"Bu şehr-i Sıtanbûl ki bîmisl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır
Bir gevher-i yek-pâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır"
demiş ya Şair..
Küçükken Van'dan, Bandırma'dan hatırlarım, soba başında ailecek toplanıp kestane kebap yaptığımız geceleri.. Babam ya kitap okurdu bize, ya da anlatırdı, neler neler.. Keyfi çok çok iyiyse, şiirler okurdu, ahengiyle.. Nedim'in İstanbul Kasidesi'ne bayılırdım. Dinleye dinleye ezberlemiş, hayatımda görmediğim o şehre âşık olmuştum..
Nasıl merak ediyordum, bir taşına tüm İran ülkesi feda edilen, dünyayı aydınlatan güneşle tartılmaya değen o kenti..
İçimden de "Nedim biraz abartmış" diye düşünüyordum, ne yalan söyleyeyim..
Cumartesi sabahı, işte bu muhteşem İstanbul Kasidesi aklıma geldi tekrar..
Gördüklerim ve yaşadıklarım "Az bile yazmış Nedim" dedirtti bana..
Adını bile ilk defa duyduğum bir yerdeydim..
Çemberlitaş, Binbirdirek'teki Şerefiye Sarnıcı'nda..
Nerden çıktı bu şimdi?. Söylesem şaşarsınız..
Eminönü (Eski) Belediye binasının altından.
Büyük Şehir, bu binanın altında, tarihi bir sarnıç olduğunu belirlemiş. Beton binayı itina ile yıkıp, sarnıcı ortaya çıkarmışlar.
428 yılında İmparator Theodosius emretmiş. Başlayan çalışmalar 443'te tamamlanmış.. Amaç, Bozdoğan/ Valens kemerleri ile Belgrad Ormanları'ndan getirilen suyu İstanbul'un ihtiyacı için depolamak. Daha önce yapılan Binbirdirek ve daha sonra yapılan Yerebatan ile birleştirilip yüz yıllar boyu kente su vermişler.
Şerefiye Sarnıcı üçlünün en küçüğü.. 32 mermer kolon üzerinde 9 metre yükselen, 45x25 metre kare bir alan.
Belediyemiz, çevre düzenlemesi de yapmış. Şerefiye bir park içinde şimdi.
Peki ben niye gittim oraya?.
443'te su depolansın diye yapılan sarnıç, şimdi sadece gezilip görülecek bir tarihi eser değil, bir minik kültür mabedi de ondan..
Sevgili kardeşim Ozan Binicioğlu çağırdı beni.. "Sarnıç Konserleri başlıyor" dedi.. "Orda olmalısın mutlak.."
Ozan yaparsa, iyidir. Onun adı garanti damgasıdır benim için. CRR'den beri..
Gittik.. Kapıdan girdik.. Asansörle aşağı indik ki..
Büyülendim.. Resmen büyülendim.. Muhteşem bir restorasyon yapmış, harika aydınlatmışlar.. Zeminde su var tabii.. Biz üzerinde kurulu ahşap iskelede yürüyoruz..
Duvarlarda resimler, sular içinde heykeller.. Süleyman Saim Tekcan Usta'nın resim ve heykel çalışmalarına bayılırım zaten..
Tam da bu mekana has bir sergi.. Atlar, Hatlar ve Süleymanname!.
Suların içinden yükselen siyah ve beyaz satranç taşlarını andıran atlar.. Duvarlarda da bakmaya doyamadığınız eserler..
Sarnıcın sonuna doğru yürüdük.. Orda iskele genişliyor, minik bir platform oluşturuyor. 40- 50 kişi ancak alır.. Orada oturduk ki, flüt sesi geldi kulağıma gittikçe yaklaşan..
..ve Nihan Atalay, flütünü çalarak karşımıza geldi..
Dünya şirini bir genç kadın.. Çalmadan önce anlatıyor. Bu o kadar faydalı ki.. Hep teşvik ettim, anlatmayı..
Teleman'la Almanya'dan başladı, Barok Ezgilere..
Sonra Boismartier ile Fransa'ya.. Ve üçüncü adımda Osmanlı'ya.. Ali Ufki Bey.. Dimitri Kantemiroğlu derken Gazi Giray Han'dan bir Nihavend Peşrev üfledi ki, ney dinler gibi coştum.. Sonra Bach'a geçti. Barok olunca babası Bach..
..Ve çok neşeli bir İspanyol ile kapadı.. Marin Marais..
Alkışlar bitince yanına koştum.. O harika sesleri çıkaran Barok Flütü yakından görmek için..
İnanamadım. Çocukken köyde ağbimle dere boyuna gider, saz toplar, sonra üzerine delikler deler kaval yapardık.
Nihan'ın Barok flütü işte o.. Üzerinde dokuz delik olan bir boru.. Hepsi o.. Dünyanın dört bir yanında ona ödüller kazandıran hüner, işte bu dokuz delikli tahta borudan çıkardığı harikulade sesler iyi mi?.
Muhteşem bir Bizans sarnıcını ortaya çıkarıyor, muhteşem bir restorasyonla 2000 yılının insanının hizmetine sunuyorsun.. Sergi ve konser alanı olarak..
Bu ne muhteşem bir kültür hizmetidir, Belediyem..
Ve ne yazık ki, bu muhteşem hizmetten kimsenin haberi yok.. Haber vermeyi kimse akıl etmemiş iyi mi?. Yahu tam da yerel seçimler döneminde böyle bir eser tanıtılmaz mı?.
Büyük Şehir'in binlerce bilbord yeri var.. Oralara assana.. Duyursana..
Bir tek bir gazetede, bu sarnıcın bulunduğunu, yeniden düzenlendiğini, orada sergiler açıldığını, konserler verildiğini okudunuz mu?.
"Altında mı üstünde midir cennet- i a'lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır"
demiş ya şair.. İşte bu "Altındaki" cennet.. Ve altındaki heva (Hava) da muhteşem. İçeri girerken burnun tıkalıydı. Çıkarken nasıl rahat nefes alıyordum. Ünlü Damlataş mağaramız gibi.. Nefes almayı kolaylaştıran bir şifa havası, buranın..
Şimdi bu hafta, 12 Ocak Cumartesi günü akşam üzeri saat altıda (18.00) başlayacak "İstanbul'un Müziği" konseri için orada olmaya bakın. Halk Müziği Yorumcusu ve Kemane İcracısı Yrd. Doç. Dr. Mehtap Demir, 16. ve 19. yüzyıl İstanbul Saray ve Çevresi Müzikleri'ni seslendirecek..
Kaçar mı?.