Perşembe sabahı gazeteye sakin ve rahat gelmiş, onu yazmıştım.. "Bir güneşli sabaha uyanmak" diye..
"Barış Pınarı" harekatımızın ilk sabahındaki ruh halim oydu.
Ne var ki o gün, umduğum, beklediğim kadar aydınlık geçmedi. Askeri yanı harikaydı. O ayrı.. Ama ötesi.. Hele arkası..
Böyle bir günde dahi birleşemeyecek kadar bölündüğümüzü gördüm.. Hayır.. Uçları kastetmiyorum. Onlar her zaman aykırıdır. Öyle oldukları için "Uç"turlar zaten.
Ben "Senin, benim" gibi olanlardan söz ediyorum.. Yani "Biz" olması gerekenlerden.. Olamadık.. Bazıları gene de olamadı..
Orda Mehmetçik düşman ellerde yürüyor.. Orda siviller, bebekler, kadınlar, çocuklar ölüyor.. Burda birileri, "Bu olup bitenlerden nasıl menfaat çıkarırız"ın peşinde... Böyle günden menfaat ummak!. Vay be!.
Böyle bir anda, böyle bir günde tiraj reyting peşine düşülür mü?. Böyle bir günde hele "Ne desek de iktidarı yıpratsak, Recep Tayyip Erdoğan'ı yaralasak" hesabı yapılır mı?.
O imaların, o laf sokuşturmaların, o şüphe yaratma, açık söylüyorum nifak sokma gayretlerinin günü mü bugün?.
Aceleniz ne?. Kendi aramızda hesaplaşacağımız günler gelecek.
İş bitince, herkes kucağındakini dökecek. O zaman gerekirse en derin analizleri, en ağır eleştirileri rahatça, özgürce yapacağız. Doğrular yanında yanlışları, eksikleri söyleyeceğiz.
Halk dinleyecek. Sonra da sandık başında kararını gösterecek..
Demokrasi bu değil mi?.
Ama bugün, Mehmetçik, bu ülke, bu insan, bu millet için "Hayatını ortaya koyarak" yürürken, unutamaz mıyız, iktidarı, muhalefeti..
Bugün için "Bir" olamaz mıyız?.
***
Sahada askeri harekat var.. Saha dışında ise, dünya çapında bir diplomasi savaşı..***
..Ve son bir not.. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nce Fransa'nın teklifi ile alınan Türkiye'nin Kınanması Kararı'nı Amerika ve Rusya "Veto" etti.
Demek ki neymiş, Dip- lo- ma- si?.
Şimdi düşünün, utanın ve özür dileyin bakalım izanınız ve yüreğiniz varsa, ortalık karıştırıcı ve bölücü menfaatperestler!.
***
Okur Temsilcisi yokluğunda...
Hürriyet'te ve bizde ve okur şikayetlerini dile getiren iki yazar vardı.. İki "Okur temsilcisi.."
Faruk Bildirici'yi hemen tüm muhabir ve yazarları PR bölümünün anlaştığı kişi ve kurumlarının haber ve yorumlarını yazan Hürriyet'ten kovdular.. Bizim İbrahim Altay ise terfi etti ve Daily Sabah Genel Yayın Yönetmeni oldu.
İkisinin de yeri boş..
Ben dünyada "4. Güç" olarak bilinen ve ilk 3 güç, Yasama, Yürütme ve Yargı'yı denetleyen ve eleştiren Medya'nın da asıl, en başta denetlenmesi ve eleştirilmesi gerektiğine inananlardanım.
Biz herkesi ama herkesi eleştirmekte özgür olacağız. Ama bize karışan görüşen olmayacak.. Meydan bizim.. Haydi salla!. Olur mu?.
Bu yüzden, yeri düştükçe, kendi gazetem dahil eleştirilerimi yazıyordum zaten..
Ortada "Okur Temsilcisi" kalmayınca dozu arttırma kararı verdim..
Hürriyet, en başta da Ertuğrul Özkök dostum ipin ucunu iyice kaçırdı.. Artık onun her yazısının paralı, yani "PR Bölümünün yaptığı paralı anlaşma gereği" olduğunu düşünmeye başladım.
Hürriyet'in kendisi bunlara "Proje yazısı" diyor ama hangi yazının Proje, daha doğrusu benim yazışımla PRoje olduğunu açıklamıyorlar.
Bu gazetenin tüm yazarlarını şüphe, töhmet altında bırakacak boyutlara ulaştı.
İşte dün!.
Köşesinin nerdeyse dörtte üçünü Saran Holding yazılarına ayırmış.. Ortak dostumuz Sadettin Saran'ı da "Türk sporunun en etkili 10 ismi" arasına "Banko" koymuş.. Koyabilir. Herkesin fikrine saygı..
Ama durup dururken bu Saran aşkının sebebi "Geçen hafta Sadettin Saran'la birlikte Saran Grubu'nun Hırvatistan'ın Split kentinde satın aldığı oteli görmeye gittik" diye başlayan yazısı ile anlaşılınca.. Koyduğu resimden hem de özel uçakla gittikleri anlaşılınca..
Ertuğrul'a sordum..
"Sadece ama sadece 2019 yılında, yurt içi ve yurt dışı kaç davete katıldın" dedim. Cevap vermedi. Çünkü veremedi. Çünkü verse, yılın büyük bir kısmını davet ülkeleri ve kentlerinde geçirdiği, en az yaşadığı yerin İstanbul olduğu ortaya çıkacaktı.
PR bölümü daveti ve fiyatı ayarlasın. Sen git, gez, ye, iç, yat ve okura "Bu bir Advertoryal/ Paralı yazıdır" uyarısı koymadan yutturmaya çalış..
Advertoryal yazıları biz icad etmedik. Dünya medyası kullanıyor, ama tepesine "Advertoryal" yazma mecburiyeti ile.
Senin hangi yazın paralı, hangi yazın içinden geldiği, düşündüğün gibi bilmiyorum. Bilmediğim için de sadece senin değil, Hürriyet'in tüm yazarlarından, başta olaya ses çıkarmayan, göz yuman Genel Yayın Müdürü/ Yazar Vahap Munyar kardeşim olmak üzere herkesin yazılarından şüphe ediyorum.
Bu defa açıklamayı senden değil, Munyar'dan bekliyorum.
Önceki CEO zamanında, kendi imzası ile açıklanan/ İtiraf edilen PRoje sistemi devam ediyor mu, Munyar?.
Yeni uygulama nasıl!.
***
Ve de İğne!.
Tabii, madem konuyu açtık.. İğneyi kendimize batıralım ki, "Çuvaldız" hakkımız olsun..
Bizim gazetede işi en kolay meslektaşımız Mert Vidinli olmalı.. "Trend Avcısı" sütunu, meraklı, keyifli, neşeli.. Ünlülerin özel yaşamlarıyla ilgili dedikodular, İstanbul Gece Hayatını yazıyor.. Tabii, neşeli ve meraklı olacak..
"Peki, nesi kolay" diyeceksiniz..
Şusu..
Köşeyi dolduramadın mı, bir hikaye salla gitsin. İsim yok.. Adı soyadını geçtik, adının baş harfi dahi yok. Yazıda onun kimliğine işaret eden tek satır, tek kelime yok. Koca yazının kahramanı "Bir iş adamı" ve "Eşi" diye geçiyor..
Mesela, dün..
İş adamı (Kim belli değil) İstanbul'un ünlü otelinde (Hangisi belli değil) masaj ve hamam keyfi yaptırmış. Dönmüş gelmiş 500 bin liralık saati (markası, nesi özel belli değil) yok. Otel aranmış.. Bulunamamış. Olayı eşi duymuş. (Onun da adı, inisyalleri falan yok tabii.)
"Vay sen otele kadın götürdün" diye kıyamet..
Güzel masal değil mi?.
Gazetecilik "5 N, 1 K" dır.. "Ne, Ne zaman, Nasıl, Niçin, Kim" sorularının altısını da içermiyorsa yazdığın masaldır da ondan, diyorum.
Ama ilk değil.. Bu Mert'in son zamanlarda sıklaşan kaçıncı ", Yersiz, zamansız, isimsiz" yazısı..
O zaman ben de Ertuğrul'dan nasıl "Kaça yazdın" diye şüphe ediyorsam, Mert'e de takılır oldum..
"Acaba sahiden oldu mu, böyle bir şey?."
***
Dedikodu tatlı şeydir, doğru.. Ama içinde biraz bilgi içermeli..
Mesela şöyle anlatabilirdin, hiç değilse..
"Geçen akşam Eczacıbaşı Holding'in geleneksel ödül töreni öncesinde verilen kokteylde, ödülden çok, bir bomba dedikodu konuşuluyordu, köşelerde.. Bir iş adamı, meğerse.."
Yani isim vermesen de duyduğun zemin ve zamanı açıklayarak, hiç değilse..
***
Şaka gibi!..
Okurumuz Turgay Özkan'ın kısa emaili şaka gibi.. Ama "Mustafa Cengiz/ Fatih Terim Galatasarayı"nın hali de şaka gibi..
"Hıncal Bey, Seyirciye kızmışsınız da, o seyircinin ne dediğini anlayacak futbolcu var mıydı sahada? Oyundakilerin hepsi yabancı. Türkçe bilmiyorlar. Bu böyle olmaz. Galatasaray'ın yabancı futbolcunun yanında, yabancı seyirci de alması lazım!."
***
Tebessüm
Bugün size, Sevgili Bacım, Serpil tebessüm ettiriyor. "Yaşlılar için Facebook" diye bir İngilizce gazete kupurü göndermiş bana. Buyrunuz efendim.
"Facebook'u kullanmayan ve de kullanamayan benim kuşaklarıma duyuru..
Ben de arkadaş edinmek için aynen Facebook kullananlar gibi hareket ediyorum.
Her gün yolda giderken yanımdan gelip geçenlere, o gün ne yediğimi, kendimi nasıl hissettiğimi, bir gece evvel ne yaptığımı, bugün kiminle ne yapacağımı söylüyorum. Onlara aile fotoğraflarımı uzatıyorum. Köpeğimi, bahçemi, çimleri sularken çekilmiş resimlerimi de. Tabii, önemli doğal güzellikler ve tarihsel yerlerde verdiğim pozları da.. Herkesin her gün yaptığı şeylere dair resimlerimi bile ihmal etmiyorum. Mesela öğle yemeği yerken..
Ayrıca onların konuşmalarını dinliyor ve hoşuma gidiyorsa, baş parmağımı yukarı kaldırıp "Beğendim" işareti yapıyorum.
Bu sistem aynen Facebook gibi çalışıyor.
Şu ana kadar 4 takipçim oldu. 2 polis, 1 sivil dedektif ve 1 ruh doktoru.."
***
Sevdiğim Laflar
"İyi bir oyunun son söze ihtiyacı yoktur"
William Shakespeare