Bir Avrupa Zaferi ile tarihe geçen Fatih Terim, bir Avrupa hezimeti ile final yaptı..
Yanlış anlamayın.. Paris'te yenen 5 golden söz etmiyorum. Galatasaray'ın Avrupa'da kalabilmek için PSG'yi mutlak yenmesi gerekiyordu. Bunun için her türlü risk göze alınacaktı. 5 değil, hatta 10 yemek riski de..
Benim işim skorla değil..
Şimdi çok yakını, dünü hatırlayın. Üçüncü küme takımı Tuzlaspor, Ali Sami Yen'de Galatasaray'ı net skorla yendi. 2-0!. 5 de olabilirdi.
Nasıl yendi?.
Tuzla'nın genç ve isimsiz Hocası (O maça rağmen adını hatırlayan var mı içinizde) Galatasaray'ı nasıl yenebileceğini düşünmüştü.
Galatasaray'ın zayıf yanları nelerdir?.
Hücumu nasıl, savunmayı nasıl yapıyor..
Zaaflarına göre hücuma nasıl çıkarız?. Zaaflarına göre nasıl savunma yaparız?.
Düşünmüştü. Yani maçı önce kafasında oynamıştı.
Temel ilkesi zor değildi?.
Ruhsuz Galatasaray oyuncularına karşı, galibiyete inanmış çocuklarla, fevkalade hırslı mücadele etmek.
Koşarak değil, yürüyerek oynayan Galatasaray'a karşı, hızlı hücuma çıkmak ve daha çok koşmak..
Fatih Terim ne yapmıştı, peki o maç için?.
Hiçbir şey!.
Fatih Terim ne yapmıştı, peki "Çıkar yeneriz, nasılsa" demişti. "Kendi sahamızda, kendi seyircimizin önünde ve 'Kendi' hakemimizle bu üçüncü küme takımını nasılsa yeneriz" demişti, o kadar..
..Öyle bir Osmanlı Tokatı yedi ki?.
Şimdi, Üçüncü küme takımı Tuzla Galatasaray'ı yenerse, Avrupa'nın en ünlü, en çok Şampiyonlar Ligi oynamış takımlarından Galatasaray niye PSG'yi yenmesin?.
Yenmenin tek şartı vardı..
Bütün aklını fikrini Alaçatı'da bırakan Fatih Terim'in kendine gelmesi..
Bunu yazdım, köşemde.. Salı akşamı 90a'da da "Fatih Terim bu darmadağınıklığını, onu Paris'e götüren uçak, Türkiye sınırlarını aşarken, geride bırakır, Paris'e, bizim bildiğimiz, dünyanın bildiği "İmparatore" olarak inerse çok şey olabilir" dedim, başın- dan beri yenilmeyi kabul etmeyen kafamla.
Gördük ki, Fatih Terim hâlâ Alaçatı'da kalmış..
Gördük ki, Galatasaray'ı, ne takım, ne bireysel olarak, ne fizik, ne taktik, ne ruh, ne hırs ve de ne "İnanç" vererek hazırlayamamış.
10 kişiyi Galatasaray 18'i üzerinde yan yana dizilmiş gördüm, maçın büyük kısmında..
Yahu futbolda böyle çizgi savunma olur mu?. PSG gibi hızlı adamları ve harika oyun kurucuları olan takımla Çizgi defans, hezimet demektir.. Ben biliyorum.. Nerden biliyorum..
Yahu Mustafa Kemal'i hatırlasana Fatih Terim!.
"Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır."
Yani, çizgi savunulmaz. Saha savunulur, Fatih Terim..
O maçı kapan Florya'da izle tek başına..
PSG nasıl bütün sahayı parselleyerek savunma yapıyor ve seni 60 metreden Muslera'ya geri pas atma, hatta korner attığın topu Muslera'da bitirmeye zorluyor. Adamların sahanın tümünü kaplayan bire bir baskısı sana top oynatmıyor.
