Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Sahada ve masada tamam da, ekranda?.

Fox TV ana haberlerini izliyordum ne zamandan beri evde oldukça.. Pek çokları da benim gibi yapıyor olmalı ki, reytinglerde Fatih Portakal, en popüler dizileri, efsane gündüz programlarını bile geride bırakıyor ve her gün birinci oluyordu.
Fatih programı "En farklı" diye açıyordu. Sabah kuşağı haberlerini yapan, yıllanmış, hatta aile dostum İsmail'e (Küçükkaya) "Portakal En farklı, değil, En etkili" dedim..
Şimdilerde Fatih öyle açar oldu programını ama..
Ama ben Fox Ana haberin giderek, haber bülteni olmaktan çıkıp, iktidarı ve de onun lideri, Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ı yıpratma saatine dönüştüğünü görmeye başladım..
Program giderek monotonlaştı.
Fatih bir polemik başlatıyor, günlerce ayni laflar, ayni görüntüleri, türlü montaj cambazlıkları ile ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyordu.
"Kızdır kızdır ye müceddere" derler bizim Kilis'te.. Çok lezzetlidir ama maliyeti ucuzdur, fakir yemeğidir. Pazartesi kazanla yaparsın bir hafta ısıtır ısıtır sofraya koyarsın.. Oradan gelir.
Fatih de, pazartesi bir polemik yaratıp, haberleri onunla açıyor, cuma gecesine dek kurgu numaraları, kelime oyunlarıyla sürdürüyordu.
Gerisi de monotonlaştı..
İlle İş ve İşçi Bulma Kurumu önündeki kuyruk gösterilecek, ille bir mahalle pazarına gidip "Her şey çok pahalı, alamıyorum" diyen bir kadınla konuşulacaktı.
Ülkede, dünyada neler oluyor, umurunda değildi Fatih'in.
Varsa yoksa iktidarı ve Başkanı yıpratma kurguları..
"Bu ülkede hiç ama hiç mi iyi bir şey olmuyor, Fatih" diyecektim.
Baktım bir gün, o muhteşem "İstanbul- İzmir otobanının açıldığı" haberini verdi..
İçimden tam "Nihayet" diyordum ki, arkası geldi..
"Yol açıldı ama iki yanındaki dinlenme tesisleri hazır değil, aç susuz gidiyorsunuz.." Fatih Portakal'ın, o yolun planlanandan iki ay önce bitirildiğini (ki büyük başarıdır) bu yüzden etrafındaki özel teşebbüse ait, duraklama ve dinlenme tesislerinin yetiştirilemediğini bilmemesine "Haberci" olarak imkân yoktu.
Peki, niye yapıyordu bunları?. Bir muhteşem güzelliği bile karalamaktaki amacı neydi?.
Hayır!. Siyasi amacı olduğunu sanmıyorum.
Yüksek reytinginin, "İyi Habercilik"ten değil, İktidar ve Başkan muhalifliğinden geldiğini düşünüyor olmalıydı.
Ayni şey iktidar kanadında da var..
17 sene sonra İstanbul AK Parti'den CHP'ye geçince, nerdeyse unutulmuş Belediye birden köşe yazılarına girdi, hem de ne ağır eleştiriler başladı..
"Daha önceleri neredeydiniz" diye sormak istediğim arkadaşlarım var..
Tıpkı Portakal'a sorduğum gibi "Yahu bu İmamoğlu hiç mi güzel bir şey yapmıyor" demek istediklerim var..
Ama ne yazık.. Ülkemiz öyle bölünmüş ki..
Herkes Kara Korsan.. Bir gözü kapalı. Dünyayı tek taraflı görüyor. Bir kolunun ucunda "El" değil, "Çengel" var.. Ötekileri ona asıyor..
Barış Pınarı Harekâtı haberlerini "Bakalım buna ne diyecek" diye Portakal'dan izledim.
Hep karalamak için fırsat kollama.. Hep halkı şüpheye düşürme.. Hep izleyicide korku, endişe yaratma..
Salı sabahı oturup "Sana 2 sorum var Fatih" diye yazmak geçti içimden..
"1- Fatih, amacın ne?." "2- Fatih kimden yanasın?." Sabrettim.
Perşembe akşamı BBC, CNN, France 24, yani Barış Pınarı Harekâtı'na başından beri karşı olan Uluslararası kanallar Türkiye'nin masa başı zaferini ilan ettiler..
Hem sahada, hem masada kazanmıştı Türkiye..
Sahada sağlam Silahlı Kuvvetleri, masada sağlam diplomasisi ile kazanmıştı.
Bu yazıyı sabah onda yazıyorum. Akşam yedide Fox TV'nin başında olacak ve o zaman o iki sorumun yanıtını alacak, Fatih Portakal'ın amacını ve kimden yana olduğunu öğreneceğim.
Sevgili Fatih, İnanılır, güvenilir, etkili habercilik günlerine dönersen, sen de kazanırsın, ülken de!.

***


Bir unutulmaz gün daha..

Yazımın yanındaki resme bir bakın hele..
Genç kuşaklar tanımaz.. Bizim kuşaklar ise bir anılar denizine düşüp, iç çekerler, mutlak..
Doğan Canku, Ahmet Kurtaran, Selami Karaibrahimgil bunlar.. Bundan tam da 50 yıl, yani yarım asır önce, 1969 Kasım'ında Ankara'da Delta Ajans'taki, kapısında "PR Müdürü/ Halkla İlişkiler" yazan odama girip "Biz Modern Folk Üçlüsüyüz. Hadi bizi tanıt Türkiye'ye" diyen üç delikanlı.. Bir kaset bıraktılar bana.. "Ali Paşa Ağıtı ve Deriko!." Hemen İstanbul'a o zaman yönettiği Hey Dergisi ve Milliyet Pop Müzik Sayfasıyla, Türk Pop'unu yöneten kuzen Doğan Şener'e yolladım.
Ertesi gün telefon etti.. "Elinde bir Kingstone trio var. Hemen kap gel.." 3 ay sonra, mart ayında Ali Paşa Ağıtı pop listelerinin başındaydı. Modern Folk Üçlüsü de açık ara, Türkiye'nin 1 numaralı gurubu..
Dünyada gitmedikleri kıta, Amerika'dan Japonya'ya gitmedikleri ülke kalmadı. Nerde bir Türk günü var. MF3 davet ediliyordu sefaretlerimizden.
Turizm Bakanlığı gönderiyordu MF3'ü, 29 Ekim kutlaması yapan başkentlere. Köşk'te, ülkemize davet edilen her devlet başkanına düzenlenen gecelerde MF3 çalıyordu. .
Ama Selami'nin yurt dışı danışmanlık görevleri, Ahmet'in Diş Kliniği'nin dağ gibi işleri, profesyonel olarak müzik yapmalarına izin vermeyince, Doğan da dersler vererek, okul açarak hayat gailesine girdi.. Evlilikler, taşınmalar, çocuklar derken, bırakın sahneyi özel hayatımızda bile bir araya gelemez olduk..
Ekim ayı başında doktor telefon edip "13 Ekim Pazar gününü şimdiden kapat.. O gün, eski dostlarla bir araya geleceğiz" deyince, aklıma 2007 geldi..
Ahmet, bana bir sürpriz yapmış ve gazeteciliğe başlayışımın 50. yılını hem de nasıl unutulmaz bir gece ile planlamış ve gerçekleştirmişti..
Öyle titiz bir organizasyon başarmıştı ki, Amerika'dan, Avrupa'dan kalkıp gelenler olmuştu. 80 yaşındayım öyle bir "Hıncal Gecesi" daha yaşamadım. Yaşayacağım da yok.. O dostların çoğu yok çünkü..
"1969.. 2019.. Bu da Modern Folk'un 50. yılı.. Doktor gene iş başında" dedim.. Dedim ama bu defa Rasim'in (Borsa) Adile Sultan Korusu'ndaki muhteşem bahçesi ve salonlarında değil, Ahmet'in şirin evindeyiz..
"Bakalım nedir" dedim.. Saat dörde doğru girdim kapıdan.. Sevgili Nihal, Doktorun eşi, Mülkiyeli Hıncal'ın Kolej'den tanıdığı Nihal açtı kapıyı.. Bahçeye aldı beni ki..
Aaaa!.. Aaaa!.. Aaaa!..
