Aynen öyle.. Yazımın tepesinde yer alan fotoğrafı, bugün Saracoğlu Stadı'ndaki Fenerbahçe- Galatasaray maçına gidecek, binlerce Fener ve Cim Bom taraftarı için özellikle seçtim..
Fenerbahçe'nin sembol ismi, kaptanı Can Bartu Galatasaray, Galatasaray'ın efsanesi, kaptanı Metin Oktay Fener formasıyla..
Bu resim, iki ezeli rakip, ama ebedi dostun, Metin Oktay'ın jübile maçında, formalarını değiştirdikleri anı ölümsüzleştiriyor.
O zamanlar aynen öyleydi "ezeli" rekabet.. Lafta değil.. Esasta.. Rakip vardı.. Düşman değil..
İnönü Stadı'nda maç oynanır sonra, futbolcular birlikte Beyoğlu'na çıkar, Çiçek Pasajı'nda hep beraber eğlenirlerdi mesela.. Maçtan önce ayni yerde kampa girdikleri gibi.. Moda'daki Mono Palas'ta mesela..
Bugün, hiç değilse, o iğrenç, o kin nefret dolu rekabeti unutalım ve Sinyor'un anısına saygımızı gösterelim, ne olur!.
***
Dün kaldığım yerden
Sinyor anılarıma devam ediyor.. Bir hafta yazsam
yetmez. Bin hafta yazsam, Sinyor
anısına değer.. Öylesine
adamdı benim
"Can'ım" Sinyorum!.
***
Galatasaray'ın kazandığı bir maçtan sonra soyunma odasına gitmiştim.. Zaferi getiren
Metin Oktay'dı.. Girdim içeri ki, Metin köşede ve dertli..
"
Hayrola Kaptan" dedim..
"Şu halime bak Hayatım" dedi.. Metin
sevdiklerine hep "
Hayatım" derdi.. Tozluklarını indirdi. Tekmeliklerine rağmen
bacakları yara bere içindeydi.. "İyi
futbol oynamak günah mı?: Şimdi burdan Fener soyunma odasına git.
Sinyor'un bacaklarına bak.. Onunkiler de yediği tekmelerden
aynen böyle değilse ben bir şey bilmiyorum.."
Gittim, baktım.
Öyleydi gerçekten..
***
Can'ın annesi, çok sevdiği oğlunun futbol oynamasına izin vermiyordu. "Bunlar birbirlerini kırıp döküyorlar olmaz" diyordu da başka şey demiyordu. Basket oynama iznini güç bela alan gencecik
Sinyor, futbol zevkini Kadıköy'deki Papaz'ın Çayırı'nda hafta sonları
mahalle maçlarında gideriyordu..
Galatasaray'ın her şeyi
Baba Gündüz, Can'ın methini duymuştu. Bir hafta sonu
Çayır'a geldi, izledi. O zaman Fener yönetiminin içine kurt düştü. "
Baba"nın nasıl ikna edici olduğunu biliyorlardı.. Allem kallem ettiler, genç Can'a profesyonel sözleşme imzalattılar.
Can annesinden gizli bir kaç maç oynadı. Ama içine sinmiyordu. Gitti, durumu anlattı..
"Bak anne" dedi.. "
Seni bu hafta maça götüreceğim. Gözlerinle
gör. Futbolun senin dediğin gibi kırıcı
bir şey olmadığını gör. Gene de
'
Oynama' dersen, söz bir daha oynamam'
dedi.
O gün
Fener Stadı'nda harika oynadı Can, yaklaşık 40 metreden bir de muhteşem gol atıp tribünleri yıktı.. Akşam eve gelince annesine koştu.. Heyecanla kararını bekledi.
"Bak oğlum.. Artık içim rahat.. Futbol oynamana izin veriyorum..
Ama sakın beni bir daha maçına gelmeye zorlama.."
"Niye" diye hayretle baktı Can.. Tribünler oğlunun adını tempo ile bağırırken hangi anne statta olmak istemezdi ki?.
Annesi güldü..
"Hani o golü attın ya.. Tam arkamda oturan kafasında Fener külahı, boynunda Fener kaşkolü olan bir genç ayağa fırladı ve 'Ne güzel vurdu be, o... çocuğu' diye bağırdı.
Sen harikalar yaratırken bile bana sövenler, kötü oynarsan, neler der, bi düşün?."
***
O hafta, Fener- Galatasaray iki derbi oynayacaklardı.. Öğleden sonra İnönü Stadı'nda futbol, gece de Spor ve Sergi Sarayı'nda basketbol. Basket maçı şampiyonluk maçı gibiydi.
Fener Koçu Samim Göreç, zamanın yöneticilerine
"Benden galibiyet
istiyorsanız, Can'ı bir
maç için bana verin" dedi. Verdiler..
Can o gün, İnönü de attığı golle futbol takımını kazandırdı. Beş saat sonra Spor Sergi'de 33 sayı atarak Fener'e zaferi getirdi.
İki maçta da ordaydım.. Can bizi bir günde iki defa yendi.. Ben de seyrettim, iyi mi?. Böyle bir gün yaşamak, her gazeteci için harika değil mi?.
***
Sinyorla yurt dışında o kadar beraber olduk ki..
En güzeli, izlediğim en güzel
Dünya Kupası, 1982 İspanya idi.
Madrid'deki basın merkezinde 30'a yakın Türk gazetecisiydik. (Bugün maç yazmak için Ali Sami Yen Stadı'na gitmeyen Türk basını, o zamanlar gazetecilik yapar, yurt dışındaki maçlarımızı en az iki kişilik ekiplerle izlerdi, anlayın.. Sadece tercüman 6 (altı) kişiydi Madrid'de..)
İlk tur maçları bitmişti. Bir gurup oturmuş "
Kim şampiyon olur" diye konuşuyorduk.. İlk turu geçenler, ikinci turda üçlü guruplara ayrılmıştı. İkisi elenecek, birinci olan devam edecekti.
Brezilya ve Arjantin ayni guruba düşmüşlerdi. Üçüncü takım
İtalya idi.. Tartışmanın sonucu kısa zamanda belli oldu.
"Arjantin de,
Brezilya da İtalya'yı yenerler. Ama birbirlerini yenemezler.
İtalya'yı farklı yenen devam eder ve şampiyon olur.."
Niye böyle düşünmüştük?.
Çünkü Polonya'nın gurup birincisi olduğu ilk turda İtalya Kamerun ve Peru'yu yenememiş, ikisiyle de 1-1 berabere kalmıştı. Kamerun'la Peru da 0-0 berabere kalınca, İtalya ve Kamerun puan puana olmuşlardı. İtalya'nın 2-2 lik averajı, atılan gol fazlasıyla 1-1 averajlı Kamerun'u geçtiği için İtalya devam edebilmişti. Peru ve Kamerun'u yenemeyenlerin Arjantin hele de o muhteşem Brezilya önünde ne şansı olurdu ki?.
Tam o sırada arkamızdan "Beyler" diye bir ses duyduk.. Meğer Sinyor gelmiş arkadan bizi dinlermiş..
"Beyler" dedi, "
Siz İtalya'yı iyi izlemediniz.. Bir yıldır cezalı Rossi,
takıma yeni yeni oturduğu için henüz
gollerine başlamadı. Ama her maç
daha iyi.. Bu guruptan
İtalya çıkar ve
devam eder,
şampiyon olur.. Rossi
de gol kralı olur.."
Cevap bile beklemeden döndü,
gitti.. Arkasından laf attılar..
"İtalya'da iki top oynadı ya, İtalya ve futbol uzmanı oldu başımıza.."
İtalya şampiyon, Rossi gol kralı oldu, sonunda..
İkinci tur başlarken Adidas
Dünya Kupası'nı izleyen gazeteciler arasında bir tahmin yarışması açmıştı. Finalden sonra sonucu açıkladılar.
"İtalya'nın ampiyon olacağını bilen dünya ve İspanyol gazetecisi çıkmamıştır.."
Koştum Sinyor'a.. "Yahu sandık şurda duruyordu. Niye bir kupon doldurup atmadın.. Bak dünyada tek olacaktın.."
Baktı bana.. Klasik lafını söyledi..
"
Boş ver yahu!.."
Kendi gazetesine bile yazmamıştı Can.. "
İtalyan hayranı Sinyor saçmalamış" der ve koymazlar diye..
Allahtan ben, o konuşmanın yapıldığı günün ertesinde Cumhuriyet'teki kupa notlarımda Sinyor'un "İtalya ve Rossi" deyişini yazmış, yani kayda geçirmiştim.
