The New York Times'ın manşetini okudum gene, kafamdaki pek çok soruya cevap olacak diye..
"Koronavirüs İran'da kitle ölümlerine sebep oldu.. (6 binden fazla.) Toplu mezarlar kazdırdı. Buna karşılık komşu Irak'ta ölü sayısı 100'ü bile geçmedi" diye başlayan yazıyı okumaz mısınız?.
Devamı var..
Dominik Cumhuriyeti'nde 8 bin vaka var. Sınır komşusu Haiti'de 85!. Endonezya'da binlerce ölü var. Komşu Malezya'da, ölü sayısı 100 civarında kaldı.
Koronanın dünyada dokunmadığı ülke yok. Ama etkilerine bakınca, Covid-19 kaprisli..
Paris, New York, Londra gibi büyük şehirleri darmadağın etti. Buna karşılık az gelişmiş büyük şehirler, Bangkok, Bağdat, Yeni Delhi nerdeyse sıyırmış gibiler.
Şimdi soru şu..
"Koronavirüs niçin bazı yerleri istila ve perişan ediyor da öbürlerine, göreceli olarak dokunmuyor?."
Bu hâlâ bir bilmece ve dünyanın dört bir yanında yüzlerce uzman, bu bilmeceyi çözmeye uğraşıyor.
Tahminler sayısız. Ama kesin cevap yok!. O cevap olsa, hangi ülkeler risk altında bileceğiz.
Salgına yakalanan ülkeler nasıl kurtulacak, onu da bileceğiz.
Sıcak iklimli ve genç nüfuslu bazı gelişmiş ülkeler en kötüye yakalanmayınca, hava sıcaklığı ve ülke halkının demografik yapısı önemli faktörler olarak düşünüldü. Ama Güney Yarım Kürede hem de nasıl güneşli ve sıcak yaz yaşayan Brezilya, Endonezya ve Peru'da yaşanan felaketler bu teoriyi salladı.
Bazı ülkelere virüsün ulaşmadığı düşünüldü. Rusya mesela.. Çok iyiydi. Şimdi hiç değil.
Virüs için en riskli insanlar yaşlılar değil mi?
Dünya Sağlık Örgütü başta, "Genç nüfus dayanıklı.
Yakalansa bile kolay atlatıyor" diyor, Bilim Kurulları..
Avrupa'da felaket yaşayan ülke İtalya'da halkın yaş ortalaması 45'in üstünde..
Koronadan ölenlerin çoğu da 80'in üstünde.
Nüfusunun yüzde 60'ı 25 yaşın altındaki 1.3 milyar nüfuslu Afrika, dünyanın en genç kıtası. 45 bin kayıtlı vaka var. Yani tahminler doğru..
Peki ama..
Tayland, Necef ve Irak'ta niye en yüksek ölüm oranı, 20-29 arası yaş gurubunda...
En önemlisi..
O zaman dünyanın en yaşlı nüfusuna sahip Japonya, vaka ve ölüm listesinin başında olmalıydı.
Oysa diplerde..
Sosyal mesafe önemli değil mi?. Ama Irak başta, Arap ülkelerinde erkekler karşılaştıklarında sadece el sıkışmıyor, bir de sarılıyorlar.
Yani, evden çıkmamak gibi önlemler, sıcak ve güneş ışıklarının faydaları, yaş, kültürel ve ekonomik gelişme gibi unsurlar konusunda araştırma ve gözlemlerde ülkeler arasında çok farklı, hatta ters sonuçlar görülebiliyor.
Sonunda gelinen nokta şu..
"Virüsün bazı ülkeleri vururken, bazılarını ıskalamasının tek ve net sebebi yok." Cevap, bu unsurların bir kaçının bir araya gelmesi olabilir. Ya da pek çok uzmanın birleştiği sözcük!.
"Şans!."
New York Times diyor ki..
"Virüs zar atıyor!."
***
Kaynayan Taşlar!..
Geçen hafta hemen bütün dünya gazeteleri Afrika'dan gelen resim ve haberleri yayınladılar..
Okuyup da üzülmeyen kalmadı..
Sekiz çocuğu, hiç gelmeyecek yemeklerinin piştiğini sansınlar da uykuya dalsınlar diye, Mombasalı Peninah, ateşin üstündeki tencereye doldurduğu taşları, hepsi uyuyana kadar kaynatıp dururmuş, her gece..
Ne yazacağımı anladın değil mi, Öcal Ağbim.. Hatta kız kardeşim Serpil sen de duydun mutlak..
Hani o savaş dönemi ve sonrası günlerinde, ekmek dahil hemen her şey karneye bağlanmışken, Bandırma'da, subay babamın da katılmasıyla, tüm ailenin toplandığı akşam yemeklerinde, önümüze konan her şeyi yememiz şarttı.
Tabaklar sünnetlenecekti mutlaka..
Sünnetlemek Kilis deyimidir.
"Tabağı sıyırmak" anlamına gelir.
Bir gece tabağımda birkaç pirinç tanesi kalmış. Ekmekle sıyıracak halim yok ya.. Çatala da gelmiyor.
Öyle bıraktım..
Babam baktı.. "Şu anda Habeşistan'da o pirinç taneleri için kaç kişi ölüyor biliyor musun" dedi..
Ve annem ardından, tam da bu hikayeyi anlattı işte.. Çocuklarını uyutmak için, odun ocağı üstüne koyduğu güveçte taş kaynatan anne varmış, kıtlık ve açlık çeken Habeşistan'da..
Hadi sünnetleme bakalım, pirinç tanelerini...
Yani Afrikalı Peninah da biliyordu, benim 1940'lı yıllarda annemden duyduğum Afrika hikayesini de, aynisini uygulamıştı, muhtemelen.
...Ve mutlu son.. Peninah'ın haberi gazeteler ve televizyonlarda yayınlanınca, evlerine yardım yağdı..
Şimdi o tencerede taşlar değil, annemin pişirdikleri gibi, çorbalar kaynıyor..Yemekler ve tatlılar pişiyor.
***
Sallayın bakalım!..
Bu defa da Gürkan Kubilay diye bir doktor sallamış.. Yüksel Aytuğ Kardeşim de, işi gücü kalmamış, sütununda yer vermiş ki, duymayan da duysun ve telaşlansın..
Bugünlerde çok ihtiyacımız var ya, telaşa, endişeye..
Çağla Şikel'in programında bu doktor "Kahve aslında bir zehirdir" demiş. Bilimsel(!) de bir izah yapmış..
Yüksel "Halt etmiş" dese mesele yok.. Öylece bırakmış..
Bu korona günlerinde bazı doktorlar, adlarını gazetelerde geçirmek için saçmalıyorlar ya..
Çocukken babaannem bana "Arap olursun" diye kahvenin cezvede kalan telvesini bile tattırmazdı.
Ama 20 yaşından sonra her fırsatta kahve içtim.. Her yemekten sonra, briç oynamak için gittiğimiz kahvede. Pastanelerde.. Günde 7-8 ortalama..
Holly ile evlendikten sonra, eve filtreli kahve makinesi aldık. Saat ayarlı.. Holly erken kalkıp gittiği için işine, saat 4.5'dan itibaren evi kahve kokusu sarar, gece yarısı yatana dek de hep sıcak kahve hazır dururdu.
Günde 15'i geçerdi kahvem..
İşte de içtiklerimle beraber..
Yaşım 81..
Atlattığım badireler de cabası..
Her sabah kalkıp, yazımın başına oturmadan iki kahve içerim.
Biri kahvaltıda sütlü neskafe. Öteki, sade Türk kahvesi..
Arkası gelecek.. Öğle yemeğinden sonra.. Öğleden sonra..
Akşam üstü yemekten önce..
Güneş battıktan sonra çay, kahve, kola içmem çünkü. Uykum kaçar.
Üniversite hayatım boyunca ders çalışarak sabahlamak için, gece boyu beş altı kahve içerdik. Ordan kalmış, kahvenin uyku kaçırdığı hissim..
Ama Mustafa Denizli Hocam tam tersidir.
Çeşme'de tatil yaptığımız günlerde, gece yarısından sonra yatmaya kahve içmeden gitmezdi. O da kahve içmezse uyuyamaz çünkü..
İşler düzelsin, bana bir kahveye gelin Gürkan Hocam da, anlatın, olur mu?.
***
Arkeoloji!..
Lütfi Albayrak dostum, Takvim'deki günlük mizah köşesi Facebak'ta şaka diye yazmış..
"Arkeoloji bölümünde okuyan bir kişi tarafından, bilgisayar mühendisliğinde okuyan bir kişiye yöneltilmiş soru:
- Abi sen bilgisayar mühendisliğinde okuyordun di mi?
- Evet.
- Size hackerlik yapmayı öğretiyorlar mı, böyle bir ders var mı?
- Lan, sizde tarihi eser kaçakçılığı diye bir ders var mı?."
*
Ah Lütfi ah!..
Arkeoloji denen bilimin Truva'yı soyan, kaçıran ve satan Schliemann adlı uluslararası define avcısı, kaçakçısı, hırsızla başladığını bilmiyor musun?.
British Museum/ Londra'dan, Metropolitan/ New York ve Ermitaj/ St. Petersburg'a hemen tüm büyük dünya müzelerinin Anadolu ve Mısır'dan kaçırılan eserlerle dolu olduğunu, sergilediklerinden fazlasının da depolarında saklandığını hiç duymadın mı?.
Eşim Holly de Beyrut Amerikan'da arkeoloji okumuştu.
Kişisel merakından, Türkiye'de özellikle Amerikalıların yaptığı kazılara giderdi, bazı hafta sonları.
Bir gün, hani bizim Ara Güler'in keşfettiği Aphrodisias antik kentindeki kazılara katılan bir stajyer arkeolog arkadaşının Beşinci Caddesi'nde evine gittik, New York'ta iken.
Gökdelendeki dairesinin özel asansörü vardı, kapısı doğrudan salona açılan. Bizi Çinli bir ahçı karşıladı..
Servete bakar mısınız?.
Bir ara tuvalete gittim. Klozete oturdum ki, karşımda Apollon'un başı duruyor..
Salonundaki onlarca antik heykel yetmemiş, kenefine bile Aphrodisias'tan kelle koymuştu, stajyer arkeolog!.
Tabii hepsi böyle değil. Kendini bilime adayanları da tanıdım, yerli yabancı..
Bu bir kaşağı meselesi.. Yarası olan gocunur!.
*
Faşolar yollarda!..
Amerika'da çoktandır sesleri solukları çıkmayan faşolar, lafın gelişi değil, kollarında, ellerinde ve derneklerinde gamalı haç olan faşolar, koronavirüsü patlatıp, Trump'ı düşürmek için kullanmaya başlamışlar..
Adamlar nasıl faşo ki, Trump'a bile karşılar anlayın..
Nisan onların azma ayı.. Hitler'in doğum günü nisanda ya..
Baştan beri her krizi, rejimi devirmek için kullanıyor bunlar.
Korona salgını da, bu krizlerden biri işte..
Sosyal medyada haberleşerek durmadan eylem yapıyorlar.
Federal Devletin ve eyaletin aldığı önlemleri de tanımıyor ve karşı çıkıyorlar..
36 yaşındaki bir eylemci, hastaneye bombalı saldırı düzenlerken, F.B.I ile silahlı çatışmaya girdi ve öldürüldü.
Daha neler neler!.
Korku ve dehşet havası yaratabilirlerse, başarılı olacaklarını sanıyorlar çünkü..
***
Tebessüm
Adam kırsalda yürürken bir evin kapısında bir ilan gördü..
"Satılık Konuşan Köpek!." Meraklandı. Orada uyuklayan köpeğe sordu..
"Demek konuşuyorsun.. Anlat bakalım neler yaptın?.
"Neler yapmadım ki" dedi, Köpek.. "Depremlerde insanları kurtardım. Eroin, kokain kaçakçılarını yakalattım. Askerlere kurulan bombalı tuzakları buldum.."
Adam şaşkına döndü. O sırada koşarak gelen ve "Alıcı mısınız, bayım" diyen sahibine sordu..
"Böyle harika bir köpeği niye satıyorsunuz?."
"Yalancı da ondan.. Size anlattıklarının hiçbirini yapmadı."
Sevdiğim Laflar
"Şüphe, hastalıkların yarısıdır. İyimser olmak, olumlu düşünmek ilaçların yarısıdır. Sabır ise şifanın ilk adımıdır." İbn-i Sina