüksel şiddetlenmez, celallenmez mi?.
Hadi 81 yaşındaki ben bunadım, tamam. Ama sevgili editörlerim, pek çok yanlışımı düzelten dostlarım nasıl atladı?.
Yaso şu izni bitir artık da, yazılarımı ilk sen okumaya ve düzeltmeye başla gene..
***
Neyse.. Anladınız herhalde.. Bugün konum gene Yüksel'in "Ne bu şiddet bu celal" başlıklı dünkü yazısı.. İyi bir gazetecilikle, toplumda artan şiddet olaylarını izlemeyi sürdürüyor.
SABAH TV yazarı olarak Show ana haberi izlemiş. "19.10 ile 19.30 arası tam 20 dakika sadece şiddet haberi yayınladılar, görüntüleri ile" diyor ve spot spot sayıyor. Tam 10 haber.. "Bir o kadarı da "Haber Öncesi/ Dünden Kalanlar" olarak tekrar gösterilmiş. İyi mi?
Yani "Ana Haber" değil, "Bol Şiddet" Bülteni Show'un yaptığı..
..Ve çarpıcı eleştirisini yapıyor Yüksel.. Kimsenin aldırmayacağı ve üzerine alınmayacağı eleştirisini.. Aslında "Tokat" gibi..
İşte ben de altına imzamı koyarak tekrar ediyorum.
Bakalım bir yetkili, yerel veya genel yetkili makam, uzman bilim adamı ya da iktidarı muhalefeti ile gözlerini yummuş siyasetten ses çıkacak mı?.
"İnsanlar ölüyor, yaralanıyor, darp ediliyor, hakarete uğruyor ve biz bunları akşamları koltuğumuzda sadece 'izlemekle' yetiniyoruz. Tek bir bültende 20 polisiye vaka varsa, bu şiddet eğilimi, kural tanımazlık ve öfke kontrolsüzlüğü en az koronavirüs kadar öncelikli bir yaşamsal sorun olarak görülmeli.
Yukarıdaki tablo sadece Show Ana Haber'e özgü değil. Tüm bültenler aynı durumda. Hele gün boyu her saat başı haber yayınlayan bir haber kanalını izliyorsanız, kendinizi adeta damar yoluyla şiddet alıyormuş gibi hissediyorsunuz. Psikologlar, sosyologlar, hukukçular, eğitimciler, doktorlar, profesörler, fikir önderleri, bürokratlar, siyasiler acil olarak bir çalıştay oluşturup sorunun nedenlerini ortaya koymalı, yok edilmesi için öneriler getirmeli ve bunları hayata geçirmeli."
Dün ben de yazdım. Ekranlarda ve gazetelerde şiddet haberleri, görüntüleriyle o kadar bol ki, artık kanıksar olduk..
Şiddeti kanıksamak?. Asıl dehşet o değil mi?.
..Ve sen ey RTÜK!.
İnsanlar etkilenir diye gece yarısı yayınlanan filmde kovboyun sigara içmesini buzlatan, ekranın her filmini bir de otosansüre zorlayıp kestirten RTÜK!..
Şiddetin filmi değil, kendisi, hem de Prime Time'da, hem de aile izleme saatinde, hem de tüm çocuklar ekran başındayken, her ana haberde her gece ortalama yarım saat hem de "Tüm izleyici" logosu ile yayınlanıyor.
Her birinizi Türkiye Büyük Millet Meclisi seçti. Her birinizi o Meclis'te gurubu olan bir parti aday gösterdi.
Nelere, ne cezalar kesiyorsunuz da, kaç defa ben yazdım, işte Yüksel de yazıyor..
Aile izleme saatinde bu gerçek, canlı şiddet olaylarını tekrar tekrar yayınlamak ne oluyor..
Eldeki yetmeyince, Çin'den, iki sene öncesinden, sosyal medyadan toplanmış şiddet görüntülerini reyting olsun, torba dolsun diye ana habere dolduranları izleyen gören tek RTÜK üyesi yok mu?.
Yahu içinizden biri, bir ana haber izlemez mi?.
Ne ilgisiz, ne vurdum duymaz insanları RTÜK'e aday göstermiş, siyasi partiler?. RTÜK üyesi seçmiş, Meclis?.
*
Gene Yüksel...
Valla Sevgili Yüksel fevkalade ilginç şeyler yazıp, en çok okuduğum yazarlar içine girerse, suç bende değil. Sık sık ondan alıntılar yapıyorum. Bazen nalına, bazen mıhına..
Eleştirdim mi kızıyor. Ne yapalım..
Pazartesi "Buna hakkımız var mı" diye de harika bir minik not yazmıştı.
CNN, Kurban Pazarı'nda bıçak bileyen birine mikrofon uzatmış. Adam "Beni çekmeyin abi" demiş. Gene de çekmiş CNN..
Yüksel "Röportaj yapmadan önce yazılı veya sözlü izin almamız gerekir" diyor.. "Ya bu adam memleketinden kan davası yüzünden kaçmış ve izini kaybettirmiş biriyse.."
Aklıma ne geldi bilir misiniz?.
1989 yılı mart ayının birinci günü, sabah saatleri.. Monte Carlo'dayız. O gece, Mustafa Denizli'nin Galatasaray'ı, Arsen Wenger'in Monacosu ile II. Louis Stadı'nda karşılaşacak.
Işıklar içinde yatsın, Kenan Onuk, atv, ben de SABAH için ordayım. Monte Carlo'nun o efsane Grand Hotel'inde kalıyoruz. Kenan beni aldı, sabah sabah, kapının önüne, o ünlü meydana çıkardı. Kamera orda bekliyor. Öğle Bülteni'ne Monaco maçı öncesi son haberleri konuşacağız.
Kameramanın karşısında durduk ki iki Monaco polisi de karşımızda durdu.
"Burada izinsiz çekim yapamazsınız.."
"Biz meydanı çekmiyoruz" dedi, Kenan.. "Akşamki maç için bir Türk gazeteci arkadaşımdan görüş alacağım.."
"Ya yanınızdan, arkanızdan geçenler" dedi, polis.. "Ya Monte Carlo'da olduğunun bilinmesini istemeyen biri varsa.. Siz çekim izni alsaydınız, biz de tedbir alırdık."
Hayatta aldığım en büyük derslerden biriydi Yüksel!.
Monte Carlo gibi, Avrupa'nın en ünlü kumar, keyif ve eğlence merkezine gittiğini şu veya bu sebeple ailesinden, işinden, çevresinden gizlemek isteyen biri olacak.. Onun arkadan geçtiğini Türk televizyonunda Türkçe yapılan bir yayında bir yakını fark edecek de..
Ama "İnsan Hakları" dediğimiz şey "Ölme eşeğim ölme"yi içermez!. İçerse, İnsan Hakları olmaz!
*
Tebessüm
Adam, "Ayaklarım kokuyor" diye şikayetini söyledi.
Doktor "Her gün temiz bir çorap giyin ve haftaya gelin, bakalım" dedi.
Adam bir hafta sonra geldiğinde doktor hayretle baktı ve sordu..
"Ayakkabılarınız nerde?. Neden çorapla geldiniz?."
"Ayakkabım yedi çorabın üstüne olmadı ki, doktor!.."
*
Sevdiğim Laflar
"İkimizin toplamı sonsuza eşittir. Beni senden, seni benden çıkarırsak hiç kalırız."
Rebecca Donovan