***
Sinyor'la maç izlemek hem zevk, hem de eziyetti inanın.. Her maça birlikte gittik, kaç Dünya Kupası'nda. Yan yana otururuz.. 75, 80'inci dakikalar arası doğrulur, giderdi... Çünkü maç sonrası boşalan stat kalabalığından nefret ederdi.
"
Yahu Sinyor durum l-1, nereye gidiyorsun" derdim.. "Belli değil
mi, Highway 1 gol daha atar, 2-1 biter"
derdi, mesela. Bir maç,iki maç, beş
maç..
Her maç da dediği tutardı,
inanın..
Bir gün dayanamadım.. "
Bak Sinyor" dedim. "Nereye gidersen git,
umurumda değil, ama giderken maçın
sonunu söyleyip heyecanımın içine
etme."
***
Mexico City'de o "
Tanrı'nın eli" ile efsane olan Dünya Kupası'nı izliyoruz.. 220 kişilik Aztek Stadı'nda yerimiz dünya uzağı.. Sahadaki futbolcular nerdeyse karınca kadar görünüyor, öylesi.. İşte o maç.. Arjantin- İngiltere..
Maradona golü attı. Ayni anda Sinyor bağırdı. "
El var.."
Hakemler görmedi. Yayıncı kuruluş görmedi o eli.. Basın merkezine uğradım ertesi gün.. Tüm çekimleri izledim. Hiçbirinde görünmüyordu.
İki gün sonra duyduk.. Bir kamera görüntüsü
bulunmuş nerdense artık. Koştum video
odasına, baktım.. Maradona'nın havadan
gelen topu İngiliz kalecisinden elle
kurtarıp önüne indirdiği görülüyordu.
Doğru Sinyor'a koştum..
"
Yahu kahin misin?. Yayıncı kuruluşun üç günde bulduğu görüntüyü, anında, hem de oturduğumuz yerden futbolcular karınca gibi görünürken, nasıl fark ettin?."
"
Farketmedim" dedi.. "Futbol oynasan sen de anlardın.
O top o açı ile gelirken, ancak elle oynanırsa öyle düşer. Görmüş kadar oldum yani.."
***
Londra'dayız milli maç için.. O ünlü Oxford Caddesi'nde vitrin bakarak dolaşıyoruz.. Yurt dışına 200 dolarla çıkılan günler. Maç için basın dövizi tahsis edilmiş.. Ceplerimizde 350'şer İngiliz lirası var.. Sinyorun ayakkabı merakı ünlüdür.. Züppe (!) İtalyan(!) ya.. Bir vitrine baktı.. Girdik içeri.. Vitrindeki bir terliği işaret etti mi?. Ayakkabı değil.. Ev terliği.. Adamlar koştu getirdiler. Denedi.. "
Sarın" dedi. Etikete bakmadı sandım.. "Sinyor o terlik 125 pound.. Yani cebimizdeki paranın nerdeyse yarısı.. Bunca para bir terliğe verilir mi?. Kim görecek?.
Düşünmedi bile..
"
Ben göreceğim ya!."
***
Dedim ya "
Can Bartu bitmez.. Çünkü Can Bartu gerçek efsanedir" diye..
Bir gün Münih'te dolaşıyorum.. Baktım devasa bir ayakkabı mağazası.. Boydan boya da neonla adı yazılı dükkanın..
"
BARTU"
"Ulan burda da mı Sinyor" diye daldım içeri.. Patronu buldum.. "Bu Bartu adı nerden geliyor" dedim. Adam Macar asıllı imiş. Bartu da Macarca bir lafmış..
"
Neden sordunuz" dedi.. Sinyoru anlattım..
Adam bana "Madem
Can Bartu'nun arkadaşınız, size bir ayakkabı hediye edeceğim. Seçin" dedi.
"Nasıl yani" dedim.. "Siz Can Bartu'yu tanıyor musunuz?."
"Hayır" dedi, adam ama "
Bartu adına bakıp içeri dalan o kadar çok Türk'e o kadar çok ayakkabı sattım ve para kazandım ki, bu da teşekkürüm olsun.."
***
Sinyor,
Yukarlarda bir yerlerde, seni şimdiden özlediğimi görüyor ve biliyorsun değil mi?.