"Dalga bir dağdır kayık bir geyik!
Dalga bir kuyu kayık bir kova!
Çıkıyor kayık iniyor kayık, devrilen bir atın sırtından inip, şahlanan bir ata biniyor kayık" diyordu, daha açılır açılmaz insanı etkileyen, büyüleyen sahnede Hakan Gerçek..
O loş ama çarpıcı dekorun içinde oturuyordu Hakan.. Yanında da Bülent Emin Yarar ve Metin Belgin.
Daldım gittim, ezber bildiğim bu dizeleri Hakan'la birlikte mırıldanırken.. Yılların, yılların gerisine gittim.. Gene böyle bir masada, gene üç kişi vardı.. Babam.. Aslan Amca.. Ahmet Amca..
Annem nefis bir çilingir sofrası hazırlamıştı her cumartesi gecesi olduğu gibi.. İçki olduğu için ağbim ve ben oturmazdık. Çok küçük çocuklarız ya Bandırma'da.. Ama çıtır çıtır yanan sobanın orda oturur, dinlerdik masayı.. Üç hem de nasıl müthiş Türk Milliyetçisi, Uluç, Türkeş ve Ellezoğlu, kadehlerinden birer yudum alırken, Nâzım okumaya başlarlardı..
Milliyetçiler, komünistin şiirlerini ezber okurlardı her cumartesi gecesi, içki sohbetlerinde..
O yıllar öyleydi, fikirler ayrıydı, sanat ayrı, saygılar, sevgiler ayrı!.
Bahr-i Hazer'i dinlemeye doyamazdık ağbimle..
Dinleye dinleye de ezberlemiştik zaten..
"Aldırma anam ne çıkar?
Ne çıkar
kudurtsun
karayel suları,
Hazerde doğanın
Hazerdir mezarı!
Çıkıyor kayık,
iniyor kayık
çıkıyor ka...
iniyor ka...
çık...
in...
çık..."
diye bitirdi Hakan!..
Tavana baktım, İş Sanat'ın tepesinden su mu damlıyor diye.. Yanaklarım ıslaktı da..
..ve Metin!. Nâzım'ı en iyi okuyanların, yaşayanların başında gelir Metin Belgin.. O girmez mi, gene Aslan Amca'nın o gür sesiyle, hem de ne muhteşem okuduğu dizelere.. "Güneşe akın.."
"Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak! kan kadar sıcak, delikanlıların rüyalarında yanan o "an" kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, ölülerimizin başlarına basarak yükseliyoruz güneşe doğru!
Ölenler döğüşerek öldüler; güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!
..Ve Bülent Emin Yarar..
Ve gene Bandırma çocukluk ezberimden kalan bir Nâzım..
Salkımsöğüt..
"Akıyordu su gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden bire kuş gibi vurulmuş gibi kanadından yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı, gidenleri geri çağırmadı, baktı yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde, atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar, atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!"
Bir de Vedat var sahnede.. Gitarı ve üçlüsüyle Vedat Sakman.. O da kendi bestelerini okuyor ara ara.. O gece için özel bestelediği Nazımları okuyor..
Rüya mı gördüm, rüya gibi bir gece mi yaşadım?.
2017 miydi, tarih, 1947 mi, bilmiyorum, hatırlamıyorum..
O "Hayal" geceyi düzenleyen Atilla ve Mehmet Birkiye'leri, o müthiş imkânları sağlayan İş Sanat Yöneticilerini ve de hepsi can dostlarım Metin, Bülent, Hakan ve Vedat'ı o gece nasıl sarılıp öptüysem, şimdi burada bir daha, bana Bandırma Gecelerini yaşattıkları için bir daha, kucaklamak istiyor, o öpülesi elleri sıkmak, sıkmak, sıkmak istiyorum..
Keşke hayatta hiç görmediğim ama ezber bildiğim Nâzım'ın ellerini de tutabilseydim bir kerecik..