Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Bir güneşli sabaha uyanmak!.

Dün de, her sabah olduğu gibi başucumda duran alarmlı radyom uyandırdı beni..
TRT Nağme benim en sevdiğim Türkülerden birini çalıyordu. Çocukken Bandırma'da parazitli radyomuzun başına toplandığımızda tüm Uluçlar çok severdik.. Babam "Atatürk'ün en sevdiği türkülerden" derdi. Safiye Ayla söylerdi.
Gene o söylüyordu işte.. Nefesimle içime çekerek dinledim Yanık Ömer'i.. Ben dinlerken, Yanık Ömerlerimiz, saatler önce başladıkları "Barış Pınarı" harekatını sürdürüyorlardı, tesadüfe bakar mısınız?.

Yanık Ömer, her savaştan bir yara taşıyor.
Yanık Ömer, yiğit Ömer övünmeden yaşıyor.
Kurtuluş Savaşı'nda yirmi sekiz yaşında,
Mangasının başında, taşıyor.
Yanık Ömer, yiğit Ömer siperleri aşıyor.

*

Savaş biter, Yanık Ömer köye döner;
Köylü bütün bayram eder.
Yanık Ömer kutlanır,
Nişanlısı mutlulanır.


*

Hey!. Yanık Ömer attan iner,
Pembegül'e bağlar kemer,
Köylülere gider haber;
Düğüne, düğüne...


*

Eline kına yakar, başına teller takar,
Belinde altın kemer, öyle alana çıkar.
Pembegül allanır, pullanır.
Yanık Ömer'in köyüne düğün alayı yollanır."

***

"Allahım" dedim, doğrulurken, "Tüm Yanık Ömerlerimizi muzaffer et. Görevlerini başarıyla tamamlasınlar.. Köylerine, onları hasretle bekleyen Pembegüllerine dönsünler.. Düğüne.. Düğüne.."
Kalktım, yatak odamın pancurlarını açan düğmeye bastım.. Loş odama bir güneş doğdu.. Nasıl parlak, nasıl aydınlık bir gün..
"Bir işaret bu" dedim.. "Ülkem, insanım, insanlarım aydınlık günlere gidiyor.."
Sonra salona geçtim..
Televizyonu açtım, son durumu görmek için..
Topçu ateşiyle başlamıştı harekat.. Sonra uçaklar.. Sonra karadan Mehmetçik..
Hemen tüm haber kanallarını dolaştım.. Sevgili dostum İsmail Küçükkaya'nın çalar saati dâhil..
Harekat alanından canlı yayın yapanlar da vardı ve durum sakin görünüyordu.
Alt yazılardan birini okurken gülümsedim..
Başkan Erdoğan "Trump o tweetleri, iç politikaya yönelik atıyor" demişti..
Az sonra gidip kapıdan alacağım Sabah gazetemde, benim köşemde "Amerika.. Trump.. Biz.." başlığı altında ben de tam bunu anlatıyordum işte..
Başı bayağı dertte, tıpkı Nixon, tıpkı Clinton gibi, "Görevden alınması" ile sonuçlanabilecek bir dava tehdidiyle karşı karşıyaydı Trump ve "İçeriyi" fevkalade kollamak zorundaydı..
"Dünya ne diyor" diye merak ettim.. Küresel haber kanallarını tıklamaya başladım.
BBC News.. CNN.. Aljazeera.. EuroNews.. France 24!.
Hiç ama hiç birinde "Son Dakika.. Yayını keserek" başlıkları yoktu. Hiçbirinde kırmızı yazı da yoktu.. Hepsi Türkiye'nin Kuzeydoğu Suriye Harekatı'nın başladığı haberlerini normal altyazıları arasında geçiyorlardı.
Dünya da sakindi yani. Tepkiler de öyle geçti.
Fransa Güvenlik Konseyi'nin derhal toplanmasını istemişti. En sert tepki ondandı. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri harekatı protesto etmişler ve durdurulmasını istemişlerdi. Öteki Müslüman ülkelerden henüz ses yoktu.
Yani..
Durum genel olarak sakindi.
Ben de gayet sakin evden çıktım.. Gazeteye odama geldim. Bilgisayarımın başına oturdum ve sakin sakin yazmaya başladım..
"Bir güneşli sabaha uyanmak!."