Doğan Canku ve eşi Sevgili Ayşegül, Selami ve eşi Semmoş (Semra) ordalar tabii.
MF3 eşlerine ben "Modern Folkiyeler" derim. Üçünün ortak özelliği, üçünü de kocalarından önce tanımış olmam. Semmoş, Ses/ Hayat Dergisi'nin Ankara bürosundaki muhabirlerdendi.
Rahmetli Şemsi Kuseyri ağabeyim de şef.. Ona uğrardım, hemen Kızılay'daki bürosuna, sık sık. Cıvıl cıvıl bir büro..
Ayşegül, İstanbul'da Gelişim Yayınları'nda dergi çıkarırken benim ekibimdeydi. Doğan'ın bir ara beni ziyaretleri sıklaştı. "Boss'u ne kadar seviyormuş meğer" derdim içimden.
Çocuklar bana hep "Boss" derler de.. Severmiş gerçekten.. Gittik istedik Ayşegül'ümüzü sonra..
Aaa!.
Uçal Dalgıç ve eşi Venüs.. Viyana'dan gelmişler, o gün için..
Aaa!.. Fatih Orbay ve eşi Naz!.
Fatih aslında içlerinde en eski arkadaşım.
1955 babam Antakya'dan Ankara'ya tayin olduğunda Cebeci'deydi ilk evimiz, Dede Efendi sokakta.. Ankara'nın sonu..
Yolun karşısında bile ev yoktu.
Bir alt sokağımız Bahadırlar..
Fatih'ler de ordalar..
"Bu Hıncal bize beyzbol oynattırdı mahallede" dedi..
Güldüm..
Nasıl gülmem.. O zaman mahalleler var.. Bol bol boş arsa da var, durmadan mahalle maçları yapılır. Ben öyle kabiliyetsizim ki, o mahalle takımına bile almazlar..
Sokaktaki karşılıklı iki direk arasına ip gerip voleybola başlattım ki ben de oynayayım.. Üç maç sonra, o zaman dönme yok, ben arka üçlüde, servis atmayan köşede.. Benim köşe de rakip mahalle için maden..
Dedim ki, "Yepyeni bir oyun getirmeliyim.
Benden başka kimse bilmesin, o zaman kaptan bile olurum mahalle takımına.." Gittim Hergele Meydanı'na.. O zaman PX var Ankara'da. Amerikan askeri büyük mağazası..
PX eskileri de Hergele Meydanı'na düşer mutlak. Amerikan Pazarı yani.. Gittim oraya..
İki beyzbol sopası.. Bir kaç top.. Bir iki eldiven..
Babam Genelkurmay'da. Amerikan askerleriyle sık sık buluşuyor, görev icabı. Bir iki dostu da var. Onlardan birinden, oyunu da biraz öğrendim ve Türkiye'de ilk defa Cebeci'de, Aşağı Mahalle/ Yukarı Mahalle beyzbol maçları başladı.. Fatih Aşağı, ben Yukarı..
Sonra bilin bakalım, Yukarı Mahalle Takımından ilk kim kesildi?.
Fatih Kolej'de okudu ama bizim Kurtuluş Lisesi'ni de iyi bilir..
"Bir Nermin Hoca vardı.. İlk çok sesli koroyu kuran harika kadın" dedi..
Ben gene güldüm..
Nasıl gülmem..
O zaman Kurtuluş Ortaokul.. Ben de Antakya'dan Orta Üçe geldim.. Okullar açıldı..
Daha ilk hafta.. Tarih dersinde falanız.. Kapı çalındı. Minyon, şirin bir hanım içeri girdi.
"Hocam, ben Müzik Öğretmeni Nermin" dedi. "İzin verirseniz, üç dakikanızı alacağım." Bir koro kuracakmış okulda. Sınıf sınıf dolaşıp adayları topluyormuş..
"Kim ister" deyince, en önde oturuyorum.
Şimşek gibi kaldırdım parmağımı..
Baktı, saydı.. "Bu parmak kaldıranlar cumartesi günü saat üçte müzik salonunda olsunlar" dedi.. Müzik salonu dediği, bodrum katındaki uzun koridorun sonu..
Gittik.. 100- 120 öğrenci falanız..
Bizi dört beş sıra, dip duvarın önüne dizdi.
