Hafta arası öğleden sonraları evde okuma saatlerimdir.. Salondaki divanın baş ucundaki masanın köşesine günlük gazete takımını ve yeni gelen dergileri yerleştirir, uzanmadan televizyonu tıklarım..
Benim evimde, ben varsam mutlak müzik de vardır. Müziksiz, sessiz eve tahammül edemem.
Salı yemeğinden döndükten sonra, gene divana uzanmak üzere tüm hazırlıkları yaptım ve o gün canım alaturka dinlemek istediğinden, 400'lü kanallardan 404'ü, yani TRT Nağme'yi tıkladım..
Aaaa!.. Görüntüye, yanan şömine değil, o bayıldığım, özlediğim Türkiye manzaraları geldi. Turizm Bakanlığı'nın dronelarla çektirdiği manzaralar..
Divana uzanıp, gazetelere dokunduğumda saat dörde yaklaşıyordu..
Tam 1.5 saat o manzaralara, o "Edirne'den, Ardahan'a kadar" dediği Külebi'nin, Anadolum'a dalmış girmişim..
"Edirne'den Ardahan'a kadar
Bir toprak uzanır,
Boz kanatlı üveyikler üstünden uçar
Ardahan'dan Edirne'ye
Edirne'den Ardahan'a kadar.
Bu toprak bizim yurdumuzdur
Deli gönül yücesine çıkar,
Bir üveyik olur uçar gider
Ardahan'dan Edirne'ye
Edirne'den Ardahan'a kadar"
dediği yurduma dalmışım..
Edirne'den Ardahan'a değilse de, Van'a, Kilis'ten Samsun'a dolaştığım Anadolum'a dalmışım..
Kültür Bakanlığı'nın yukardan çektiği birbirinden harika, birbirinden muhteşem görüntüler nasıl bir cennette yaşadığımızı anlatıyor.. Adım adım olmasa da, çoğunu gezdiğim için hepsinin doğru, hepsinin gerçek olduğunu anlatan görüntüler..
Çocukken, ilk okulda sınıfça söylediğimiz bir türkü vardı..
"Sen ne güzel bulursun
Gezsen Anadolu'yu
Dertlerden kurtulursun
Gezsen Anadolu'yu
Billur ırmakları var
Buzdan kaynakları var
Ne hoş toprakları var
Gezsen Anadolu'yu
Orda bahar başkadır
Yazlar kışlar başkadır
Ah!.. Bu diyar başkadır
Gezsen Anadolu'yu."
İşte karşımda bu "Başka diyar!."
Tanrı'nın bu kadar cömert davrandığı bir başka diyar, bir başka vatan var mıdır acaba?.
Yaz cenneti sahilleri, doğal plajları ayrı.. Kış cenneti, dağları, tepeleri ayrı.. Çayları, ırmakları, şelaleleri, çağlayanları, ovaları, yaylaları ayrı..
Yüzbinlerce çiçek, her türden hayvan, kuş..
Sadece doğa mı?. Ya tarih.. Bir yere otursan, oturduğun yeri parmağınla kazısan tarih çıkar..
Uygarlığın doğduğu, geliştiği topraklar bunlar..
Troya burda.. Finike burda.. Aspendos, Bergama burda.. Selimiye, Ayasofya, Sultanahmet burda.. Olmayan yok..
Sadece görmek için mi?.
Hayır.. En münbit topraklar.. Babam "Bastonumu diksem yeşerir" derdi.
Geçen yaz ülkemin kalan ve muhafaza edilen tek Ermeni Köyü Vakıflı'ya giderken rastladım Hayat Suyu'na..
Yerden kesilmeden çıkan bir tatlı su..
Hazreti Musa ile Hızır Aleyhislam burda buluşmuş, bu sudan içmişler. Musa, elindeki bastonu ıslak, yumuşak toprağa saplamış.
Sohbet bitince dönmüş bakmış ki, yeşermiş baston.. O yüzlerce yaşındaki ağaç o suyun başında hâlâ. On kişi el ele tutsa anca sarar..
Bu ülkede ekilip de yetişmeyen şey yok..
Tarihten kalma zeytinler, bağlar.. Günümüzde ekimine başlanan muz ve kivilere dek.. Ülkem sebze meyve almıyor, satıyor dünyaya.. Öyle verimli..
Bitmez tükenmez otlaklarında yetişmeyen hayvan yok..
İşte Van.. İşte Bendimahi şelaleleri.. Yaz gelince pikniğe giderdik, komşular, dostlar.. Onlarca aile.. Yayılırdık şelale önüne.. Kuzular dönerken biz çocuklar suya girer eğlenirdik. Büyükler, Türkü, Kürdü, el ele tutuşur, Lorke oynarlardı, coşarak.. Elinde mendilli halay başına ne imrenirdim..
*
*
Yazıma burda nokta koydum.. Kafamı bilgisayardan kaldırırken, kulağıma Sezen'in sesi geldi..
Tam da bu anda, TRT Müzik'teki şarkıya bakar mısınız?.
Laflarına bakar mısınız?.
Hâlâ mı tesadüf!.
"Peki, nasıl istersen öyle olsun
Tutamam, tutamam gideni
Belli ki kırmak istemiyorsun kalbimi
Kıyamam, bi' de kıyamam, iyi mi?
"Giden gitmiştir zaten
Kesemem, kesemem yolunu
Hani satın alınan sevgiye alıştırılmış
Bi' çocuğun her oyuncağa çabucak doyumu
Ben de yoluma giderim
Ezdirmem kendimi
Ama gezdirmem de gönlümü
Gider, acımı çekerim
Beni özle isterim, beni çok özle
Üzül, üzül bi' süre
En azından ince bi' kabuk bağlasın
Azıcık eşitlik sağlasın
Giden gitmiştir zaten
Kesemem, kesemem yolunu.."
***
Ne tepesi, ne tepesi?..
Adana Altın Portakal'da "En iyi film" seçilmiş, Malatya Film Festivali'nde ise, elemeleri aşıp yarışmaya bile girememiş.
"İki Festival arasında bu kadar fark olur mu" merakımdan kalktım gittim..
..Ve hayatımda bu kadar kötü film seyretmedim..
İki saatlik bir kâbus.. Ama her şeyi ile kâbus..
Bir defa nerdeyse yüzde 90'ı gece karanlığında, mum ya da el feneri ışığında. Bir iki gündüz sahnesi var, onlar da ya sabah ezanı okunurken, loşta.. Ya da yağmur şakır şakır yağar ve güneş zerre sızmazken.
İkincisi.. Yüzde 90'ı iki erkek arasında konuşma. Ya tek erkek, yatıyor, kalkıyor, dolanıyor, düşünüyor..
Kadınlar Günü'ydü gittiğim. Filmde "kadın görüntüsü" iki dakika..
Öf ki öf.. Sonuna dek inatla oturdum salondaki kafamdaki merakı çözebileyim..
Ve çözdüm galiba..
Bu dünya tüm festivalleri yasaklamalı..
Yasaklamalı ki, filmler insanlar için çekilsin, on kişilik garip jüriler ödül versin için değil..
Bu adını dahi öğrenme zahmetine girmediğim yönetmen, Bir Zamanlar Anadolu, Ahlat Ağacı ilhamlarıyla bu karanlık, bu hiçbir şey söylemeyen, anlatmayan, göstermeyen karanlığı "Ödül" için çekmiş..
"Film o kadar muhteşemdi ki, ben bile anlamadım" diyenlerden kurulu jürileri de kandırmayı başarmış.
Tek iyi yanı.. Çekinmeden gidin.. Yani coronavirüsten çekinmeden.. Çünkü sizden başka kimse göremeyeceksiniz. Hep boş salonlarda oynuyor.
***
Sergen ve Beşiktaş!.
"Sergen Yalçın, Beşiktaş'ta Avcı'nın futbolunu oynatıyor. Hiçbir yenilik görmedim. Bir takımın en büyük silahı Burak'sa ki öyle, hücum oyunu Burak'a göre kurulmalı. Burak yanında taşıdığı 2 rakip stoperle durmadan koridorlar açan, hızlı ataklarla gol kadar asist yapan müthiş bir değer.." Salı günü Hürriyet Spor'a konuk oldum.
Her salı "Futbol Konseyi" diye iki sayfa yaparlar ya.. Bu hafta beni de davet etmişlerdi.
Beşiktaş'ı da sordular.. Okuduklarınız o sorunun yanıtı ama eksik. En can alıcı yanı eksik.. İki satırı sığdıramamış, atmış editörleri..
Oysa asıl olması gereken ordaydı. Atılan bölümü aynen alıyorum..
"O zaman Beşiktaş'ın bu Burak'tan yararlanacak ikinci santrfora ihtiyacı var. Ama bakın, Güven de, Umut Nayır da kulübe mahkumu iken, sahada kimler var?" Sergen Yalçın'ın esasta Avcı'dan esasta hiç farkının olmaması burdan.
Burak en az iki kişi ile tutulması gereken bir müthiş silah. Burak tüm sahayı nerdeyse dolaşıyor maç boyu.. O zaman rakip yarı alanda bir sürü boşluk, bir sürü koridor açılıyor.
Nerde bunları değerlendirecek ikinci santrfor, ikinci golcü.. Bence Güven ama olmadı Umut yerleşmeli takıma ve Burak'la oynamaya alışmalı..
***
Sevdiğim Laflar
"Güzelliği görme yeteneğini kaybetmeyen asla yaşlanmaz." Franz Kafka
Tebessüm
Bazıları yapar. Bazıları yapılanı seyreder. Çoğunluk yapılanın farkına varmaz.