***

Bir Muhteşem CRR açılışı!.

Bu konseri CRR (Cemal Reşit Rey Konser Salonu) mümkün olduğunca tekrarlamalı.. Bir defa.. Beş defa.. On defa..
Her defasında bu salon böyle dolar.. Her defasında bu salon böyle coşar!.
Böyle özel, böyle anlamlı Opera Konserleri'nde en önemli işin "Repertuar yapmak" olduğunu kaç defa söyledim, kaç defa yazdım köşemde..
Marifet "Hiç kimsenin bilmediği, söylemediği melodileri, aryaları, şarkıları, kendin söyle, kendin dinle havasında sıralamak" değil. Marifet, seyirciyi hem de nasıl yakalamak, coşturmak, ayağa fırlatmak.. Marifet, hayatında ilk defa klasik müzikle ile karşılaşan birine "Vay be.. Bu müzik hiç de korktuğum, çekindiğim gibi değilmiş. Opera meğer ne güzel şeymiş" dedirtmek.. Marifet, o konserle klasik müziğe yeni seyirciler kazandırmak..
Tıklım tıklım dolu CRR'de "Açılış Konseri"ni izlemek üzere yerime oturunca, program broşürünü açtım..
Okuyorum ve inanamıyorum..
"Hıncal Bey.. 'Repertuar da repertuar' diye ukalalık ediyorsun.. Hadi bu defa sen yap programı" deseler, inanır mısınız aynen bunu yapardım..
Cemi'i Can Deliorman'ın yönettiği Cemal Reşit Rey Orkestrası Carmen Uvertürü" ile açtı konseri.. Bu kadar popüler, bu kadar sevilen ve bilinen bir uvertür daha yoktur. Daha açılışta alkıştan yıkıldı Salon.. Deliorman'ı yıllar evvel Gürer Aykal şefim tanıtmıştı bana.. "Bu gence dikkat et" diye.. Ne kadar haklıymış..
Sonra Zafer Erdaş ve koro.. Toreador'un aryası.. Bir daha sallandı salon.. Ve Aylin Ateş.. Gene Carmen.. Habanera!. Gel de otur yerinde..
Bu kadar iyi başlayan, izleyiciyi bu kadar avcunun içine alan konser bir daha kopar mı?.
Yanımda İstanbul Operası Genel Sanat Yönetmeni Suat Arıkan dostum var.. İkimiz de nasıl canlı, nasıl heyecanlı, nasıl mutluyuz..
Dinlemeye doyamazsınız.. Doyamadık zaten.. Genç Caner Erkin, Donizetti/ Alayın Kızı ile fethetti..
Sonra koro.. Opera tarihinin iki unutulmaz korosu vardır.. Biri bu işte. Verdi/ Nabucco/ Esirler Korosu.. Vay ki vay!. Volkan Akkoç ne koro hazırlamış..
Sonra genç soprano Evren Işık Verdi'yi sürdürdü.. Violetta'nın aryası ile.. Enfes..
..ve benim için gecenin sürprizi.. Deniz Yetim.. Bir Lehar yaşadı, yaşattı ki bize.. Bir ses sahneye bu kadar mı yakışır, bu kadar mı sevdirir hemen kendisini..
..Ve ilk yarı finali..
Orkestra muhteşem.. Koro harika.. Borodin.. Prens İgor ve Poloveç dansları..
Oturma.. Kalk oyna.. Nasıl bir coşku..
İkinci yarı daha özeldi.. Bize özel..
Ulvi Cemal Erkin!. Köçekçe.. Zil sesleri biraz uzakta kaldı pek duyulmadı ama ziller konserin başından beri kulaklarımızda çınlıyor zaten..
Sonra gene Zafer ve bu defa Karahisar Kalesi Zeybeği.. Vay be Zafer!. Senin türkü yorumlarına zaten can dayanmaz.. İDOP, ya da CRR bir "Zafer Erdaş Konseri" yapmalı yani.
Sonra Selanik Türküsü.. Bülbülüm.. Aylin gene.. Caner hele bizim kuşakların ezber bildiği Özleyiş Tangosunda bir daha yıktı salonu.. Ve bir eski dost Yalçın Tura "Sevmek nedir" le Zafer/ Aylin düeti..
Cemal Reşit Rey salonu açılışında, "Bizim" bölümümüz Cemal Reşit Rey'le bitmeli tabii. Öyle oldu. Adı çok yabancı "Senfonik Şiir.." Ama müzik nasıl biz.. tempo tut.. Kalk oyna.. Öylesi..
Bizden evrensele geçiş ustalığına bakar mısınız?. Mozart.. Saraydan Kız Kaçırma.. Yeniçeri Korosu..
Sonra Don Juan bizim bildiğimiz Don Giovanni'de Zafer etrafına üç sopranoyu almaz mı?. Ne keyifli bir şov oldu. Kalman'ın Çardaş Fürstin Opereti.. Lehar'ın Şen Dul'u.. Evren ve Deniz gene harikalar..
"Verdi'nin Çingeneler Korosu'nda tavan yapıyor heyecan" derken, Brindisi.. Gene Verdi.. La Traviata tabii..
Aylin, Deniz, Evren, Caner ve Zafer önde.. Arkalarında CRR Orkestrası.. Arkalarında CRR Korosu..
Dünyanın en güzel final şarkısıdır Brindisi..
Salonu, bahçeyi, stadyumu, nerde seslendiriliyorsa orayı ayağa kaldırır, bir daha oturtmaz.. CRR'de de aynen öyle oldu. Alkış.. Kıyamet.. Gittiler.. Tempolu alkışlar.. Gene geldiler.. "Bis" parçaları en güzeli oldu..
Salona adını veren Cemal Reşit Rey'in tüm ülkede ezber bilinen operetinin isim şarkısı.. Nazım Hikmet'in yazdığı sözlerle, Lüküs Hayat!.
O sırada o salonda olmalı, görmeliydiniz, hem sahneyi, hem salonu..
Böyle bir yürek, böyle bir coşku birliği görülmemiştir.
Teşekkürler CRR!.. Dilerim tüm sezon bu açılışa layık, sürer..

***

Teşekkürlerimle..

Cemal Reşit Rey'de geçirdiğim o harikulade gece için "Vefa" teşekkürlerim var..
En başa, asker arkadaşım, dostu olmakla iftihar ettiğim, bu harika akustikli konser salonunu İstanbul'a armağan eden zamanın (1989) Belediye Başkanı Bedrettin Dalan ve bu salonun o günden beri dolu olmasında başrolü oynayan ilk Genel Sanat Yönetmeni, Sabahattin Ali'nin kızı, benim dostum Filiz Ali'yi koyuyorum.
Sonra CRR'yi bir salon olmaktan çıkarıp Kültür Merkezi'ne dönüştüren, CRR Orkestrası, CRR Operası'nı kuran, Leblebici Horhor Operetini sahneleyen, genç yaşta kaybettiğimiz Arda Aydoğan..
..Ve nihayet..
"Açılış Gecesi" izlediğimiz o muhteşem konseri, aslında geçen sezonun sonuna "Bahar Konseri" diye hazırlamıştı, Aslan Özdemir. CRR Genel Sanat Yönetmeni olarak. Ama tam o dönem, seçimler, yenilenen seçimler derken, karambol ve hazır konser sahneye çıkamadı.
Bu sezonun başına "Açılış Konseri" diye konduğunda Aslan dostum artık CRR'nin başında değildi. O gitmiş, yerine Cem Mansur gelmişti. İkisi de o gece salondaydılar.
Gönlüm isterdi ki, yeni Yönetmen Mansur konser başında iki çift laf etsin.. Sonra Özdemir'i sahneye davet edip "Bu konser onun eseridir. Teşekkür ederiz" desin..
Aslan, salondaki bütün dostlarını, konser öncesi ve arasında dolaştı. Hepimize ayrı ayrı veda etti. Kucakladım.. Bu tür görev değişikliklerine alıştık artık. İşin içine siyaset girince böyle oluyor. İtirazım yok..
Ama hiç değilse, sahnede bir teşekkürü, bir görev devrini hak etmiyorlar mı, gidenler?. Bir ufak "Vefa" yı?

***

Melek!.. Bir güzel dizi..

Televizyon yayıncılığını öldüren o her gece saat 20.00'de başlayıp, gece yarısına dek devam eden dizi rezilliğinden nasıl şikayetçi olduğumu bütün okurlar bilir. Yüz kere okudular bu köşede..
Bu yüzden şimdi şaşırabilirsiniz..
Sırf sevgili Nehir Erdoğan için, TRT'nin yeni dizisi Melek'in ilk bölümünü kaydettim, "Bakalım bizim kız ne yapıyor" merakımdan..
"Bizim kız!."
Çünkü Sevgili Dostum Ünal Özüak ile zamanın TRT Genel Müdürü Yücel Yener dostumuzun çağrısına uyup, TRT'de hiçbir kanalın hiç bir zaman yayınlamadığı şeylerin aslında nasıl reyting yapacağını kanıtlamak üzere her hafta canlı ve ortalama 4 saat süren "Tele Pazar yayınına başlamıştık, 90'lı yılların sonlarında..
Biri Ali Kocatepe iki deneyimli sunucunun yanında, Marmara İletişim öğrencisi Nehir Erdoğan'ı da "Asistan sunucu" görevi ile ilk defa televizyon işine başlatmış, daha çok sanat olaylarını (Sergi/ Tiyatro gibi) izleme ve sunma görevini ona vermiştik.
Nehir o kadar başarılı oldu ki, TRT onu keşfetti ve Tarık Akan'lı o ünlü Koçum Benim dizisinde rol verdi.
Sonrası.. Filmler.. Diziler.. Sevgili Türker Ağabeyim (İnanoğlu) da tanıdı ve kızı gibi sevdi. Onun dizilerinde de (En son Memo- Can) çok başarılı olunca, TRT bir daha istedi onu..
"Melek" böyle doğdu.
Kaydedip izlemek işimi kolaylıyor. O defalarca, on beşer dakika süren reklam cehennemini atlayıp geçiyorsun. Sırf 180 dakikayı doldurmak için, yönetmeni mecburen uzatmak zorunda bırakan sakız gibi sahneleri de hızlandırıyorsun.
İşi üç saat yerine 2 saatte bitiriyorsun. Ve de tabii.. 2 saat ekran başında oturmak değil, canının istediği gibi insancıl sürelere bölüp, iki veya üç taksitte izleyebiliyorsun.
Melek'in ilk bölümü için de o niyetle oturdum ekran başına, gece sekiz buçukta.. Kalktığımda gece yarısıydı. Öyle sardı ki, bölemedim. Çekimler öyle güzeldi ki, hızlandıramadım. Reklamları attım sadece..
..Ve "Oyunculuğu" seyrettim..
Hayır, başta Şerif Sezer, pek çok değerli sanatçılar değil sadece, hiç bilmediğim, ilk kez duyduğum, izlediklerim de çok çok iyi oynuyorlardı.
Bu Yönetmen başarısı.. Oyuncu yönetimi müthiş.. Hem de zamanı bu kadar kısayken..
Her hafta 180 dakikalık dizi çekmek, haftada iki tane Yeşilçam Filmi bitirmek demek nerdeyse.. Hem de o hız içinde bu başarıyı "Oyuncu Yönetimi" ile rejisörde aramak lazım. Cem Akyoldaş'ı yürekten kutluyorum.

***

Tebessüm

Adam şehrin kütüphanesine girdi. Uzun uzun dolaştı. Sonra elindeki kitabı kütüphane görevlisine uzattı..
"Bunu okumak için alabilir miyim?."
"Yoo" dedi, görevli. "Oturun burada okuyun. Eve giderse geri gelmez!."
"İntihar Yolları"ydı, kitabın adı..

***

Sevdiğim Laflar

"Her insanda, insanlığın bütün halleri vardır."
Montagne

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA