8 maç üst üste maç kazanamayan, son üç maçının üçünü de kaybeden, şampiyonluğa oynayacakken, şimdi Avrupa yolunu dahi şaşıran Galatasaray'ın hocası, Fatih Terim'in maç sonu konuşması, gazetelerde "Rabbim belki de bir mesaj veriyor" başlıklarıyla çıktı.
Hocam, "Belki de yeniden onarmak için bize bir mesaj veriyor. Onu aklımdan geçiriyorum. Böyle bir durumda yeniden inşa edebiliriz" demiş..
Mesaj verildiğini anlamışsın Hocam, ama ne yazık ki, artık önünde oynanan maçları dahi okuyamaz olduğun için şaşmadım, o mesajı da okuyamamışsın Hocam..
Rabbim sana "Git Fatih" diyor.. "Git ki, sen ailenle bir arada yaşayarak kendini onar.. Senin tahribatın yüzünden bu hallere düşen Galatasaray da kendini onaracak çareleri arasın.."
Hocam..
Yabancılar Lejyonuna çevirdiğin, ruhsuzlar ordusu haline getirdiğin takımını nihayet kendin de eleştirdin.. Kaybettiğin her maçın ardından "Rezil oynadık" diyeceğine "Skora bakmayın.
Oyunu beğendim" diye kargaları bile güldüren laflar ettin. Ama baktın artık kimse yemiyor..
En Fatih Terimci kalemler bile artık, belki de mecburen artık, adını vererek seni yerden yere vurmaya başladılar. Bu defa "Kaybetmekten değil, vazgeçmekten üzüntü duyuyorum" dedin.
Takımın aylardan beri vaz geçiyor Hocam.. Ama dedim ya.. Artık maçı okuyamaz haldesin. O takımın nasıl ruhsuz, nasıl lidersiz, nasıl kendi şovları için sahaya çıkan atletizm deyişi ile "Easy Jogger"lardan, yani antrenman yapar görünmek için ağır ağır koşan, çoğu zaman yürüyen, milyonlar ödediğin ayaklarını korumak için, riske ayak uzatmayanlardan kurulu hale geldiğini anlayamadın.
Takımda kaptan, lider bırakmadığını anlayamadın.
Son maçta 17 yaşındaki gence kaptanlık bandı takman, bu yöndeki aczinin itirafı oldu.
Takım lidersiz!.
Kim bu takımı lidersiz bıraktı?. Öldürdüğü liderin yerine birini kim koyamadı?.
Sen!.
Takım ruhsuz..
Kim topladı bu ruhsuzlar takımını?.
Sen!.
Takım moralsiz?.
Kim hazırlıyor takımı ruhsal olarak?.
Sen!.
Takım halsiz..
Oyuncular durmadan sakatlanıyor.
Kim çalıştırıyor bu takımı?.
Sen!.
Takımın ne kendi futbolu var, ne rakibe göre aldığı taktikleri..
Kim planlıyor(!) bu takımın diziliş ve oyununu?.
Sen!.
Kim alıyor, kim satıyor bu ruhsuz adamları?.
Sen!..
Geldiğin günden beri "Ben" den başka laf çıkmadı ağzından hocam..
Her şeyi sen bilirsin ya.. Hepsini de sen yaptın. Yanında sana itiraz edebilecek tek kişi bulundurmadın. Sana rakip olur korkusundan takımda da olan lideri yok edip, yerine birini koymadın.
İçerde ve dışarıda tek kişi oldun ve işte hocam..
Takımı mahvettin..
Kendini de Hocam.
Git.. Git artık!.
Hiç değilse Rabbimin mesajını doğru oku ve git..
Git ki, hem sen kurtul.. Hem Galatasaray kurtulsun!.
***
Ödülüm!.
Gazetecilik yaşamımın en güzel ödüllerinden birini daha aldım. Ortaköy Ertekin'in yeri felaket hale gelince yerine, Arnavutköy Jain'i koydum ya..
Salı akşam üzeri uğradım gene.. O dünya şirini Pariziyen kaldırım kafesinin patroniçesi Sevil cep telefonundan bir resim gösterdi.
Bir baba ile kızı arasındaki İngilizce mesajlaşmanın ekran resmi..
Nasılsın, iyi misin hoşbeşinden sonra baba şöyle diyor..
"Okuduğuma göre, Arnavutköy'de adı Jain gibi bir şey olan bir yer varmış ve oradaki Buffalo kanatları çok güzelmiş."
"Nerde okudun" diye soruyor kız ve dünyanın öbür ucunda, Atlanta'da, 20 senedir orda yaşayan babası cevap veriyor..
"Bu adam yazmış.."
..ve benim Jain'i ve Buffalo Wings'i anlattığım yazının linkini veriyor. Ve kız kalkıp geliyor, Jain'i buluyor. Buffalo kanatları istiyor ve Sevil'e yazışmayı gösteriyor.
20 yıldır Amerika'da, Atlanta'da yaşıyor adam.. Ama vefaya bakın, hala benim köşemi izliyor. İzlemekle kalmıyor, kızına da tavsiye ediyor..
81 yaşındaki bir gazeteciye bundan büyük ödül olur mu, siz söyleyin, dostlar!.
***
Ada ve Çekirdek!.
Hayatımın en güzel, en unutulmaz anılarındandır, Ada ve Çekirdek.. Dün sabah, Adalar'da faytonun, Üsküdar'da sahilde çekirdek yemenin yasaklanmasına öfkemi yazdığım satırları okurken, aklıma geldi.. Aslında yanlış ifade..
Aklımda hep duran, unutulmaz bir anı o!.
1970'li yıllar.. Yani yarım asır falan önce.. Ben Cumhuriyet'te spor ve televizyon yazıyorum. Tatil için geldiğim İstanbul'da TRT'de yapımcı bir kız arkadaşım var. Hafiften flört de ediyoruz.
Ona rastlamam mı?.
"Hıncal Ada'yı hiç görmedim, gidelim mi" dedi. Ertesi sabah buluşup gitmeye karar verdik.
İskeleden indik, Ada turu yapacağız, ama faytonla değil.
Yürüyerek. Sevdiğimiz yerde oturarak.. Evleri geride bıraktık, tam yeşilliklere girerken mis gibi bir leblebi kokusu.. Bir geniş kuruyemiş tezhahı.. Koku ordan geliyor. Tezgah altında mini fırında leblebi kızarıyor..
Ada'nın öbür tarafı koru. "Ağaçların arasında otururken, çekirdek çıtlatıp, denizi seyretmek harika olur" diye konuşarak tezgaha yaklaştık. En kocaman kese kağıdını seçtim. "Karışık koy" dedim.. Teker teker tartarak doldurdu. Nasıl keyifle yapıyor işini orta yaşlı adam. Ne kadar seviyor, belli..
Başladık yürümeye.. Tam arkaya geldik..
Görünürde hiç bina izi falan yok. Sadece doğa.. Oturduk..
"Ver bakalım kese kağıdını" dedim, elinde koca bir çanta taşıyan arkadaşıma..
"Sende değil mi onlar" dedi..
İkimiz de almamışız iyi mi?.
Kısmete bak, çamların altında denize bakarken, çekirdek çıtlatamayacağız işte. Ne yapalım.. Kavga edecek değiliz ya.. Üç dakka ya oturduk, ya oturmadık, "Hadi kalkalım" derken, arkamızda bir hışırtı.. Döndüm, bizim çekirdekçi adam.. Elinde bizim kese kağıdı..
"Siz gittiniz ki, bir baktım, sizin kese kağıdı tezgahın ucunda duruyor. İçim cız etti.
'Gençlerin ada keyfi kaçacak şimdi' dedim..
Bir tanıdık geçiyordu. Tezgahı ona emanet ettim, elimde kese kağıdınız sizi aramaya çıktım.."
Bu anı unutulur mu?.
Bu insanlık unutulur mu?.
İki zıpırtı yüzünden, faytonlarından mahrum ettiğin Ada insanı işte bu, İmamoğlu dostum..
***
İşte mutluluğun resmi!.
Editörlerin tembelliğinden resimaltı konmayan fotoğraflara ne kadar kızdığımı bilirsiniz. Bin defa yazdım. Resimaltı, sadece resmi anlatmakla kalmaz. Gazetenin en çok okunan yerlerinden olduğu için, başlık gibidir. Yazıyı da okutur. Bu yüzden resimaltı yazmak aslında hünerdir de..
Ama günümüzde "Mükemmellik ayrıntılardadır" ilkesi unutuldu. Mükemmellik ilkesi ve hırsı unutuldu çünkü..
O zaman bu resmin niye resimaltı yok?.
Yazıyı, bu resme bakıp, güzelliği, masalsılığı, mutluluğu hissedenler, hissedebilenler okusun sadece, istedim de ondan..
*
74 yaşındaki 3 çocuk annesi Ayşe Küpeli ile 5 çocuk babası 72 yaşındaki Cevat Tuncel, 2 yıl önce İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Buca'daki Sosyal Yaşam Kampüsü'ne geldiler ve tanıştılar.*
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin sosyal belediyecilik uygulaması anlamında en büyük yatırımı niteliği taşıyan Buca'daki dev Sosyal Yaşam Kampüsü 65 bin metrekare üzerine kuruldu. Kampüsün içinde Huzurevi, Aşevi, Spor Salonu, Yüzme Havuzu, Çocuk ve Gençlik Merkezi, Engelli Merkezi ve Rehabilitasyon Merkezi bölümleri var.*
Alo!. İzmir'de yerel gazete var mı?. Alo!.
***
Sosyal Medya!.
Sosyal Medya ile ilgim yok bilirsiniz. Telefonumda ne bir uygulama var, ne de kimseyi takip ediyorum.
Ama Allah Ahmet Hakan dostumdan razı olsun. Yazdığı köşe, yönettiği gazete (Hürriyet) sayesinde sosyal medyada neler oluyor, eğilimler ne merkezde günü gününe öğreniyorum.
***
Tebessüm
Yaşlı kadının yazın başından beri şezlonga uzanıp akşama kadar torunlarını methetmesinden gına getirmişlerdi, plaj komşuları.. Biri dayanamadı sordu..
- Kaç yaşında senin bu torunlar?.
- Doktor altı, avukat dört!.
Sevdiğim Laflar
"Sessizliğini, sadece seni önemseyenler duyabilir."
G. Bernard Shaw