Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Peki, size nasıl inanacağız, Bay Müftüoğlu?.

Dikkat buyurun.. Bilerek "Bay" dedim.. "Doktor" değil.. Çünkü ona "Doktor" demek içimden gelmedi.
Koronavirüs ile en büyük mücadeleyi insanın kendi bağışıklık sistemi sağlıyor.
Bunda herkes ittifak halinde.. Cümle tıp dünyası.. Tabii, Bay Müftüoğlu da..
Bağışıklık sistemimizin yukarda kalması için, moralimiz de yüksek olmalı, değil mi?.
Bunda da dünyanın en ünlü doktorları ittifak halinde..
Peki moralimiz nasıl yüksek kalacak, günümüz Türkiyesi ortamında?.
Gazeteler ve köşe yazarları "Koronavirüs"ü siyaset malzemesi yaparlarken, mesela muhalefet gazeteleri, sırf iktidar yıpransın diye, "Felaket" manşetleri atarken, dünyada bu virüse karşı en iyi mücadele veren ülkelerin başında geldiğimizi gösteren istatistiklere rağmen, "Alınan tedbirler yetersiz" diye kıyamet koparılırken, bazı köşe yazarları tam da bu birlik, beraberlik günlerinde, panik yaratmak ve iktidarı yıpratmak için sonumuzun yaklaştığını ilan ederken, ekranlarda yan yana dizilmiş ve gazete köşelerine kurulmuş bir takım Ünlü (!) doktorlar birbirlerine, hatta kendilerinin iki gün evvel söylediklerine zıt fikirler ileri sürerken, insanın morali nasıl yüksekte kalır!.
Uzmanlar bas bas bağırıyor.
"Başı ağrıyan hastaneye koşuyor.
Hastaneler tıklım tıklım dolu.. Hem de virüsle dolu. Mecbur kalmadıkça, emin olmadıkça hastaneye gitmeyin. Doktorunuzu arayın." Biraz mantıklı düşünürseniz, bunda büyük gerçek payı olduğunu görürsünüz.
Ama o Büyük(!) doktorlar, her gün yeni bir belirti açıklayıp, zaten evham içinde boğulan milleti yeni telaşlara, hatta paniğe sürüklüyorlar..
İşte ünlüler ünlüsü, Hürriyet'in baş uleması Bay Müftüoğlu'nun son yazısından satırlar..
"Başlangıçta yaptığım uyarıda, 'Aksırık, hapşırık ve burun akıntınız varsa korkmayın' diye bilgilendirip, bu belirtilerin koronavirüs enfeksiyonlarına değil, bildik nezle ya da soğuk algınlığına işaret ettiğini söyledim.
Yanılmışım." Peki ya şimdi de yanılıyorsan Bay Müftüoğlu!.
Her mevsim değişikliklerinde, özellikle de ilk ve son baharlarda artan nezle ve soğuk algınlığına yüz binler, belki de milyonla yakalanır ve ayakta geçirirken, şimdi o milyonları telaşlandırmak, hastanelere koşturmak ve zaten yoğun, zaten bitkin sağlık çalışanlarının yükünü katlamak, sadece nezle olan insanları, koronavirüsün kol gezdiği hastanelere gitmeye adeta teşvik etmek, nasıl Tıp Adamlığı oluyor..
Yazınızın sonunda, zaten kendiniz bu sözünüzü geri alıyorsunuz.
"Eğer ateş, boğaz ağrısı, öksürük varsa.." Yani eğer, koronavirüsün bilinen, kabul edilen üç belirtisi "Ateş, boğaz ağrısı ve öksürük varsa, hapşırık da, aksırık da, burun akıntısı da ciddiye alınması gereken işaretler.." Yani, "Ateş, boğaz ağrısı ve öksürük yoksa, hapşırık ve aksırık tek başına belirti değil.." Yani.. Ey, Bay Müftüoğlu, yani eski bildiklerimize yeni bir şey eklemediğinizi yazınızın son satırında itiraf ediyorsunuz.. Tabii o yazıyı son satırına kadar okuyan olursa..
Çünkü..
"Bir Uyarı/ Hapşırık ve aksırık da pas geçilmemeli" başlığını görür görmez, ilk vasıta ile kendilerini hastaneye atmadıysa paniklettiğiniz insanlar..
Doktor, böyle günlerde her lafını, her cümlesini değil, her kelimesini doğru seçen ve okurlarını paniğe sevk etmeden, telaşlandırmadan, evhama ve endişeye sokmadan yönlendiren "Uzman"dır.
Bunu Tıp Fakültelerinde öğretmediler mi, size?.
Siz koronavirüsü boş verin Bay Müftüoğlu.. Ertuğrul Özkök, "Yaşlı mı, orta yaşlı mı", oturun ona karar verin de, sevgili dostumun içi rahat etsin..

