Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

İşte bu ülkede gazetecilik!..

Sabah sabah gazetemi okuyorum. Daha doğrusu gazete bitti.. Günaydın'a bakıyorum. Birinci sayfadan anons edilmiş bir haber.. Üçüncü sayfada manşet..
"Aşk yok dediler ama kaçtılar"
Birdekiler de dahil, beş de fotoğraf var..
"Aşk yok" deyip kaçanlar, Nehir Erdoğan ve Cem Aydın.. Nehir, sinema, televizyon oyuncusu ve sunucusu. Cem Aydın televizyon yöneticisi.. Bir ara ikisi bir arada NTV'de çalıştılar.
Nerden biliyorum?.
İkisi de arkadaşım ondan. Hele Nehir aile dostum..
Habere imzasını atan arkadaşım Gökhan Gökduman!.
Şimdi ben Gökhan'a soruyorum!.
"Bu masalı nasıl yazdın, Gökhan?."
Ağır itham değil mi?. Evet!. İtham ediyorum.. Çünkü yazdıkları masal.. Büyük bir olasılıkla bir ajanstan gelmiş fotoğraflara masal uydurmuş.
Çünkü orda olsaydı, o resimleri kendi çekseydi, benim, yani Hıncal Uluç'un da orda olduğunu görürdü. Daha fazlasını da görürdü. Nehir'in, Hıncal'ın masasından kalkıp, Cem'in masasına gittiğini.. Orda bir süre oturduktan sonra, Hıncal'ın masasına geri döndüğünü.. Ardından Cem'in de benim masama geldiğini, benimle sarmaş dolaş olduğunu.. Uzun uzun konuştuğumuzu..
Madem ordaydın, madem "Aşk yok dediler, kaçtılar" masalını değil, gerçekleri yazıyordun, nasıl beni görmedin?. Nasıl bütün bunları görmedin?.
Bakın sevgili okurlar...
Orda bir aile buluşması vardı o gün..
Size bu sütunlarda Arnavutköy'de yeni açılan Jain adlı kafeyi anlatmış ve "Ertekin'le Ortaköy bitti. Şimdi artık yerim Arnavutköy.. ve bu tam Pariziyen Kafe" demiştim. Jain yani..
Jain'e beni ilk götüren Nehir. Çünkü açanlar, kankası Sevil ve eşi Mustafa Sirmen. Evi Şaşkın'da olan Nehir, hele bu korona dönemlerinde, yasak saatlerini geçirdi mi, bu tarafta kalır. Ya Sevil'de, ya Zeynep'te.. Zeynep benim yeğenim. İkisi de Nehir'in kankası.. En az 20 yıllık arkadaşı..
O gün Nehir'le Zeynep karar vermişler. Bana da haber verdiler. Jain'de bir aile buluşması planlamışlar.
Aynen öyle.. Aile buluşması.. Nehir'in annesi Şükran Hanım da geliyor.. Benim bahçemde top oynamaya bayılan minicik yeğeni Atlas da.. Atlas o resimlerden birinde Nehir'in kucağında.. Ama annesi ve ben yokuz.. Hele beni özenle kesmişler kadrajdan, o masalı yazarken..
"Haftanın birkaç günü ayni mekanda bir araya geldikleri öğrenilen ikili, flaşların patlamasıyla masaların üzerinden atlayarak birbirlerinden uzaklaştı" diyor Gökhan, aynen..
