Geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar
Zaman sanki bir rüzgâr ve bir su gibi aksın
Sen gözlerimde bir renk kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın
Ömrüm sensiz geçse de aşkın gönlümde kalsın
Gülen gözlerin binbir teselli ile baksın
Sen gözlerimde bir renk kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın
Bu şarkıyı bilmeyen, hayatının bir anında yaşamayan biri var mıdır acaba, bu ülkede..
Sözlerinin Enis Behiç Koryürek'e ait olduğunu bilmez belki çoğu ama, Erol Sayan'ın şarkısı olduğunu bilmeyen yoktur.
Erol Sayan'ın pek çok şarkısı efsanedir zaten.
Murat Bardakçı'nın deyişiyle milli marş gibi bilinir..
Şarkılarını çok sevdiğim Erol Sayan'ın bende ayrı bir yeri vardır..
Babamın en sevgili dostlarındandı.
Ankara yıllarında babam Fuat Uluç'un nerdeyse tek eğlencesi cumartesi öğleden sonraları bugünkülerin deyimi ile kankası, can, canciğer dostu büyük musiki üstadı, İsmail Baha Sürelsan'a gitmekti.
Onu da bilirsiniz.. "Kız sandalı oynatma dümende" diyerek bizleri şıkır şıkır oynatan İsmail Baha!..
O evde bir meşk alemleri vardı..
İsmail Baha Bey, Gültekin Çeki, Cinuçen Tanrıkorur, Taner Şener, Meral Uğurlu, daha kimler kimler..
Tabii Erol Sayan..
Eski besteler çalınır söylenir, yeni besteler yazılır giderdi.. Babam da yazar, İsmail Baha Bey bestelerdi..
Erol Sayan'ı ayrı sever, ayrı anlatırdı babam bize..
Erol da babamı anlatmış..
Nasıl?. Nerde?.
Kitapta!.
Erol Sayan'ın anılarını Metin Derin, 2015'te kendisi ile yapmadığı başladığı konuşmalarla derlemiş. Ortaya, musiki meraklısı olmasanız bile merakla okuyacağınız bir "Devir" anı kitabı çıkarmış.
Pan Yayınları..
"Unutulmaz Şarkıların Bestecisi Erol Sayan" Meraklısı için nasıl bir baş ucu kitabı..
Koy yatağının yanına.. Aç bir anıyı tatlı tatlı oku, tatlı tatlı uykuya dal..
Benim baş ucumda kitap 20 gündür falan.. İki anı seçtim sizler için..
Birisi, birincisi çok özel benim için..
Babamı anlattığı.. Benim bile bilmediklerim var anlattıklarında.
Tatil günü için daha güzel bir şey bulamazdım inanın!.
Teşekkürler Erol.. Eline sağlık Metin Derin!.
***
Erol Sayan'ın ağzından, babam Fuat Uluç!..
Fuat Uluç'la İsmail Baha Sürelsan'ın evindeki derslere devam ederken tanıştım. Kendisi albaydı ama müziği çok severdi.
İsmail Baha Sürelsan'ın da çok sevdiği bir kişiydi. Zamanla ben onu çok sevdim, o da beni çok sevdi.
Bizim eve gelirdi. Tanıdığım en bilgili kişiydi.
Cumartesi günleri İsmail Baha Sürelsan'dan çıkınca, Hoca'nın evinin bulunduğu Ahmetler Caddesi'nde yürüyerek bazen gece yarılarına kadar sohbet ederdik.
Gökteki yıldızları tek tek sayar, her biri hakkında bilgi verirdi.
Klasik edebiyatı çok iyi bilirdi.
Hocanın evinde geçtiğimiz klasik eserlerin güftelerini bir sonraki hafta bize izah ederdi.
Hoca, Nabi'den bestelediği, "Eğerçi köhne metarz revacımız yoktur/Revaca da ol kadar ihtiyacımız yoktur" beytinin devamını bulamamış, eserin de meyanı kalmış.
Ertesi hafta Fuat Uluç, devamını şu şekilde getirdi: "Saray-ı uzleti bihude kalmadık me'va/ Zeman-ı hale muvafık miz'acımız yoktur." Hoca ertesi hafta Mahur makamında besteyi tamamladı ve okuduk.
Fuat Uluç, "Hocam kusura bakmayın, ben beytin devamını bulamadım, kendim yazıp ilave ettim" dedi. Edebiyata böylesine hakimdi.
Geleneklerine çok bağlıydı.
Askeri disiplini çok önemser ve bu konuda hiç taviz vermezdi. Bayrak Mecmuası'nda yazıları çıkardı.
Rahmetli eşi Suat Hanım'ı çok severdi. Ona bir çok şiir yazmıştır.
Mezarında da onun yazdığı bir şiir vardır.
Spiritüalizim konuları ile de ilgilenirdi. Suat Hanım'ın vefatından sonra şöyle bir anısını anlattı:
Bir akşam evde çocuklarıyla yemek yemişler. Çocuklar sinemaya gitmişler, bulaşıklar mutfakta kalmış.
Fuat Uluç'da kütüphaneye geçip çalışmaya başlamış. Bir süre sonra mutfaktan tıkırtılar gelmeye başlamış.
Çekmeceden tabancayı çıkarmış, tıkırtının geldiği mutfağa gidip bakmış ki Suat Hanım bulaşıkları yıkıyor.
Suat Hanım dönmüş, "Ben bulaşıkları hiç böyle bırakıp gittim mi?" demiş. Kızı Serpil, dönünce "Baba, biz bulaşıkları kirli bıraktık, siz mi yıkadınız?" diye sormuş. Bu şekilde Suat Hanım'la pek çok kereler görüştüğünü söylerdi.
Kızılay'da yürürken kalp krizi geçirmiş.
Hemen Ankara Hastanesi'ne kaldırmışlar. Bir süre orada yattı.
Ziyaretine gittik. En son gidişimde çok zayıflamıştı. "Erolcuğum ben gidiyorum ama zannetmeyin ki kalp krizinden gidiyorum.
Bu adamlar beni aç bıraktılar, ondan gidiyorum" dedi. İki gün sonra da öldü rahmetli...
Üç çocuğu vardı Fuat Uluç'un:
Serpil, Öcal ve tanıdığımız gazeteci Hıncal Uluç.
(Not.. Erol, en küçüğümüz Kemal'i hatırlamıyor olmalı.. Babam Ruh işlerine çok meraklıydı. Dr. Bedri Ruhselman'ın bütün kitaplarını almıştı. Ben de merakla okumuştum.
Pek çok ruh çağırma seansına katıldığını da anlatmıştı, bize.. Ama annemle ilgili hiç ama hiçbir şey söylemedi bize..)
***
Uçurumun Kıyısında Annabel Lee!..
Erol Sayan'ın terhisine az zaman kala, 1959 yılının eylül ayında, tatbikat için Palandöken'de 3076 metrede ordugah kuruldu ve tatbikat süresince orada kaldılar.
Erol Sayan'ın kaldığı çadır uçurumun kıyısındaydı. Öyle bir uçurum ki yamaçtan aşağı düşen bir cisim engelsiz 200 metre kadar aşağı uçtuktan sonra bir kayaya çarpıyor, kayadan sektikten sonra yere çakılana kadar 150 metre daha düşüyordu.
Bir gece çadırdayken bir fırtına çıktı. Erol Sayan, hemen mazot sobasını söndürdü, dışardaki fırtınanın sesini dinleyerek, eline Ajans Türk'ün çıkardığı, ciltleterek yanında taşıdığı bir şiir kitabını aldı.
Sayfaları karıştırmaya başladı; bir taraftan soğuk, bir taraftan uğultusu giderek artan rüzgarın verdiği tedirginlikle şiirlere göz gezdirirken bir mısraya denk geldi:
"Üşüdü rüzgarından bir bulutun...
Güzelim Annabel Lee.." Edgar Allan Poe'nun, bir deniz ülkesindeki sevgiliye yazdığı bu hazin şiiri Türkçe'ye Melih Cevdet Anday kazandırmıştı.
Uzak deniz ülkesindeki Annabel Lee'yi üşütüp öldüren rüzgar, şimdi Palandöken'in 3076 metre yükseğindeki ordugahı birbirine katan rüzgardı sanki.
Annabel Lee'yi besteleme fikri Erol Sayan'a birçok yönden cazip geldi. Öncelikle beste yapmaya başladığı ilk zamanlardan itibaren, sözün gösterdiği duyguyu müzikle tasvir etmek çokça uyguladığı bir yöntemdi.
Onu ilk çeken soğuk ve rüzgarlı bir gecede okuduğu "üşüdü rüzgar" sözleriydi.
Rüzgarı, fırtınayı tasvir eden melodilerin ardından derin bir hüzün geliyordu.