Ders bu Fatih Hocam..
"Savunma nasıl yapılır" dersi..
Kendi 25-30 metrene kapandığında topu kapan PSG'nin iki pasta Muslera ile karşı karşıya kaldığını göremiyor, okuyamıyorsun.
Sahaya dağılsan, topu 25 değil, kalene 50 metrede kaptırsan toparlanmak için vaktin olacak, hiç değilse.. Onu bile görmüyorsun. Transferleri yanlış yaptın Hocam.. Takımı yanlış çalıştırdın, yarısı durmadan sakat. Takıma takım ruhu veremedin. Ruhsuzlardan kurulu Yabancılar Lejyonu'da ısrar ve inat ettin. Her şeyi ruhsuz, sahaya sadece kendisi için çıkan ve geriye doğru sadece yürüyen Belhanda'na, beynini yıkamış, seni ele geçirmiş Belhanda'na göre kurdun..
Sanki o kadroyu başkası seçmiş, başkası çalıştırmış, sahaya çıkan 11'i başkası belirlemiş, maç boyu değişiklikleri başkası yapmış gibi, tüm sorumlu senken, her tatsız sonuçta hep futbolcuları itham ettin ve..
Paris'te bittin Hocam!
Jübileni hatırlıyorum. Sahaya helikopterle inmiş ve efsane olmuştun.
O helikopteri çağır. Bin ve git lütfen..
Veda et!.
Futbol sana veda etti, çünkü!.
***
Bir çocuk daha "pisi pisine" gitti!.
Dün "Bu ülkede insanlar, en önemlisi de çocuklar pisi pisine ölüyorlar. Görmek için gazetelerin 3. sayfalarına bakın" demiş ve pazartesi haberi, "İndiği servisin altında ezilen çocuk", salı haberi "Çöken evin altında kalan iki çocuk" u örnek vermiştim.
Demiştim ki, Sayın Adalet Bakanımız Abdülhamit Gül'e..
"Ceza hukukunun ruhu, suça bedel ödetmek değil, suçu önlemek, engellemektir." O zaman hukuk, hukuk olur. Ceza öleni geri getirmez. Ceza engel olursa eğer, işe yarar.
"Takip edin" dedim.
"Bugünkü Türk Ceza Kanunu yüzünden o çocuklar öldükleriyle kalacaklar. Öldürenler, ölümlerinden sorumlu olanlar hatta takibata bile uğramayacaklar.
Uğrayanlar da üç gün yatıp çıkacaklar" demiştim.. ve de eklemiştim.
"Sayın Adalet Bakanım!. Bu ülkenin acil bir hukuk reformuna ihtiyacı var. Bugünün hiçbir şeyi engellemeyen cezaları, insanları korkutacak 'Hayatım kayar' dedirtecek boyutlara gelmeli ki, çocuklarımız, yarınlarımız, geleceğimiz, pisi pisine ölmeye devam etmesinler.." Acı ironiye bakar mısınız?. Bu yazımın çıktığı dünkü gazetemin üçüncü sayfasında "Çikolatanın kapağı öldürdü" başlıklı bir haber vardı.
6 yaşındaki çocuk, okul kantininde satılması yasak bir pompa ile ağza sıkılıp emilen, aslında çocuğa zararlı abur cuburun kapağı boğazına kaçtığı için, boğulmuş ve ölmüştü.
"Yasak" var.. Ama "Devlet yasağı" bizde..
Sonrası..
O okulun içindeki kantini kontrol eden, kantinden sorumlu bir eğitimci var mı?.
Milli Eğitim Bakanlığı, okul yöneticilerini görevden uzaklaştırmış.
Kantincinin de sözleşmesini fesh etmiş..
Eee!. Sonra..
Kimse etmez ya, meslekte "Fikri takip" bitti. Haberi yazar unuturuz biz.
Etsek, göreceğiz.. O sorumlu öğretmenler de, o kantinci de başka okullarda işe başlarlar. 6 yaşındaki Mert öldüğü ile kalır..
Aksini söyleyebilir misiniz, Sayın Gül Bakanım!.
O zaman kolları sıvayın..
Ülkemin geleceğini, üçüncü sayfada unutulup gidecek haberlere teslim etmeyelim..
Çocuklarımız artık pisi pisine ölmesinler!.
***
Ah Sinan Ah!..
Yani bu Sinan Özedincik kardeşimin (Günaydın ekimizi çıkaran o) amacının beni kovdurmak olacağı hiç aklıma gelmezdi..
Olacak iş mi?.
Güya haber, güya bana kıyak..
TRT2'de Anjelika Akbar'ın hoş bir talk şovuna konuk oldum. O dünya şekeri piyanist, besteci Anjelika ile Yaşamdan Dakikalar (Ah Nebil ah!.) günlerinden tanışmış çok iyi dost olmuştuk. Çekim bitince kucaklaşıp ayrıldık.
Sinan nerden bulmuş bilmem, o kucaklaşmanın resmini basmış gazeteye, iyi mi?.
Yahu bu ülkede Yargıtay kararı var. İş yaptığın yerde iş arkadaşınla kucaklaşman tazminatsız kovma sebebi.
Hadi ben neyse, yaş seksen. Bi şekilde idare ederim.. Ya TRT de, Anjelika'yı kovarsa!.
Şaka mı, ciddi mi yazıyorum, vallahi bilmiyorum.
Çünkü ülkemizde şakanın ne zaman kaka olacağını artık bilen yok.
Programı yaparken sevdim ben..
Yaşamdan Dakikalar'dan bir kesit gibiydi. Ne anılar canlandı.
Dün gece yayınlandı. Bugün 10.00'da tekrarı var.
Kaçırırsanız, yarın 16.00, pazar günü de 23.30 da..
***
Yeşile düşman Alkentciler!.
Toprağı bol olsun, sevgili dostum İshak Alaton, İstanbul'un en gözde sitesi Alkent'i bir "Park kent" olarak planlamıştı. Yemyeşil ve rengarenk bir park içinde binalar..
Sevgili Duygu (O da ışıklar içinde yatıyor) "Kadının Adı Yok" 155 baskı yapınca kazandığı para ile bir minik daire satın almış, beni de yemeğe davet etmişti.
Alkent'e, hem de İstanbul'un merkezindeki "Sağlıklı Yaşam Kenti"ne kapısından girdiğim andan itibaren aşık olmuştum,..
Hayalime 1994'te kiracı, 1999'da da ev sahibi olarak kavuştum..
Sonra, "Cimriler" site yönetimine hakim olmaya başladı.
Önce sitenin tüm bakım ve güvenlik işlerini harika yapan Alarko'yu kovarak başladılar. Ve biliyorsunuz..
Son seçimi "Aidatları indireceğim" vaadi ile kazananların, bahçıvan ve güvenlik kadrolarından tonla adam kovmalarına kadar geldik. Yazıp mücadele ettim de bir kaç kişiyi kurtarabildim..
Bir Alarko günlerindeki kadro kaç kişi, baksınlar..
Bir de bugün ne kalmış?.
Alkent'te çiçek kalmadı. Çimler de bitti. Çim, sulama ve bakım demek. Yani su parası, bahçıvan parası..
Çayır otu ektiler yerine.. Su da istemez, bakım da..
Eskiden evimize, iki yanı rengarenk menekşe saksıları arasından geçip girerdik. Şimdi o saksılarda da ot var. Çayır otu..
Alkent bitti. Satışa çıkan daireler altı aydır müşteri bulamıyor artık. Öyle bitti.
Ama sanki bitiren benmişim gibi, yönetim benimle uğraşmaya başladı.
Dün Yönetimden bir yazı yolladılar bana, bahçıvan şefimiz Çakır'la..
Bahçemin ön ve yan cephesindeki ağaçlarımı kesmem isteniyor..
İshak Beyin, bu siteyi hazırlarken daha diktiği Alkent'i "Yeşil kent" yapan ağaçlarımı kesecekmişim.. Neden?.
Benim iki üstümdeki dairenin açık penceresinden bu daireye fare giriyormuş, hem ön, hem de yan cephedeki ağaçlardan. Budama ile çözülmemiş, kesecekmişim!.
Emriniz olur..
Ben "Ormanlarımdan bir dal kesenin başın keserim" diyen Fatih Sultan Mehmet'i okuyarak büyüyen nesildenim. Kafa kesmem ama, kesmişten beter ederim..
Be utanması olmayan adamlar!.
Benim bahçemde 15 kedi yaşıyor.. Yazı ile onbeş.. Bir gece yarısı girip bahçemi darmadağın eden bazı site sakinlerini (Kimler olabilir, tahmin edin bakalım) şikayet edince soruşturma için gelen Etiler ve Levent Polis Amirleri, bu kedilere bayılmışlardı.
Yani kedilerim resmen de bilinir..
Şimdi 15 kedinin yaşadığı bahçede fare varmış iyi mi?.
Ağaca çıkıyor, dala geçiyor ve daldan o dairenin içine atlıyormuş..
Hadi inanın!.
Yahu fare niye bunca zahmete giriyor ki?. Benim evimin bahçeye açılan ön ve arka kapıları, senenin altı ayı, 24 saat, geri kalan soğuk zamanda gün boyu açık.. Niye elini kolunu sallayarak önlerindeki açık kapı ve pencerelerden benim eve girmiyor, ben, devamlı o evde yaşayan üç yardımcım Fatoş, Ercan ve Caner hiç fare görmüyoruz da, benim iki üstümdeki kata dalmak için uğraşıyor bu gerzek fareler!.
Başka kapıya Yönetim.. Ben ağaç kesmem de, kestirmem de..
Bahçeme yazılı iznim olmadan gireni de "Meskene tecavüz ve mala zarar vermekten" dava ederim.
Ağaçlarımı kestirmek için, siz mahkemeye gidin. Oradan "Şu şu ağaçlar kesilsin" diye karar çıkartın, öyle gelin, tamam mı?.
***
Bravo Turkuvaz!.
Bin defa Bravo Turkuvaz ve onun yönetmeni Gülenay Börekçi!.
Milyon Bravo..
Hem de yılbaşı arefesinde, o dünya güzeli Küçük Prensi, hem de kocaman boyut ve enfes bir baskı ile "Çocuk Turkuvaz" serisinden yayınlamanız ne muhteşem iş olmuş..
Bir hem de daha..
Hem de o rengarenk, o enfes, o orijinal resimleriyle..
İşte, 7'den 70'e, tüm çocuklar için en güzel yılbaşı hediyesi bu..
Küçük Prens!.
Ben çocukluğumdan beri, yarım asırdan fazla defalarca okumaktan bıkmadım. Bugün gelin hala yatağımın başucunda iki kitap var.
Küçük Prens ve Cyrano de Bergerac!. Hayatımı çizdi bu ikisi.
Koşun alın ve sevdiklerinize armağan edin. Hele çocuklarınıza mutlak..
Anjelika Akbar, TRT2'deki talkşovumuzda "Bu Küçük Prens" aşkıma da getirdi sözü..
Şöyle dedim..
"Çocuklarınıza Küçük Prens'i mutlak okutun. Anlamasalar da okutun. Benim gibi 80 yaşına geldiklerinde, neden okuduklarını çok iyi anlarlar!."
***
SEVDİĞİM LAFLAR
Haddini bilmedikten sonra çok şey bilmek bir şeye yaramaz. Suskunluk kimseyi yanıltmasın, çünkü susan konuşursa kimse kaldıramaz. W. Butler
TEBESSÜM
- Trafik ışıkları neden yüzmeye gitmezler?.
- Değişmeleri uzun sürer de ondan..