Başından sonuna ben ordaydım.. Ne flaş patlaması Gökhan.. Bu nasıl yalan.. Güneş tepemizde, ortalık pırıl pırılken niye flaş patlasın ki?. Flaşlar hem de patlayacak da, ben gerzek Hıncal farkına bile varmayacağım, "Kimi çekiyorlar acaba" diye düşünmeyeceğim öyle mi?. Benim masamda, benim konuğum Nehir, annesinin ve benim yanıma, masaların üzerinden atlayarak gelecek de, ben, 65 yıllık gazeteci Hıncal, "Ne oluyor yahu" demeyeceğim, öyle mi?.
Evet.. Hiçbirinin farkına varmadım.
Çünkü ne flaşlar patladı, ne ikili, masaların üzerinden atlayarak benim masama geldiler.
Bu resimleri sen de çekmedin. Herhangi bir SABAH foto muhabiri de.. Öyle olsa, ikiniz de beni tanır, yaptığınız bu muhteşem atlatma haberi tamamlamak için Nehir'in güya kaçıp sığındığı masada oturan bana da "Hıncal Ağbi ne oluyor" derdiniz.
Gazeteyi bırakıp Google'a girdim Gökhan.. Senin ajans başka nerelere servis yapmış, diye..
Hürriyet.com.tr.. HaberTurk.com.tr.. Takvim.com.tr.. Akşam. com.tr.. Milliyet.com.tr.. Yeniasir.com.tr...
Bir yığın da, saymaya gerek yok.. İlaveten, en başta sana servis yapan bir yığın, uçan, kaçan internet sitesi.. Hemen hepsinde ayni başlıklar, ayni resimler, hatta ayni yanlışlar.. Tek elden çıkma yani, SABAH, Hürriyet, Milliyet!.
Ayni ajanstan alıp altına imza atanlar yani..
Gazeteciliği getirdiğimiz yer bu..
Sen olsan Gökhan Gökduman, bu gazeteyi her sabah para verip alır mısın?.
Özel haberciliği, gazeteciliği unuttuk. Gerçekleri, sadece gerçekleri yazma sorumluluğumuzu unuttuk. Her gazeteye ayni fotoğraf ve ayni masallarla servis edilen haberlere imzamızı atıp, her ay başı maaş alıyoruz ve bu gazetenin okunmasını istiyoruz öyle mi?
Bindiğimiz dalı kesiyoruz Gökhan..
Haber kaynayan İstanbul'da "Özel" ve "Güzel" tek şey yapma hevesimiz olmadan, ajans haberlerine imza atan ve bu ajans bültenlerini o imzalarla tam sayfa yayınlayan editörlerle, günden güne eriyor, bitiyoruz.
Şu cumartesi günü, yazdığım şeye bakın..
Daha doğrusu, benim gazetemin, benim gazetemin ekinin bana yazdırdıklarına..
Bana ne Hürriyet, Milliyet, Akşam'dan..
Herkes kendi kapısının önünü süpürürse, medya tertemiz olur.
Süpürmezse..
Batar gideriz.. Benim yaşım 81.. Batsak ne olur ki, bana..
Ya sana Gökhan.. Ya sana.. Ya gençlere, bu mesleğin genç kuşaklarına ne olur, bir düşün hele..
Masal yazmayı bırak.. Haber yaz.. Meraklı haber yaz. Hem seni okusunlar, hem gazeteni..
Bunu yapmazsan, Jain'in önündeki sokağı süpürecek işe muhtaç olursun, yarın!.

***

Taca çıkan Fatih Terim!..

"Taçtan gol yemeyeceksin" demiş Fatih Terim, asıl taca çıkanın kendisi olduğunu itiraf edercesine..
Öyle taca çıkmış ki futboldan..
Ne doğru dürüst takım çalıştırıyor, ne doğru dürüst, fiziksel, moral futbolcu hazırlayabiliyor, ne de önünde oynanan maçı okuyabiliyor, bir zamanlar Türkiye'nin değil, dünyanın sayılı hocaları arasında adı geçen Fatih Terim.
Eğer senin takımın beş senedir taç atmayı bilmiyorsa, tacı atmak için eline alan her futbolcun, tüm takım arkadaşlarını, yanlarında bir rakiple, elleri bellerinde beklerken görüp yüzündeki şaşkın "Kime atayım ulan" ifadesi ile bakıyorsa.
...Ve sen Fatih Hocam, beş senedir, bu köşede beş yüz defa "Takımına taç atmayı öğret" yazılarını görmedi, duymadıysan, resmen taca çıkmışsın demektir.
Galatasaray taçtan kaç gol yedi bilir misin?. Kendi sahasında, kendi attığı taçtan hem de.. Attığı 100 tacın 80'inde topu rakibe kaptırırsan, hele takım hücum için yerleşmiş, yani ileriye çıkmışken, kendi sahandan tacı, kontratak pası gibi rakibe verirsen, gol yemez misin?. Yedin de.. Haberin yok..
Bunları kaç kez yazdım. Ne beni okudun Hocam, ne de kendi gözlerinle maçı okuyabildin!.
En son "Liverpool'un taç antrenörü var" diye yazdım ki, tacın önemini anlayasın.
Ama hiçbir şeyi anlayacak halin kalmamış Hocam.. Öyle kalmamış ki..
Hani "Taçtan gol yenmez" diye, 4-1'lik utanç skorunu yaratmakla itham ettiğin "Taçtan gol yeme" olayını dahi okuyamadın..
O taç, hazırlanmış ve çalışılmış bir taçtı, Hocam anlayamadın mı?.
"Taçtan ofsayt olmaz" kuralı üzerine hazırlanmış bir taktiğin çalışmasını yapmıştı Alanya.. Maça dikkatli baksan, izlesen.. İzlediğini okusan, sen de benim gibi anında anlardın "Çalışılmış gol" olduğunu..
Alanya beki tacı atmak için topu kafasının üzerine kaldırdığında, Efecan ileri 18'in avutla birleştiği köşeye fırladı, ofsayt korkusu olmadan. Alacak ve anında gol ortasını yapacak.. Ayni anda, golü atacak Cisse de hamle yaptı. Taç.. Orta.. Kafa..
Bu kadar, ama bu kadar basit oldu Alanya'nın golü. Taç, asist, gol!.
Sayende hocam.. Senin sayende, Galatasaray, tacı geç, penaltı dışında duran toptan gol atamıyor. Çünkü ne şutör bıraktın takımda, ne de, duran top oyun çalışması yaptırdın. Ama taçtan, iyi bir hocanın iyi hazırladığı ve çalıştırdığı taçtan saniyede gol yiyorsun ve farkına bile varamıyorsun, olup bitenin.
Bak Hocam..
Ben köy çocuğuyum. Mürekkep kadar toprak yalamışlığım da vardır.
Çiftçi en verimli tarlasını ara sıra nadasa bırakır ki, toprak dinlensin. Üzerindeki bitkileri yetiştirirken kaptırdığı "Yaratma gücü"nü yeniden toparlasın..
Adı "Nadas"tır, bir sene, hatta toprak çok yıpranmışsa iki sene dinlendirmenin..
Senin de nadasa ihtiyacın var Hocam..
Çekil o Bodrum'daki dünyada benzersiz sahiline. Çek elini, ayağını futboldan..
Başta sevgili Fulya, seni özleyen ailenle, dostlarınla, futbolsuz bir sene geçir.. Yaşamın tadını çıkar, sorunsuz, tasasız.
O zaman, o nadastan sonra, yenilenmiş, yepyeni, o eski, o bildiğimiz, o özlediğimiz Fatih Terim olarak dönersin Hocam..
Dönersin.. Adımın Hıncal olduğunu bildiğim gibi biliyorum ki dö-ner-sin!.
İnat etme.. Israr etme.. Kendini bitirirken, bu ülkenin gururu "Fatih Terim Efsanesi"ni de bitirme!..

***

Güzel Türkiyem!..

Bir yabancı ajansta iki resim gördüm alt alta..
"İki Türkiye" diyordu.
Üstteki resim Konya'dan. Biri çarşaflı, peçeli, öteki örtülü iki kadın bir kaldırım kahvesinde oturuyor..
Alttaki Kuşadası'ndan.. Bir bikinili, öteki şortlu iki kadın, bir kaldırımda yürüyor..
Yazıyı okudum.
"İki resimde gördükleriniz de yabancı. Kuşadası'ndakiler İngiliz turistler. Konya'dakiler Suriyeli göçmenler..
...Ve Türk halkı ikisine de hoşgörülü.. İkisine de anlayışlı.."
Bugüne dek Türkiye hakkında okuduğum en güzel şey.. Hele de bu salgın ve turizmin iç içe olduğu dönemde..
Bu resimleri bir yerde gördünüz mü?.
Sanmam..
O peçeliler, ya da o bikinililerden birine, dokunmayı geçin, laf atılsa, tüm gazetelerde manşet olurdu, adım gibi biliyorum..
Biz çünkü "Kötü haberi sever, kötü haberle besleniriz. İyi haber işimize yaramaz. Ne tiraj getirir, ne reyting!."

***

Tebessüm

Adam banka müdürüne sordu..
"Küçük bir iş sahibi olmak istiyorum. Ne yapmalıyım?.
"Büyük bir iş satın alın" dedi, bankacı.. "Sonra bekleyin.."

***

Sevdiğim Laflar

"Hastalandığınızda iyileştirilecek bir beden yoktur. Affedilecek bir hatıra, teşekkür edilecek bir geçmiş, temizlenecek bir zihin vardır."
Bert Hellinger

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA