Dün kitap ekimizde okudunuz..
2020 Ömer Seyfettin Yılı.. Çok güzel anlatmışlar, çocukluk ve gençlik sevgilimi.. Bir kitabı elime geçti mi, su gibi okur, bitirmeden bırakmazdım, saf temiz Anadolu Türkçesiyle yazan ve harika anlatımı ile beni büyüleyen büyük ustayı..
Kitap ekinde bir de müjde var..
Bizim Turkuvaz kitap geçen yıl Üstad'ın üç kitabını, Asilzadeler, Gizli Mabet ve Bomba'yı yayınlamıştı. Bu yıl Ömer Seyfettin Külliyatı'nın geri kalanlarını da basacaklarmış..
Benden de bir katkı.. Daha evvel de söz vermiştim zaten..
İşte 2020 Ömer Seyfettin Yılı'nda "Yalnız Efe!."
*
Sabahtan beri yürüyorduk. Düşe kalka geçtiğimiz sarp keçi yolları bazen sel yarıkları içinde kayboluyor, bazen sık fundalıklardan ayrılarak, dibinde sivri sivri çam tepeleri görünen karanlık çukurlara sapıyordu. Ayı avına gidiyorduk.
Kılavuzum Kum dere köyünün en namlı nişancılarındandı. Beraber tırmanacağımız yüksek ormanlı dağların daha çok uzağındaydık.
Vakit vakit ince bir yağmur serpeliyordu.
Güneş yoktu. Nihayetsiz mor bir kubbeyi andıran dumanlı gökten sonsuzluğun geçmiş saatlerini hatırlatır gamlı guguk sesleri aksediyordu. Artık iyice yorulmuştum.
Omzumdaki martin gittikçe ağırlaşıyordu.
-Biraz dinlensek, dedim.
Kılavuzum güldü. Onun kır çember sakallı şen çehresi pembeleşti:
-Kesildin mi? diye sordu.
Sırtında çiftesi ile üç günlük yiyeceğimizden başka benim kebemi de taşıyan bu dinç köylüye yorgunluğumu söylemedim.
-Ha biraz gayret! Yarın başına bir çıkalım, oradan öte Akkovuk'a kadar yol iyidir, dedi.
- ...
Yarım saat daha tırmandık.
Ayaklarımızın altından küçük taşlar, kireçli topraklar dökülüyordu.
Gayet büyük bir çam ağacının yanına gelince kılavuzum:
-İşte yarın başı! dedi.
Yerler çamurdu. Çiseleyen yağmurun dallara çarpan damlaları derin bir fısıltı çıkarıyordu.
Ben hemen çöktüm. Çamın kalın gövdesine arkamı dayadım.
Cebimden paketimi çıkardım.
Sırtından yükünü indiren ihtiyar avcıya uzattım:
-Yak bir cigara bakalım!
Ağır bir tavırla:
-Burada tütün içilmez, dedi.
Sordum:
-Niçin? Namazgah mı burası?
"Evet, bir zaman onun korkusundan kimse kimseye haksızlık edemez olmuş.
Haksızlığa uğrayan düşmanını, gider Yalnız Efe'ye söylerim!" diye korkuturmuş. On beş sene ne köyümüze, ne kazamıza yabancı, yağmacı gelmez olmuş.
Öşürcüler, ağnamcılar, tahsildarlar, zaptiyeler köylerde kuzu gibi namuslu dolaşırlarmış. Rüşvet değil, ikram olunan yemişi bile kimse almaya cesaret edemezmiş.
"Yalnız Efe'den kimsenin şikayeti yokmuş. Ne kimseyi dağa kaldırmış, ne de fidye istemiş.
İstediği hep fakirler, kimsesizler, dullar, öksüzler içinmiş. Camisine bakmayan köye haber gönderir; 'Gelecek Ramazana kadar mescitleri tamir etmezlerse samanlıklarını yakarım' dermiş. Onun sayesinde camiler şenlenmiş, köylü zulümden kurtulmuş, öksüzlerin, yoksulların yüzü gülmüş. Her köyün korusunda gizli bir ağaçta bir heybe asılı imiş. Köy halkı bu heybe boşaldıkça içine sucuk, şeker korlarmış. Yalnız Efe'nin kaza içinde belki elli dalda heybesi varmış.
Kimseye ağırlık olmaz, kimseyi sıkıştırmaz, herkesin gönlünden kopanla geçinirmiş.
"Uzatmayalım... İşte tam o sırada Söke tarafında gayet azgın bir Rum eşkıyası türer.
Devlet bu haydutlara karşı bir nizamiye taburu çıkarır. Döne dolaşa bu tabur bizim tarafa da gelir, Rumlar'ın izlerini bir türlü bulamazlar.
Kasabada Yalnız Efe'nin namını işitirler. Boş durmamak için onu tutmaya kalkarlar. Yerli zaptiyeler kılavuzluğu kabul etmezler. Yalnız Efe bunu haber alır. Boz Dağı'na geçmek ister.
Bir bölük asker ondan evvel davranır, arkadan dolaşır, Akkovuk'u tutar. Bir bölük asker de aşağıdan çıkmaya başlar. Yalnız Efe'yi tam burada sıkıştırırlar. "Teslim ol!" derler.
Yalnız Efe: "Siz askersiniz, benim kardeşlerimsiniz, canınızı yakmak istemem.
Savulun, yoluma gideyim!" der.
Dinlemezler. Üzerine ateş ederler. Yalnız Efe birkaç askeri elinden, kolundan, kulağından hafifçe yaralar. Tekrar: "Asker kardeşler, bırakın beni sizin canınızı yakmak istemem!" diye haykırır. Yine dinlemezler.
Akkovuk'tan gelip de geçidi saran bölük de ateşe başlar.
İki ateş arasında kalınca:
"Asker kardeşler, benim yüzümden birbirinizi vuracaksınız; ben gidiyorum, ben artık yoğum, ateşi kesin, yürüyün buluşun!" diye haykırır. Bir zaman daha yaylım ederler. Nihayet Yalnız Efe'nin sesi kesilince vuruldu sanırlar. Yavaş yavaş yürürler. Dik yolun önünü arkasını adım adım ararlar. İşte bu çamın dibinde Yalnız Efe'nin martini ile geyik postu seccadesinden, yeşil namaz bezinden başka bir şey bulamazlar.
"O vakitten beri Yalnız Efeye rasgelen yok. Yazın yamaçlarında hayvanlarını süren Yörükler buraya her gece nur inerken gördüklerini yemin ederek anlatırlar." Akkovuk'a biraz erken yetişmek için davranmak icap ediyordu. Yağmur dinmişti.
Kalktım, martinin kayışını omzuma geçirdim.
İhtiyar, yemek torbasını, kebeyi sırtlıyordu.
Yürüdüm. Yarın kenarına geldim. Aşağısı baş döndürecek kadar derin bir uçurumdu. Yeni geçmiş bir kabus gecesinden kalma korkunç rüyaları andıran parça parça sisler, birbirine karışmış çamlarla kayaları örtüyordu. Yanıma yaklaşan kılavuza:
-Yalnız Efe askerin eline düşmemek için buradan kendisini aşağıya atmış olmalı... dedim.
-Haşa! Tövbe! O Allah'tan korkardı.
Dini bütündü, diye reddetti.
-Ee, havaya uçmadı ya!
-Sır oldu!
Gülerek sordum:
-Ne biliyorsun?
İri ela gözlerini kırptı. Delillerinden emin olan sade insanlara ait saf bir inançla:
-Ne bilmeyeceğim, sır olmasa buraya her gece nur iner mi? dedi.
***
Paristanbul
Arınır kent sevenlerine
tüm giysilerinden
çırılçıplak
örtünür başkalarına
bürünür pazar giysilerine
meydanlaşır, anıtlaşır, dönüşür
kutsal mabetlere
ve
şipşak poz verir
arzu üzerine
hoşlanır bundan artistler
yalvarıp yakarmaları gerekmez
modele.
Önceden tasarlanan düşünce gibi
Çoğalır fotoğraflar kendi kendine
Klişe gerçektir artık
İşte o zaman belirir Paris
Beyazın da beyazı
Persil beyazlığında
Alınıp götürülmeye hazır
Ama bir alay turistik fotoğrafçı kalabalığında
Ortaya çıkarlar yine de
Serseriler ve düş kuran insanlar
Sağır gece lambaları
Ve laternalarıyla
Böylece Karabuda
Halifeliğin binbir gece masallarında
Evindeymiş gibi gezindiği Bağdat'ta
Gezinir Paris'te.
Tekniğinden söz edilse
Bu pandoranın kutusuyla onun arasında
İncelikli bir sorundur sadece
Makine makineye boyun eğer
Tıpkı körün, ona boyun eğen beyaz bastonuna
Boyun eğmesi gibi
Tıpkı ressamın kimi zaman fırçasına
Kalemine gereçlerine boyun eğmesi gibi
Ve yaşam anlatan küçük makine
Kendi hesabına anlatmaya başladığında
Bu yaşamı
Karabuda bırakır onu anlatsın diye kendini
Tıpkı dostun, dostunun düşleriyle
Yönlendirmesi gibi kendini
Onun sayesinde uyanık kentin uyuyan kentin
Tüm gizemlerini yakalar
Suçüstü
Ve günlerin perdesi kalkar ve iner bu kentin
Yaşamının
Yaşamın üstüne
Sevilen göz kamaştıran ıslıklanan ve alkışlanan
Yaşamın
Yaşam çıplak gözle
Yeni gözle
Tek göz
Güneş
Gece ile suç ortaklığında.
............................
Jaques Prevert'in yazıp Hüseyin Baş'ın
çevirdiği dizelerde anlattığı dünyanın tanıdığı
fotoğrafçı Güneş Karabuda'yı tanıma şansına
ulaşmış ve çok sevmiştim.
Bana 2004 yılında gönderilmiş bu dizeleri,
yeni yılda dosyalarımı elden geçirirken buldum ve
sevgili kuzenim Ahmet Taner Kışlalı'yı da andım.
Prevert onun en sevdiği şairlerdendi. Bu şiiri de
hep Yankı'daki masasının altında dururdu.
"Eşek, kral ve ben
Yarına çıkmayacağız.
Eşek açlıktan,
Kral can sıkıntısından
Ben aşk ateşinden..
Aylardan mayıs!.
***
Pazar Neşesi
Eh, işte 2020'ye de girdik.. Yani 80 de bitti. 81 diyeceğimiz yıllar başladı.. O zaman bu pazar neşemizi kendimizle bulalım.
*
- Gençken bayılarak dinlediğiniz rock şarkıları artık asansörde çalıyorsa, yaşlandınız demektir.
- Yaşlılık Kapadokya'da bindiğiniz balona benzer.. Artık ne uzaydasınızdır, ne de kesin yere basıyorsunuz.
- Yaşlılıkta vücut eski arabalara benzer.
Ne zaman hapşırsanız, öksürseniz, hıçkırsanız, ya radyatörüm su kaçırır, ya egzoz hava..
- Yaşlılık televizyon yayını gibidir. Ama yavaş çekim tekrara gerek olmaz..
***
Latin Sözleri
"Bonum quod est, supprimitur, numquam exstinguitur."
"İyi olan bastırılır, asla yok edilemez! Publilius