1990'lı yılların sonları.. Romantik bir ifade ile, geçen yüz yılın.. Bir gece, Oscar Ödüllerini izliyorum, sabahlayarak. Bir ara sahneye müthiş bir dans gurubu geldi. Onlarca kadın erkek.. İrlandalıların o dünyaca ünlü River Dance'larını modernize etmişler, müthiş bir koreografiyle sunuyorlar.
Anonsu falan kaçırdığım için, kim bunlar bilmiyorum. Ertesi gün töreni yayınlayan TV'nin başındaki dostum Faruk Bayhan'ı aradım. Bana DVD yolladı.
Tekrar tekrar izledim. Bir İrlanda/ İngiliz ekibiymişler..
Aradan yıllar geçti..
Yıl 2003!. Londra'da Ertekin'le dolanıyoruz. Yolun üzerinde kocaman bir bez afiş..
"Dünya turnesinden önce son temsiller!." Bir baktım.. Bizim River Dance'çılar.. "Lord of the Dance" diye bir şov hazırlamışlar. Doğru gişeye.. Şansımız da varmış. İade iki bilet bulduk. Attık kendimizi içeri..
Muhteşem.. Bayıla bayıla izledim. Kuliste DVD'sini de satıyorlar, tüm şovun. Onu da aldım..
O gece otelde, yol boyu uçakta durmadan düşündüm..
"İrlanda'nın tek dansı ile böyle bir şov yapılıyorsa, her bölgesinde ayrı, hem de bambaşka danslar olan Anadolu'dan neler çıkmaz?." "Bunu yapmamız lazım" dedim..
Döndüm.. Sait Hocamı, (Sökmen) ve eşini eve yemeğe davet ettim. Sait Hocam Devlet Balesi'nin en önemli dansçılarındandı. Dansı bırakınca koreografi yapmaya başlamıştı. Ne harikalar yaratıyordu. Eşi Gaye, ajans kurmuştu. Gençler onun ajansına katılabilmek için nasıl uğraşıyorlardı. Kaç tanesi bana gelmişti. "Gaye Hanıma beni tavsiye eder misin" diye..
Yemekten sonra televizyonun karşısındaki divana oturduk. Koydum Lord of The Dance'i benim göstericiye..
Sait Hoca'yı kolluyorum.. Bayılıyor, izlerken.. 1.5 saat falan sürdü. Bitti. Ağzımdan baklayı çıkadım..
"Bu şov bir tek River Dance'tan çıktı. Bin çeşit Anadolu Danslarıyla biz yapalım Sait Hocam" dedim.. "Parayı merak etme.. Sanata ve kültüre fena halde meraklı bir Banka Genel Müdürü yakın arkadaşım. Nasıl yatırımlar yapıyor, bilemezsin. Sen koreografiyi yap, gerisine karışma" diye de ekledim..
Sait Hocam "Aklına bile getirme" dedi. "Bunu, bu ülkede yapmamız mümkün değil!."
Rüyam, hayallerim yıkılmıştı. Oturdum her şeyi bu köşede yazdım..
Bir gün, iki konuk geldi, gazeteye.. Maydonoz adlı, gençler arasında çok popüler bir radyonun sahipleri imişler. Havaalanı karşısındaki Fuar'ın orda, devasa bir çadır kurmuşlar. Dışı çadır, içi, her şeyi ile mükemmel bir salon. Çeşitli gösteriler sunuyorlar.
"Biz senin hayalini gerçekleştirmeye karar verdik.
Çalışmaya da başladık. Şu anda size sunacak durumdayız. Bir öğleden sonra vereceğimiz adrese gider misiniz?."
"Giderim" dedim. Gittim.. Şişli'nin arka sokaklarında, Feriköy'ün oralarda depodan bozma bir yer.. Staras adlı bütün büyük konserlere ses düzeni kuran şirket var. Onların malzemeleri yığılı.. Yer açmışlar.. Geniş alanda prova yapılıyormuş..
Girdim..
"Hoş geldiniz" dedi bir genç adam..
Tanıyorum.. Yılmaz Erdoğan'ın kardeşi, Mustafa..
Bir yığın genç. Köşede de bir davul var.. İşaret etti. O onlarca genç yan yana sıralandı. Davulcu tempoyu vurmaya başladı..
..Ve dans başladı.. Hem de ne dans!. Müzik yok, dekor yok, kostüm yok.. Sadece adımlar var..
"Bitti bu iş" dedim.. "Bitti bu iş.." Çıktım, koştum, gazeteye geldim ve bilgisayarın başına oturdum.. Yazdım..
"Bitti bu iş!."