O gece temel fikri oluşarak şekillenen Annabel Lee'nin tamamının bestelenmesi 7 ay 20 gün sürdü.
Annabel Lee, Erol Sayan'ın bestecilik yeteneğini cömertçe kullandığı, Türk müziğinde fazlaca görülmeyen doğa olaylarının müzikle tasvir edildiği, en uzun eseriydi.
Güftesinin tercüme bir şiir olması, yoğun müzikal tasvirler içermesi, alışılmış Türk müziği formlarına nazaran bir hayli uzun olması gibi Türk müziği repertuvarı için birçok yeniliği barındıran eser, hak ettiği şekilde icra edilmedi. Bunun en önemli sebebi, eserin icrasındaki güçlüklerdir.
Erol Sayan, bu eserin orkestrasyonsuz ve koro eşliksiz icrasına izin vermedi.
Maalesef bugüne kadar hiçbir orkestra da Türk müziği repertuvarında bir gün mutlaka hak ettiği yeri bulacak olan bu eseri icra etmedi.
Eser, 1960 yılında Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu Korosu ile Necmi Pişkin tarafından, 1963'te İzmir'de verilen bir konserde Ahmet Özçağlayan tarafından koro eşliği ile olmak üzere iki kez icra edildi.
...............................
Benim Notum.. Rengim Gökmen Şefim ilgilenirse, bu eserin Dünya Prömiyerini yapma imkanımız, yıllar sonra doğar diye düşünüyorum ve ne yalan söyleyeyim, çok da merak ediyorum.. Şefimin hem koro, hem orkestra imkanları var. Böyle şeyler yapmayı da çok sever, bilirim.
***
Annabel Lee!
İlkokul ikideydim, Bandırma'da.. Babam şiire ayrı meraklıydı, her çıkan şiir kitabını alırdı. İşte onlardan biri, bir yabancı şiirler antolojisinde okumuştum Annabel Lee'yi. Öyle dokunmuştu ki, günlerce etkisinden çıkamadım. Hatta ağladım bile..
"O çocuk, ben çocuk" diyordu ya.. Ben de çocuktum ya.. Ben oldum sanki şiiri yazan..
Oturdum, ezberledim..
Korku romanlarıyla ünlü Edgar Allan Poe yazmıştı dizeleri.. Melih Cevdet Anday da belki aslından da güzel çevirmişti. Erol Sayan'ın anılarında görünce, şiirin aslını ve tamamını sizlere sunmak istedim.
*
Senelerce senelerce evveldi
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
İsmi; Annabel Lee
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee
Göklerde uçan melekler
Kıskanırlardı bizi
Bir gün işte bu yüzden göze geldi
O deniz ülkesinde
Üşüdü bir rüzgarından bulutun
Güzelim Annabel Lee
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni
Mezarı oradadır şimdi
O deniz ülkesinde
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskanırdı bizi
Evet! Bu yüzden 'Şahidimdir herkes ve deniz ülkesi'
Bir gece rüzgarından bulutun
Üşüdü gitti Annabel Lee
Sevdadan yana kim olursa olsun
Yaşca başca ileri
Geçemezlerdi bizi
Ne yedi kat göklerdeki melekler
Ne deniz dibi cinleri
Hiç biri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee
Ay gelir ışır, hayalin erişir
Güzelim Annabel Lee
Orda gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim sevgilim hayatım gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni...
***
Pazar Neşesi
Genç avukat fena halde işsizdi. Canı fena halde de sıkılıyordu ki, mahkemeden davet geldi. Bir suçluyu savunmak için devlet tarafından görevlendirilmişti.
Hemen duruşma salonuna koştu.
Yargıç sanığı gösterdi..
"Al bunu yandaki odaya git..
İyice dinle.. Ona en iyi tavsiyeni söyle.." Avukat, sanıkla salonu terk etti. Bir saat sonra tek başına döndü.
Yargıç "Sanık nerde" diye sordu.
Genç avukat cevap verdi.
"Siz ona en iyi tavsiyeyi yapmamı söylemiştiniz ya Reis Bey.. Dinledim onu.. Kurtulmasına imkan yoktu. Ben de en iyi tavsiyeyi yaptım. 'Fırsat varken, şu pencereden kaçıver' dedim, efendim!."
Latin Sözleri
"Aliquando et insanire iucundum est!." "Arasıra delirmek bile ne hoş!" Seneca