Akşam ana haberlerden birinde izledim. İstanbul Havalimanı'nda bir THY yer hostesine hakaret eden kadın, 5 ay süren dava sonunda 1740 (Bin yedi yüz kırk) lira adli para cezasına çarptırılmış.
Kanal olay anını da sesli olarak gösterdi.
Yer hostesi, bir yeri, ya da bir şeyi işaret etmek için kadına dokunuyor ve kadın bağırıyor.
"Dokunma bana!. Dokunma bana..
Ben Çingeneleri ellemem ve elletmem.." Tepem attı..
"Bu nasıl mahkemedir" dedim..
"Çingeneleri ellemem ve elletmem, lafı, hostese mi yoksa, Türk Ulusu'nun bir parçası Çingenelere mi hakarettir?." Çingeneler, çocukken Bandırma'da tanıdığım, yaşam tarzlarına bayıldığım bir etnik guruptu. Çok zor koşullarda, gezginci olarak yaşıyor, belli aylarda Bandırma- Balıkesir yoluna, benim ilkokulun hemen arkasına çoğu derme çatma kıl örgü çadırlarını kuruyor ve şehre dağılıyorlardı..
Kap kalaylıyor, bıçak biliyor, hallaçlık yapıp, yatakları, yorganları atıyor, havalandırıyorlardı.
Annem çağırır, bizim bahçeye de gelirlerdi. Onları seyretmeye bayılırdım.
Çünkü nasıl neşe içinde çalışırlardı.
Bir gün okul sonu arkadaşlarla yürüdük, kamplarına gittik. Erkekler şehre dağılmıştı.. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar kamptaydı.. Ama nasıl eğleniyordu onlar da..
Dümbelek, zurna, keman..
Çalanlar, oynayanlar..
Aralarına karışmak için can atmıştık.
Çingeneler o gün, bugün benim için özgürlük, keyif, neşe demek oldu.
Sonra giderek Çingeneleri öğrendim.
Sadece bizde değil, dünyanın her yanında varlardı. Hindistan'dan Mısır'a gelmişler, Mısır'dan dünyaya dağıldıkları için, adları Mısır/ Egypt'ten mülhem "Gypsy" olmuş, oradan her ülke kendi diline uydurmuştu.
İspanya'da Flamenco'yu yaratanlar Çigan'dan gelme Zigane olmuşlardı mesela..
Peki onlarda Çigan, bizdeki Çingene nerden gelmişti. Onu yıllar sonra bu köşeyi yazarken öğrendim ve size de uzun uzun yazdım..
Romanlar geniş bir Hind Kavmiydi.
Bu kavimde bir gün şefin oğlu Çen ile, aslında yöre kralının, bir laneti önlemek için, doğar doğmaz bu şefe emanet ettiği kızı Gan evlenmek istediler. Gerçeği bilen şef engel olunca Çen ve Gan, kendi taraftarlarını da yanlarına alarak, Hind ellerini terkederek Mısır'a göçtüler.
Orada büyüdüler ve dağıldılar.
Yani Çingene kavmi ve adı, muhteşem bir Romeo- Juliet aşkından doğdu.
Bunları öğrenince, Çingeneleri daha çok sevdim..
Bu ülke dilinde "Çingene" lafı aşağılamak için kullanılıyor, bu yüzden Çingeneler bile, aslında bu harika adlarından utanıyor ve "Roman" diyorlar kendilerine..
"Utanmayın!. 'Ben çingeneyim' diye haykırın" dedim ve ben bir daha asla "Roman" sözcüğünü söylemedim ve yazmadım.
Ne yazık ki, Çingene Dernekleri, Toplum Liderleri, hatta milletvekilleri bu isme benim yarım kadar bile sahiplenemediler.
Her neyse.. O ayrı.. Hak, hukuk, adalet ayrı..
"Çingene" lafı ile hakaret edilen THY yer hostesi miydi aslında, yoksa ulusumun ayrılmaz bir parçası Çingeneler mi?.
Elin Fransız'ı, Alman'ı "Türk Kafası" lafını asırlardır hakaret diye kullanıyor, kızmıyor muyuz?.
Peki Çingene lafını "Hakaret" diye kullanan Türk Kafası ne yapıyor?. "Bu nasıl mahkeme" diye bağırdım ekranın başında.
Ertesi sabah gazetemde bekliyormuş, asıl facia beni..
Meğer savcı, THY görevlisine "Çingene" diyen kadına iki suçtan dava açmış..
Bir.. Yer hostesine aşağılama, hakaret amaçlı "Çingene" demekten.
İki.. "Halkın bir kesimini sosyal sınıf, din, mezhep, cinsiyet, bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılamak"tan..
Ve benim Sayın Yargıcım "Çingene demek, THY görevlisine hakarettir" demiş ve 1740 lira ceza vermiş o suça..
Ama, halkın bölünmez, ayrılmaz ve eşit parçası Çingeneleri, etnik, doğuştan gelen farkları dolayısı ile aşağılamak, Çingenelere karşı, kin, nefret ve öfke yaratmak suçundan "Beraat" ettirmiş, iyi mi?.
Yani Yargıç, davayı görürken asıl hakaretin Çingene kardeşlerimize, yani ulusumun bir bölümüne, yani ulusuma yapıldığını atlamamış, tam tersine savcının iddianamesi sonucu bu "Suç"u da beş ay yargılamış ve karar vermiş bir de.
"Beraat!." Yani Türk Mahkemesi'nin kararı ile..
.. birisine "Çingene" demek hakaret.
Ama Türk Ulusu'nun ayrılmaz bir parçası Çingeneler'in adının hakaret, aşağılama olarak kullanmak serbest..
Bu ulusun bir sosyal kesimini böylesine hor görmek, onlara karşı, kin, nefret ve öfke kusmak suç değil.
THY hostesinin avukatı "Bu ceza bana yeter, itiraz etmeyeceğiz" demiş.
O küstah hanım da itiraz etmez herhalde..
O zaman, Türk Hukuku, Türk Adaleti ve de İnsanlık adına yüz kızartan bu kararı Yüksek Yargı'ya götürmek Savcı'ya kalıyor..
Birisi çıkacak elbet..
Sosyal medyada biri çıkacak..
Bunca Çingene siyasi, iş adamı, sanatçı var. İçlerinden birisi "Ben Çingeneyim" diye çıkacak ve Çingeneler adına bu kararı protesto edecek herhalde..
Etmeli.. Etmeliler..
Hepimiz etmeliyiz.
Çingene kardeşlerim!
Sizi seviyorum!.
Siz de kendinizi sevin.. Kendinize, adınıza sahip olun..
Utanmayın.. Saklanmayın..
Kaybolmayın..
Yetmedi mi asırlardır ezildiğiniz?.
***
Alkışlar iki meslektaşıma
Biri, son günlerde okuduğum en güzel söyleşi idi. Konuşan nasıl güzel, nasıl içten, nasıl çekinmeden dobra dobra konuşmuş, konuşturan soruları ne güzel seçmişti.
Salı günkü Hürriyet Kelebek ekinde yayımlanan Tülay Demir Oktay'ın, çok sevdiğim bin bir marifet sanatçı Okan Bayülgen'le konuşmasını internetten bulun okuyun..
Kendi CEO'ları tarafından, kendi gazetelerinde imzası ile yayınlanan "PR bölümünün paralı anlaşmaları gereği yapılan yazı, haber ve röportaj itirafı"ndan sonra, artık her şeylerine şüphe ile bakar olduğum gazetede bir pırlantaydı "Pazar linç yedim, pazartesi unuttular" başlığı ile çıkan enfes söyleşi..
İki defa okudum. Keyiften. Heyecandan.
İlk defa nefes almadan geçtiğim satırları, "Atladığım bir yer var mı" diye yeniden okumak merakıylaydı, ikincisi. Gene ayni zevki aldım inanın.
İkincisi jimnastikte Dünya Şampiyonu olarak adını Türk Spor Tarihi'ne geçiren İbrahim Çolak'la Adil Demirçubuk'un gene Hürriyet'te yaptığı röportaj.. Dikkat buyrun "Söyleşi" demedim. Çünkü söyleşi ayrıdır.
Bir yazım sanatı olan röportaj ayrı..
"İbrahim Çolak: O 50 saniye için 19 yıl çalıştım" başlıklı röportajı olağanüstü güzeldi.
Futbola, ona bile değil, 3 büyüklerin futboluna abone olmuş, dünya şampiyonu olacak çapta bir jimnastikçimiz olduğunun farkına bile varmayan Spor(!) medyamızda bu harika röportaj bana ilaç gibi geldi..
Eline sağlık adını ilk defa duyduğum Adil Kardeşim. İbrahim iyi ki dünya şampiyonu olmuş da seni tanımışız!.
***
Kanalımı buldum, TGRT!
Barış Pınarı Harekatı'nın 8. gününde, bir haber kanalı sürüden ayrılmaya "Ben koyun değil, halkın haber alma hakkına hizmet eden bir haber kanalıyım" demeye cesaret etti.
TGRT!.
Bu kararı alanları yürekten kutlarım..
Çarşamba öğleden sonradan başlayarak artık sadece TGRT izliyorum..
Ötekileri bir iki saniye tıklıyorum.
Sürüde kalmakta devam ettiklerini anlamam için, o kırmızı yazıları görmem yeterli, okumam şart değil.
Türkiye'de yaşam her yönüyle, 35 yıldır süren terör mücadelesi sırasında nasılsa, aynen öyle devam ederken, sırf kolay olduğu, sırf "Ötekilerden ayrılırsam başıma bir şey gelir mi" diye kişisel korkular duyulduğu için, televizyonculuğu ve haberciliği öldürenlerden kurtuldum.
TGRT sayesinde hem Barış Pınarı Harekâtı ile sahada, hem de asıl diplomatik savaşın sürdüğü masada olanları anında ve gerçekten "Yeni" haber olarak alıyorum, hem de yurtta dünyada harekat dışında ne önemli şeyler oluyor, onu da öğreniyorum.
TGRT alt yazıları "Manşet" diye başlıyor. Manşet haberleri Barış Pınarı'ndan. Sonra Güncel.. Sonra Ekonomi.. Sonra Dünya.. Sonra Spor ve en sonunda Hava!.
Oh be!.
"Ne var, ne yok" nihayet öğrenmeye başladık, bir "Haber" kanalını açınca.. Merak ettiğimiz konularda neler olup bittiğini de..
Kutlarım TGRT..
Sürüden ayrılıp, yeniden haber kanalı olmanı kutlarım.
***
Teşekkürler Adem!
Adem Büyük'e teşekkür ederim, beni mahkemeye verdiği için..
Hayır, ironi falan değil..
O dava açmasa ben Levent Karakolu'na davet edilmeyecek, oraya gitmeyecek ve beni hayran bırakan o "Karakol güzelliği"ni görmeyecektim.
Futbolcuların oyunu durdurmak, futbolu öldürmek, hakemi kandırmak ve rakibi, yani meslektaşını oyundan attırmak için yaptıkları sahtekarlıklara hep kızarım ya..
Geçen sene, medyada da, başta benim spor sayfam bu sahtekarlarla mücadeleye başlasın diye bir "Dikkat çekme" hamlesi yaptım. Her maçta üçer, beşer, hatta onar bu sahte yere uçmalar, elini yere vurarak "Ambülans çağırın" anlamına can çekişme tiyatrosu oynayanlardan birini seçtim ve yazdım.
Adem'i "Haftanın Sahtekarı" ilan ederken de "Bu kadar yetenekli bir sporcusun, aktörlüğe gerek var mı" demiştim. Dava açmış, Malatya'da..
Hayret!. Savcı bu davayı kabul etmiş.. Yargıç da, daha gereği benden bazı şeyler öğrenmek istemiş. İstanbul'a yazmışlar.
Levent Karakolu'ndan davet geldi. Gittim..
En son, Sevgili Arif Komiserim ordayken gitmiştim o karakola.. Kırk yıllık arkadaşıma "Hoş geldin" demek ve kahvesini içmek için..
Bu defa hava bir başka..
Merkez'in amiri bir kadın..
Müge Komiser.. İki yardımcısı var.. Onlar da kadın..
Dünya sadesi bir makam odasında oturduk. Müge (Lökçü) Komiser ve yardımcısıyla..
Nasıl psikolojik bir değişiklik yapmış, "Kadın varlığı" karakola..
Ekranlarda izlediğimiz görüntülerin beynimize çaktığı, o dehşet saçan "Karakol" imajı, o "Karakola düşme" korkusunu, bıçak gibi bitirmiş, kadın eli, kadın yüzü..
Ne korkusu.. Böyle karakola can kurban.. Sebep yarat git.. Abartmıyorum öylesi..
İşimiz 3 dakika sürdü ama biz, 45 dakika sonra, istemeye istemeye kalktık.
"Müge Komiserim" dedim, ayrılırken "Kahveniz de nefisti, burada geçirdiğim zaman da..
Buraya ilk fırsatta tekrar geleceğim, bu defa davet etmenize de gerek kalmayacak." Çıkarken kapıda bir minik cam kutu var, onu gösterdi.
Hani bazı tutuklu ya da mahkumlar imza karşılığı serbest bırakılıyorlar ya..
İşte o imzalar için artık içeri girmek, memur ya da amir bulmak, defter çıkarttırıp imza atmak yok.. Geliyor, içeri bile girmeden kapıdaki camın üzerine parmağınızı basıyor, yani parmak izinizi bırakıyorsunuz. Gerisi elektronik.
Bağlı olduğu bilgisayar takip ediyor ve eğer günü atlarsanız derhal uyarıyor..
***
Taht Oyunları!
Yok canım ünlü TV dizisi değil.. Bu gerçek..
Daha düne kadar kanka Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz ile Divan Başkanı Eşref Hamamcıoğlu fena halde birbirlerine düştüler..
Divan Toplantısı gündemini başkan Cengiz'in keyfine göre yapan, Başkanın hassas olduğu konuları asla gündeme almayan (Mesela Ada), bu konularda söz almak isteyenleri konuşturmayan, kürsüye gelip başkanı eleştirenlere sık sık müdahale eden, "Cengiz'den fazla Cengizci" Eşref Beyin, eşref saati bitti.
Son Divan'da başta kendisi, Mustafa'yı yerden yere vurdular..
"Hayrola" dedim içerdeki işleri iyi bilenlere..
"Gerzek olma" dediler bana.. "Eşref Hamamcıoğlu'nun aklına kulübe başkan olmak düştü. Bunun ilk adımı, zaten mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı ile başkanlığı sürdüren Mustafa Cengiz'den kurtulmak değil mi?." Yani.. Oyunların sebebi Galatasaray Başkanlık Tahtı!.
Hadi, hayırlısı!.
***
TEBESSÜM
İnsan eşini AVM'de nasıl kaybeder?. Her türlü tavsiye dikkate alınacaktır.
SEVDİĞİM LAFLAR
"Hayat bir sürprizler serisidir. Öğle olmasaydı ne yaşamağa, ne de korunmaya değerdi." Emerson