***


Sağlık ararken..

"Farkında mısınız? Sağlık ve özellikle de beslenme alanında bir yüzeysellik ve tutarsızlık rüzgârı esiyor. Kavramların bilgilerin oturmuş düzenlerin içini boşaltmaya çalışan bir rüzgâr bu. Çıkarcı ve hatta küstah. Bu rüzgâr sadece dış görünüşe ve algı oluşturmaya dayalı bir düşünce yapısını sürekli olarak bize taşıyor. Yalnızca kabuktan veya bir isimden oluşmuş sağlık mucizesi vaatleri rüzgârla havada uçuşuyor. Son on yılda yaşamınıza kaç tane beslenme trendi girdi? Ya da adlarını duydunuz "Acaba yapsam mı?" diye düşündünüz. Kaç kez gıda katkıları aldınız? Sonra bıraktınız... Bunların sonucunda ne elde ettiniz? Ne kaybettiniz?

"Hiçbir şey kaybetmedim. Denedim sadece" diyorsanız bir kez daha düşünmenizi salık veririm. Buna zamanın ruhu diyenler olabilir. Toplumsal bir dönüşüm yani. Toplumsal dönüşümler engellenemez. Ancak bu durum bizim birey olarak rüzgârda sürüklenen yapraklar gibi oradan oraya savrulmamızı da gerektirmez. Kendimizi korumalıyız! Ayakkabıların veya giysilerin modası olabilir ama sağlığın ve beslenmenin olmaz! Olmamalı. Bu kitabın sizi çepeçevre sarmış olan sahte bilim ve işe yaramaz ürünleri mucize diye satan "Yılan Yağı" satıcılarını fark etmenize yardımcı olmasını dilerim"

Bu satırları, çok yakından tanıdığım ustalık ve uzmanlığını kendim yaşayarak gördüğüm Dr.
Taner Damcı'nın, mutlak okumanızı tavsiye ettiğim "Sağlık Ararken Aldatılmak" adlı kitabından aldım.
DR'lara falan gitmenize gerek yok. İnternetten ısmarlayın kapınıza gelir. Alın ve okuyun..
Okuyun da günümüz bazı doktorlarının, çocukluk günlerimizde köy köy dolaşıp her derde deva, "Yılan Yağı" satıcılarından pek farklı olmadıklarını görün.
Dr. Damcı, beni hem de çok büyük ünvanlı bir 'Yılan Yağı' satıcısı, moralman çökertmek ve ensülin bağımlısı yapmak üzereyken içimdeki "Bu doktora güvenme, başkasını bul" diyen sese uyup, bulduğum doktordur.
Nerdeyse 10 yıldır, şekerim, tansiyonumla baş başa sağlıklı ve mutlu yaşıyorsam, Dr.
Damcı sayesindedir.
Bu müthiş sporcu, günlerce süren Ultra Maraton koşucusunu size yıllar önce anlatmıştım zaten.
Bu son kitabı herkese ve her eve lazım.. Hele de bugünlerde..

***


Yarın Cuma!.

Diyanet İşleri Başkanlığı bir yanlış yaptı. Yüzde 90'ı Müslüman olan ülkede, salgın yüzünden toplantılar, bu arada camilerde namazlar iptal edilirken, müftüleri toplayıp Cuma namazı kıldırdı.
Tepkiler haklı olarak her taraftan geldi.
Biraz akılcı olabilseydik, doğrusunu yapabilirdik.
Yarın yapabiliriz mesela..
İstanbul'un o dünya güzeli camilerinden birinde, mesela Sultan Ahmet, ya da Süleymaniye'de bir Cuma namazı düzenlenir.
Bu namaz, TRT Kanallarından birinde canlı yayınlanır. Arkasından da bir usta hatip, Hutbe okur..
Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan "Özel" Hutbe'yi..
Halkın çoğunluğu işin farkında, kurallara uymaya başladı Ama yapılması ve yapılmaması gereken şeyleri, bu naklen yayında, Cuma Hutbesi içinde de duyurulması, bu arada insanlara moral güç de verilmesi yerinde olmaz mı?.
Unutmayın, nüfusunun yüzde 90'ı Müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz.
Televizyonda çok mevlit yayınladık. Şimdi Cuma Hutbesi'nin tam zamanı gibi geliyor bana..

***


Shakespeare ve Salgın!.

New York Times'da okuyorum..
William Shakespeare'in hayatı salgınlar içinde geçmiş, meğer.
Doğumunda (1564), vaftiz edildikten üç hafta sonra doğduğu kasabada salgın başlamış.
1592/93 te, salgın yüzünden Londra'da tiyatrolar kapalıyken "Venüs ve Adonis" adlı uzun şiirini yazmış ki, erotik edebiyatın baş taçlarından biridir.
1603/4 salgını, Kral 1.James'in taç giyme töreninin ertelemesine sebep olurken, Shakespeare, kentlerdeki yozlaşmayı anlatan "Measure for Measure" oyununu kaleme alıyormuş.
1606 yazındaki salgın başlayınca, üstat Kral Lear adlı baş yapıtının ilk performasına hazırlanıyormuş.
Hayatının büyük bir bölümü salgınlar içinde geçmesine rağmen, Shakespeare'in eserlerinde salgından ölen görülmez.
Sadece Romeo ve Jülyet'te dolaylı bir ölüm vardır.
Gerçeği anlatan mektubu getiren rahip, salgın yüzünden yolda bir kasabada karantina altına alınınca, Romeo, ilaçla uyutulan Jülyet'i öldü sanıp intihar eder. Jülyet ayılıp yanında sevgilisini ölü bulunca o da intihar eder.
Hepsi o!.

***


İki dost daha..

Ne yakın dosttuk Ceki Finzi ile.. Ortaköy Ortaköy, Ertekin Ertekin'ken hemen her akşam üstü buluşur, gecenin bir vaktine kadar sohbet ederdik.
Harika bir sohbet adamıydı Ceki.. Bilgi, kültür efsanesi..
En unutulmaz ortak anılarımız, Yılbaşlarıydı.
Ceki, Europe 5 kanalında dünyanın en büyük şovlarının yayınlandığı programı keşfetmişti.
Her yılbaşı, Ortaköy zaten tıklım tıklımken, oturur, hem dışarıyı, hem de ekrandaki o inanılmaz şovları seyreder, keyifle sabahlardık.
Sonra Ertekin'in Yeri tükendi.
Kafe, kumpir büfesi oldu.
Ceki de, zaten bir ayağı sakattı, zor yürüyordu, çıkmaz oldu.
Telefona kaldık.
Son konuşmamız bu yılbaşı öncesiydi. Telefon ettim gene "Bizim şov hala sürüyor mu" diye..
Bitmiş.. Başka şey yapıyorlarmış..
Dün Hürriyet gazetesinde gördüm, ilanı..
Başın sağolsun Lolita..
(Lolita ağzından düşürmediği kız kardeşi..)

*

O aslında ünlü bir sporcu..
Galatasaray'ın Yenilmez Armadası'nın devlerinden Ali Kazaz..
Ama basketbolundan öte, dostumdu benim. O da Ortaköy'ü severdi, benim gibi.. Sık sık gelir, sahilde dolaşır, sonra Ertekin'e gelir, otururduk..
Tüm basketbol ve spor camiasının başı sağolsun!.

***


TEBESSÜM
Hapsolduğumuz bu günlerde bir hapishane şakası..
Avukat savunmasını yapıyordu..
"Müvekkilim, yolda yürürken açık pencereyi gördü. Kolunu uzattı..
Elinin değdiği şeyleri aldı. Suçu eli ve kolu işledi, yani. Bir organın suçu yüzünden tüm vücudu cezalandırmak adil değildir." Yargıç gülümsedi.
"Mantığınızı anlıyor ve cezayı ayni mantıkla veriyorum. Sanığın eli ve kolu, 6 ay hapis yatacaktır.
Kendisi de el ve kolunun yanında olur mu, olmaz mı, bilmem. Kararı sanık versin." Sanık ve avukatı ayağa kalktılar.
Kürsüye yürüdüler. Sanık sağ kolunu çıkardı. Yargıcın önüne koydu ve..
..Avukatıyla çıkıp gitti..

SEVDİĞİM LAFLAR
"Şu günlerde canım çok sıkılıyor. Sonra da "İyi ki sıkılacak bir canım var' diye seviniyorum."
Ali Kestaneci

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA