Genç Cumhuriyet'in en önemli sanatçılarından, ülkeyi boydan boya saran muhteşem anıtların yaratıcısı Tankut Öktem üstadımın ölümünün onuncu yılı dolayısıyla İzmir'de bir sergi açıldı. Açılışta bir de tören.. Sergiye İstanbul'da üç defa gitmiş, gururla gezmiştim. İzmir'deki açılışa da Öcal Ağabeyim gitti. Aralık sonuna kadar Ahmed Adnan Saygun Kültür Merkezi'ne giden İzmirliler ve yolu İzmir'e düşenler gezebilecekler.. Gezmeliler de..
Çok önemli.. Çok anlamlı.. Çok güzel çünkü..
Açılış ve sergi izlenimlerini, köşemizin İzmir temsilcisi Öcal Uluç yazdı. Bu arada, çok şaşırdığım bir olayı da yazdı..
Sanırım sizler gibi Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı, kendisi de heykeltıraş, heykel âşığı ve kentini heykellerle donatan Yılmaz Büyükerşen dostum da okur ve bir açıklama yollar, kesin.. Ve de gereğini hemen yapar, inanıyorum..
***
Bir sergi gezdim, heykel hakkındaki bütün duygularım, sezgilerim, düşüncelerim değişti.
Lisede Sanat Tarihi derslerinde Michelangelo'nun Musa Heykeli'ni bitirdikten sonra, heykele "Konuş" dediğini ve elindeki çekici "Kalk gidelim" diyerek fırlattığını okumuştuk.
Doğru muydu, söylenti miydi bilmem.
"Heykel" hakkında da, bundan öteye pek bir şeyler aklımda kalmamıştır. Heykel sergilerine hemen hemen hiç gitmedim, en az ilgilendiğim, en az hoşlandığım sanattı, çünkü..
Taa ki, sevgili kardeşim Hıncal'ın telefonuna; "Adnan Saygun'da
Tankut Öktem heykel sergisi açılıyor, 1 ay sürecek. Kızı Oylum da orada. Seni gezdirir, bilgi verir" demesine kadar. "Gidip, göreceğim" dedim, kendi kendime ve...
Gittim. Hem sergiyi gezdim, hem de Tankut Hoca'nın ölümünün 10'uncu yıldönümü günü, Adnan Saygun'da yapılan anma toplantısı ve panelini izledim, konuşmaları dinledim ve açıkça itiraf edeyim;
Tankut Öktem'le beraber heykeli de tanıdım, annesi, Cumhuriyetin "01 numaralı" kadın veterineri Meliha Hanım'ı da.
Anadolu'nun kuş uçmaz kervan geçmez yörelerine gencecik yaşlarında "Gönüllü" giden veteriner Meliha Hanım, daha 3 yaşında yeteneklerini keşfettiği Tankut'unu, ressam, heykeltıraş olması yolunda eğitir ve 13 yaşında 6 sergi açmış bir "Harika Çocuk" hâline getirirken, yıllarca günlüğünü de tutmuş.
Ben de, günlerdir kızı Oylum'un derlediği "Bir Cumhuriyet Annesinin Günlüğü" kitabını elimden düşürmüyor ve "Tankut" adlı çocuğun dünya çapında bir sanatçı hâline gelişini okuyor, her sayfada onunla tanışmaya devam ediyorum.
Sergiyi gezerken, Hocanın her eserinin önünde dakikalarca kaldım. İlk hatırladığım, Michelangelo ve Musa heykeli oldu. Kızı Oylum, sergiyi gezen sanatseverlere bilgiler verirken, ben kendi kendimle, o heykellerin önünde hesaplaşıp durdum; "Böyle bir insanı, hem de çok uzun yıllar yanı başında iken, nasıl tanımazsın?"
Bir büyük "Atatürk", bir büyük "Cumhuriyet", bir büyük "Anadolu insanı" heykeltıraşını gördüm, Adnan Saygun'un salonlarında, odalarında. Gözlerimin nemlendiği oldu. Yazacağım, soru soracağım "başkalarına" kızdığım, öfkelendiğim oldu, tıpkı kızı Oylum Öktem İşözen gibi, tıpkı "damat" sevgili Erhan İşözen gibi...
"Başkaları" arasında Onun heykellerini tahrip edenler vardı; aslında onlar, Öktem'in mermerden, taştan, bronzdan, kilden, çamurdan can verdiği heykellerine değil, Atatürk'e, Cumhuriyet'e, Anadolu insanına ve devrimine saldırmışlardı.
"Başka" başkaları da vardı; o sergiyi gezerken, o anma törenindeki belgeseli izlerken, içimi sızlatan ve bana "Acaba" dedirten başkaları.
Tankut Hoca'nın başta Atatürk, Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş Veli heykelleri olmak üzere yüzlerce heykelinin önde gelenlerinden ve
Hoca'nın en çok sevdiklerinden biri de Eskişehir'deki "Özgür Kadın" heykeli idi. Eskişehirliler de 8 metrelik bu heykeldeki kızı çok sevmişler ve ona "Karakız" demişler.
Karakız'ın heykeli, Belediye'nin Porsuk Çayı çalışmaları sırasında, bir kamyonun geri geri giderken çarpmasıyla yıkılmış ve büyük hasar görmüş. Aile, "Heykeli bize verin onaralım, yeniden yerine konsun" demişler. Belediye Başkanı
Yılmaz Büyükerşen, "Peki" demiş. Sonra ne arayan olmuş, ne soran, ne de heykeli veren.
"Karakız" kolları, ayakları kırık depolarda kalmış. Başkan'la iletişim kurmak istemişler, kuramamışlar, geri dönüş de olmamış, yerel basının da, "Karakız onarılacak ve yerine konacak" yayınlarına rağmen, sonuç alınamamış.
Şimdi, yıllardır süren "Acaba" sorularının tereddüdü ve şaşkınlığı içinde sorma sırası bana da geldi ve işte soruyorum:
Dünya çapında, dışarda, içerde büyük ödüller almış, gün gelmiş
"Dünyada yaşayan en büyük 10 heykeltıraş arasına girmiş", Atatürk'ün, Cumhuriyet'in, Anadolu insanının heykeltıraşı Tankut Hoca'nın "Özgür Kadın" heykelinin , hem de "Dünya Kadınlar Günü'ne de rastlayan" sergisi sırasında öğrendiğim bu "Kabul edilemez" talihsiz sonunun arkasında hangi acı gerçekler yatıyor ve neden yatıyor?..
Dahası, Tankut Hoca'yı Dünya'ya tanıtan ve Dünya müzelerine giren soyut heykellerinden birisiyle ilgili "esrarengiz" bir durum da var. Soruyorum; "Bir gece birdenbire konulduğu meydandan kaybolan ve
hâlâ bulunamayan Eskişehirli soyut heykel acaba nerede?."
Evet, nerede?..