"Şimdi ben işaret edince, hepinizin bildiğini sandığım bir türküyü okumaya başlayacağız" dedi.. O günlerde pek popüler Veysel Türküsü..
"Çiğdem derki ben alayım Yiğit başına belayım!." Karşımıza geçti. İki elini şef olarak öne uzattı, yukarı kaldırdı. İndirince başlayacağız..
Başladık..
"Çiğdem der ki ben..." Ötesini diyemedik. Nermin Hanım iki elini yana açıp avuç içlerini bize göstererek "Kes" işareti yaptı, hem de nasıl sert. Anında sustuk.
Sonra sağ elinin işaret parmağı ile 100 kişinin içinde önce beni gösterdi. Sonra da kapıyı..
"Sen çık!.." Müzik hayatım da orada bitti. Sonra Nermin Hocanın en sevdiği öğrencisi oldum.
Mezun oldum, dostuz. Mülkiye'yi bitirdim, dostuz.. Şimdi yukarlarda bir yerlerde korosu var mıdır acaba?. Gidince beni gene atar mı?.
Fatih "Nermin Hanımın Korosu" deyince siz benim yerimde olun da gülmeyin bakalım.
Ne demiş George Bernard Shaw..
"Yapan yapar, yapamayan eleştirmen olur.." İşte "Bu herif nasıl oluyor da her şeyi yazıyor" diyenlere cevabım bu..
"Hiç birini yapamadığı için!." Fatih'le dostluğumuz asıl, o TRT'nin harika yapımcısı, ben Cumhuriyet'in Televizyon Sayfası hazırlayıcısı ve yazarı olduğumuzda kemikleşti.
Aaaa!..
Uçal Dalgıç..
Onunla dostluğumuz Ankara'daki son mahallem Basıntepe'ye dayanır. O da komşuydu.
Pazar Kahvaltıları falan..
Sonra o THY Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı oldu. Bugün dünyaca ünlü THY dergisini düşünen, kuran ve başlatan odur. En son THY Viyana Müdürüydü. Orda emekli oldu. Orda yerleşti kaldı..
Hadi Uçal'la da sarmaş dolaş..
Ne güzel günler yaşadık Viyana'da.. O efsane şehirde..
"Boss sende ne görüş varmış yahu" dedi.
Bir defasında arabasına atlamıştık, beni Viyana dışına götürdü, asıl Viyana güzellikleri, içinden fazla dışındadır.. Bir tepeye çıktık.
Viyana ayaklarımızın altında.. Nasıl bir manzara..
"Burası Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Viyana'yı kuşattığında otağını kurduğu yer" dedi.. Şehir öyle güzel görünüyor ki, belki de o yüzden Merzifonlu askerlerine "Yağma yasak" dedi. Belki de o yüzden alamadı, Viyana'yı..
"Buraya harika otel olur be Uçal" demiştim.
"Gel de Viyana'ya gör, senin dediğin yerde yükselen muhteşem oteli" demez mi bana..
Sonra Nihal'in hepsini elleriyle hazırladığı nefis yemekleri yedik içeri geçip.. Sonra Ahmet, Doğan, Selami ortadan kayboldular..
Sonra ellerinde gitarları, 12 telli gitarları ve bançoları ile girip ilerdeki divana yerleştiler ve..
"Arpa ektim biçemedim..
Bir düş gördüm seçemedim.." 50 sene evvelin Modern Folk Üçlüsü imza şarkısı "Ali Paşa Ağıtı" başladı..
Nasıl bir duygu seli.. Dinlesem mi, ağlasam mı?.
En az 20 yıl var, bu üçünü yan yana dinlediğimizden beri..
Hiç yapmadığım bir şeyi yaptım.
Telefonumu çıkardım. Face Time, yani görüntülü..
Bir türküyü Serpil'e dinlettim.. Coştu..
Bir türküyü Kemal'e dinlettim.. Ağladı..
Dünyada dostluk kadar güzel bir şey var mı?.
"Orda bir dost var, uzakta..
O dost bizim dostumuzdur.
Gitmesek de, görmesek de
O dost bizim dostumuzdur.
Kalbimizde yaşadıkça..
O dost bizim dostumuzdur!."
Dostlarınızın kıymetini bilin dostlarım!.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA